Türk Sinema Tarihinden Fragmanlar (1896 – 1945) – Ali Özuyar

1896- 1945 yılları arasındaki yarım asırlık süreç Türk sineması için oldukça ilgi çekici bir dönemdir. Bunun nedeni, o dönemde yaşanan yoğun siyasi ve toplumsal olaylar ile tüm bunların arasında adeta sıkışan sinema ve sinemacıların verdiği olağanüstü varoluş mücadelesidir. 26 makaleden oluşan bu kitap işte bu yarım asırlık süreçteki önemli tarihi olayların sinemaya ve sinemanın da bu olaylar üzerindeki etkilerini konu ediniyor.

Makaleler her ne kadar birbirinden bağımsız olsalar bile içerik olarak birbirlerini tamamlayıp bir bütün oluşturuyor. Yazar, İstibdat Dönemi’nin, II. Meşrutiyet’in, Balkan Savaşlarının, I. Dünya Savaşı’nın, Mütareke Dönemi’nin ve Milli Mücadele’nin yaşandığı bu yıllarda, sinemanın kendine nasıl bir yol çizdiğini “fragmanlarla” anlatıyor.
(Tanıtım Bülteninden)

Bu fragmanlara ihtiyaç varmış – Erman Ata Uncu
(19.08.2013,http://kitap.radikal.com.tr/)
Ali Özuyar, sinemanın devlet aygıtıyla imtihanını anlatıyor. İlk sansür müdahaleleri, Fransız sinematografi şirketlerinin İstanbul rekabeti…

Neredeyse sinema perdesine ilk düşen tren kadar ünlü bir hikâyedir: Lumière?lerin ilk gösterimlerini yaptıkları kafenin müşterileri, ?Tren üzerimize geliyor? çığlıklarıyla etrafa kaçışırlar… Bugünden bakınca durumu olayın kahramanlarının naifliğine vermek de kuvvetle muhtemel. Ancak geçmişi bugünün penceresinden değerlendirip naif yaftası yapıştırmadan önce durup düşünmekte bir fayda var. Sinema yazarı David Vaighn, 1981?de Sight & Sound dergisinde yayımlanan makalesinde, ?Tabii ki Paris ve Londra?daki bu eğitimli insanların, gerçekten tren gelecek diye korkup kaçıştığını ciddi ciddi kabul edecek değiliz? diyor. Vaighn?e göre bu nümayişin sebebi, seyircinin daha önceden böyle bir deneyimi yaşamamış olması ve deyim yerindeyse reflekslerinin şaşması… Zaten bu miladi olayın sonrasında da ne zaman algısı eskisi gibi kaldı ne de mekânlarla ilişkimiz… Bir gün dinlediği, okuduğu hikâyeyi sadece gözünde canlandırırken, ertesi gün aynı hikâyeleri kanlı canlı gözlerinin önünde yaşamanın, birebir hareketi perdede görmenin nasıl büyük bir devrim olduğunu varın siz düşünün. Böyle bir devrimin Türkiye sınırları içinde nasıl yaşandığına dair bilgi yoksunluğumuz ise, olayın daha ciddi sebeplerini şimdilik bir kenara bırakalım, mahrum kaldığımız ilginç anekdotları, Osmanlı?ya ve tek parti dönemi Türkiyesi?ne bir de buradan bakma fırsatını düşününce daha da vurucu.

Sinema tarihçisi Ali Özuyar?ın sinemanın devlet aygıtıyla imtihanını ele aldığı yeni çalışması Türk Sinema Tarihinden Fragmanlar (1896-1945) böyle bir eksikliği doldurmaya aday. 1915 yapımı ?Ayastefanos?taki Rus Abidesi?nin Yıkılışı? belgesiyle başlatıp gerisine çok da bakmadığımız sinema tarihinin Osmanlı diliminde gözlerden uzak böyle zengin bir madenin oluşu gayet şaşırtıcı. Zira Özuyar?ın anlattığı haliyle sinemanın açtığı çığır, dönemin Osmanlısı?nın çalkantıları da işin içine girince iyice hareketleniyor. İlk sansür müdahaleleri (ne de olsa sinemanın Osmanlı?ya gelişi II. Abdülhamid dönemine denk geliyor), propaganda savaşları, bürokrasi cehennemi, Fransız sinematografi şirketlerinin İstanbul rekabeti… Görünen o ki, ?Batı icadı? sinema, Osmanlı?ya o kadar da teğet geçmemiş. Lumière kardeşlerin Paris gösteriminden bir yıl sonra Henri ve Jamin adında iki Fransız vatandaşın Pera?da Sponeck Birahanesi?nde gerçekleştirdikleri gösterim, Osmanlı gündelik hayatına hiç de hafife alınmayacak bir şekilde nüfuz etmiş. Hem de sadece İstanbul?la sınırlı değil, Merzifon, Mersin, Trabzon gibi Anadolu şehirlerine de yayılan bir etki bu.

Sinemada ilk sansür 1902
Dönemin padişahı II. Abdülhamid?in ve yandaşlarının bu yeni ve güçlü propaganda silahı karşısında ne yapacağını bilememesi, Parislilerin trenden kaçmasına benzer şekilde saltanatına halel gelmesinden korkması sinema tarihindeki dönüm noktalarından biri. Korku, ilk olarak, Yunan tebaasından Dimitri adındaki bir sinematografçının Mersin Manolin Gazinosu?nda yaptığı gösterime şaibeli bir şekilde ölen padişah Abdülaziz?in resmini eklemesiyle ortaya çıkıyor. Abdülaziz?in at üstündeki fotoğrafı hareketsiz. Ancak projeksiyon, etkiyi daha da pekiştirmiş olmalı ki gösterