Site icon insanokur

Türk Sağının Üç Hali Milliyetçilik, Muhafazakarlık, İslamcılık – Tanıl Bora

Milliyetçilik, Muhafazakarlık, İslamcılık… Türk Sağının ana malzemesi olan bu üç ideoloji, üç ayrı pozisyon olmanın ötesinde, beraberce bir yumak oluşturmuyorlar mı? Öyleyse birbirine nasıl bağlanıyor, nerelerde kesişiyor, birbirleriyle nasıl içiçe geçiyorlar? Bu üç ideoloji, Türk Sağının üç halı olarak düşünülemez mi? Milliyetçilik, katı hali; sağın dilbilgisi / grameri… Muhafazakarlık, gaz hali: bir üslup ve hava… İslamcılık, sıvı hali; onsuz olunmaz bir imge ve değer kaynağı… Bu soruların bu bakış açısının perde gerisini oluşturduğu kitapta, üç makale yer alıyor: “İnşa Döneminde Türk Milli Kimliği”, “Muhafazakarlığın Çatallanan Yolları ve Türk Muhafazakarlığında Bazı Yol İzleri”, “Din ve Milliyetçilik: Lügat ve gramer – İslamcılıktaki milliyetçilik, milliyetçilikteki İslamcılık”. İlk yazı, Türk milli kimliğinin nasıl kurulduğu üstüne: bu kuruluş tarzının, Türk milliyetçiliğini “evrenselcilik” ve “medeniyetçilik” iddiasındaki suretiyle bile ırkçı/özcü kıldığını ileri sürüyor. Muhafazakarlıkla ilgili yazıda, bu ideolojinin kavramsal ve tarihsel bir tasvirinden sonra, Türk muhafazakarlığının bazı önemli figürleri ele alınıyor: Mehmet Akif, Baltacıoğlu, Tanrıöver, Peyami Safa, Remzi Oğuz Arık, Yahya Kemal, Topçu, Başgil… İslamcılık-milliyetçilik ilişkisini tartışan üçüncü yazı, bu iki ideolojinin rekabet ve benzeşme dinamiğini inceliyor. İslamcılık üzerinde milliyetçi zihniyet kalıbının süregiden güçlü etkisini ortaya koyuyor.
(Arka Kapak)

TÜRK SAĞININ PELTE HALİ – ALP KORKMAZ (Araştırmacı)
(04 Temmuz 2007 tarihli Birgün Gazetesi, Birgün Forum)
Sevgili Tanıl Bora, “Türk Sağının Üç Hali” adlı eserinde (Birikim Yayınları, 1. Baskı 1998) bu üç hali; Milliyetçilik, Muhafazakârlık ve İslamcılık olarak tespit ve tahlil etmiştir. Önerisi, “Milliyetçilik, Muhafazakârlık ve İslamcılığı pozisyonlar olmaktan ziyade ‘haller’ olarak anlamaktır. Fizikteki maddenin halleri gibi: Katı, gaz, sıvı.” (s. 8)

“Milli eğitim” yıllarımda maddenin “katı”, “sıvı” ve “gaz” dan mütevellit, üç milli halinin mevcudiyeti öğretilirdi. Fen bilimleriyle üniversite giriş sınavı sonrasında vedalaşan biri olarak; gazete veya popüler bilim dergilerinin bir yerinde, maddenin yeni hali olarak “pelte” halinden söz edildiğini okumuştum. Bu hal bilimsel olarak maddenin dördüncü hali kabul edildi mi bilmiyorum. Ama siyasi hayatımızdaki gelişmelere baktığımızda, Türk sağının üç halinin yanına dördüncü bir hal olarak, “pelte” halini eklemenin zamanı geldiğini söyleyebilirim. Dolayısıyla bu “hali” siyasetin baronlarının, kerameti kendinden menkul stratejistlerin ve uzmanların mübarek kafalarının takdirine sunma ihtiyacı hasıl oldu.

Bora; Milliyetçiliği “Türk sağının grameri/ dil bilgisi olarak” ele almakta, “içerikleri, kavramları, imgeleri uyarlama, uydurma gücünü esas olarak onda” bulmaktadır. Milliyetçiliği maddenin halleri mecazına başvurarak, “Türk sağının katı hali”;

İslamcılığa, Türk sağının lügatçesi olarak, imge, değer, ritüel kaynağı olarak” bakmakta, “bir hayat pınarı” olarak niteleyerek, kap değiştirme ve mecra bulma gücü modernlik kadar yüksek” bularak, Türk sağının sıvı hali;

Muhafazakârlığı ise “bir ruh hali, duruş/değiş biçimi, üslup olarak, niteleyerek “Türk sağının havası” yani gaz hali olarak değerlendirmekte-dir.(s.8-9)

Cumhuriyet döneminden başlayarak Türk sağının, (sonraki yıllarda sahip çıktığı tarihsel geçmişten hareketle) toplumda var olan tüm değerleri, düşünüş biçimlerini harmanlayan zihinsel bir ağı olmuştur.

Toplumu bilinçlendirmek, dönüştürmek yerine, mevcut zihinsel ve ruhsal dünyasının kabuğunun içinde kalmasını zorlamıştır, (köprülerin, televizyonun, dijital telefonun, ithal malların, dolar, markın bolluğu bu alanın dışında) Cumhuriyet dönemi reformlarına itiraz etmiş, din olgusuna sarılmış, birdenbire Atatürkçü olmuş, devletçi çizgiden, liberalizmin zirvelerine çıkmış, milliyetçiliğin faşizme uzanan otoyolunda son sürat yol almıştır. Hedef şu veya bu şekilde iktidarda yer almak olmuştur. İktidar yolunda, toplumun dini, milli duygu ve değerlerinin rantı toplanmıştır.

“Bu kış komünizm gelecek” korkusuyla “tam bağımsız Türkiye” diyen ve emperyalist hegemonyaya karşı çıkanları, “vatan haini” statüsüne koyarak, (yasal, fiili) her türlü şiddeti savunmuştur. Zaman geçmiş Amerikan karşıtlığının bayrağını açmış; maddi ve manevi dünyasını dini kural ve değerlere göre şekillendirmek isteyenleri açık düşman ilan etmiştir.

“Dinimizi öğretiyor” diye seçimlerde oy avcılığında kullandığı dini toplulukları, başka siyasal oluşumları destekledikleri zaman tehlike odakları olarak niteleyebilmiştir.

Geçmişte içini boşalttığı demokrasiyi, yerinden yönetimi, hukuk devletini, insan haklarını, “bölünme korkusuyla” rafa kaldırmıştır.

DP liderlerinin Yassıada yolunda AET’ye başvuruyu konuştuklarıyla övünürken AB Projesinden çark etmiştir.

“Yeter artık söz milletin” şiarıyla yelken açıp; “Milliyetçi Türkiye”, “Kanımız aksa da zafer İsla-mın” nidalarıyla yelkenlerini dolduran Türk sağı, “Türk-İslam senteziyle felsefi temelini kurmaya çalışarak dikkate değer fikri zemine sahip olmuştur.

Türk sağı 12 Eylül tusunamisinin ardından şekillendirilen yeni siyasi süreçteı, 12 Eylül cuntasının “karıştır -barıştır” uygulamasının bir açılımı olan

“dört eğilim birleştirme” icadıyla “hallerini” tahrip etmeye başlamıştır. Bu dönem iktidar gücünün kullanımı ve nimet dağıtımıyla şekillenen, sağın kişisel palazlanma dönemidir. “Ülkeyi uçuruma sürükleyenler”, “işgalci, tapulu arazime gecekondu kondurtmam”, “nihayetinde benim memurum-du”, “nerde galmıştık?” gibi popüler deyimleri hatırlarda kalan bu dönemde merkez sağ, parçalı ve birbiriyle çatışan yapıda olmuştur. Bu ayrışma siyası program ve iktisadi temelde değildir. Ayrılık hangi genel başkan yanında saf tutulacağı hususundaki tutumdan kaynaklanmıştır.

Sağ kulvar ve parti içi “baş” olma kavgası sadece merkez sağı değil, önce Milliyetçi sağı (söylemdeki dini ton farkıyla) bölmüş, ardından da İslami söylem üzerinde yükselen siyasi hareketi/milli görüşü.

Özetlenen bu süreçte sandık önüne getirilen halk, kendisinin Müslüman-demokrat olarak tescili arzusundaki siyasi hareketi tek başına iktidara getirerek derin bunalım dönemini başlattı.

Halk ezberi bozdu. Her şey aslına döner ilkesine uygun şekilde, Türk sağ siyasetinin önemli hallerinden muhafazakârlığa ve İslamcılığa güçlü şekilde dayanan partiyi büyüttü.

Sağın üç partisini oyundan çıkardı. 70 ve 80’lerde mücadeleye rehber yapılan “kanımız aksa da zafer İslamın” öngörüsü, kan akmadan gerçekleşti. Parti genel başkanları değişti, partiler ve alışkanlıklar değişmedi.

“Din elden gidecek” paronayasını körükleyerek “komünizme karşı mücadele(!)” verenler, insanların dinsel tercihlerine uygun yaşamalarını ürkek, gelgitli de olsa savunan iktidar partisini vatan hainliğiyle suçlamaya kadar gitti. Elde var olan terörü siyasi ranta dönüştürme yoluna girdi. “Merkez sağın temsilcisi” olma kavgasını veren DYP ve ANAVATAN akıbeti belirsiz birleşme kararı alarak makus talihlerini yenmeye yöneldi.

Müslüman-demokrat iddiasındaki iktidar partisi, merkez sağın boşluğunu değerlendirerek sağın 3 halini ve liberal ekonomik programını sahiplenmek yerine, değiştirdiğini kanıtlamaya çalıştığı “milli görüş gömleğinin” üzerinde bıraktığı iplik parçalarına sanki sağlam halatmış gibi iktidardan düşmemek için tutundu. Devlet, siyaset ve eğitim yaşamında da başı kapalı olarak bulunmak isteyenlere, yüzde 2.5’in meselesi” derken, başı kapalı eş dolayısıyla derin siyasal krize zemin hazırlandı. Türkiye’de varolan vatanımızdaki iç barışı sona erdirecek büyüklükteki milliyetçilikler karşısında, “alt kimlikten” başlayıp, Türk bayraklarıyla donatılmış kalabalıklarla devlet töreni/siyasi mümayiş yarışına girildi. Kendisinin özgün siyasal tanımlamalarını bir yana bırakıp, her yerde devletin dört anayasal niteliğine bağlılık tekrarları yaparak, “merkez partisi” olarak tescil edilme arzusu dışa vuruldu.

Bakıldığında, Türk sağının yaşadığı tartışmaların hepsi siyasi aktörler üzerinden çıkmaktadır.

Birleşmeye çalışan partide kimin tahakküm kuracağı, bu dünyada ve ahrette merkez sağın maddi/manevi/doğal/onursal her türlü liderliğini kimseye “gaptırmayacak” şahsiyetin temsilcilerinin kim olacağı, nerde yer alacağı türünde ; “yok aslında birbirimizden farkımız ama biz…” reklam spo-tundaki gibi aynılaşmaya dönük siyasi transferler üzerinde uzayıp giden çekişmelerle meşgul olunmaktadır. (Siyasi aktörlerin partiler arasındaki geçişleri “Türk siyasetinin reçelleşmesi” konulu ayrı bir incelemeye değerdir. Bu nedenle konu yazının kapsamı dışında tutulmuştur.)

Yaşanan tartışmalarda Türk sağının felsefi, ideolojik, ilkesel, iktisadı … temelleriyle ilgili hiçbir husus yoktur. Türk sağının gelecek projeksiyonu bulunmamaktadır. Ne kendisiyle ilgili ne Türkiye ile ilgili… Önümüzdeki seçimlerde geleneksel merkez sağın temsilcisi iddiasında olacak (şimdilik adı Demokrat Parti görünen) partinin siyasi bir varlık gösterememesi halinde, sağda da merkezin kaybolacağı ve siyah-beyaz karşıtlığının/ikiliğinin derinleşeceği ciddi bir varsayımdır. Günahı bunu beceremeyenlerin boynuna olacaktır.

Tekrar Bora’nın çalışmasına dönersek, Bora; “Türk sağını çözümlemeye dönük böyle bir inceleme beyhude çaba olmasın?” sorusunu sorarken, “Türkiye’de siyaset bezirgânlığını geniş mezhepli karakterinin bu soruyu sordurabileceğini” belirterek, “sol-sağ ayrımının silindiği iddiasına zerre kadar kıymet” vermeyip, “bu iddiayı bizatihi sağcılığın dikalası” olarak nitelemektedir.

O kadar da olmasa da “siyasetin ideolojisizleş-mesinin kuşkusuz geçerliliği” olduğunu belirtirken, bu durumun “ideolojileri, fikirleri içerikler ve pozisyonlar olmaktan öte “haller” olarak düşünme önerisini güçlendirdiğini” haklı olarak ileri sürmektedir.

Yaşadığımız süreçte sol-sağ ayrımının silindiği iddiasının sosyal demokratlardan da geldiği hesaba katıldığında, daha vahim bir tablo ortaya çıkmaktadır.

Bora’nın isabetli önerisinden (“haller olarak düşünme”) yola çıkarak, Türk sağının konumuna, tanımlama şekillerine, referanslarına baktığımızda, “mecazımıza başvurarak”, hangi hale geçeceği merak konusu “pelte” haliyle karşılaşıyoruz.

Bora’nın sistematiğine uymasa da, mecazi anlamlandırma çabasına uygun düşecek şekilde; ne ideolojiye, ne programa, ilkelere dayanmayan ve bunlarla açıklamakta zorlandığımız Türk sağının halini, temel hallerden hangisine dahil edileceği ya da dönüşeceği tahmin edilemeyen “pelte hali” olarak niteleyebiliriz. Bu yargıyı benimsemeyenlere “reçelleşme” tespitini ikinci seçenek olarak sunuyorum. Ancak bu ikinci seçeneğin Türk sağının yanı sıra solunu da kapsayacak şekilde Türk siyasi yaşamı için kullanabiliriz. Ne diyelim , “soldan sağa/ salla bayrağı düşman (!) üstüne…”

Kitabın Künyesi
Türk Sağının Üç Hali Milliyetçilik, Muhafazakarlık, İslamcılık
Tanıl Bora
Birikim Yayınları / Yerli Araştırmalar Dizisi
İstanbul, 2007, 4. Basım
154 sayfa

Exit mobile version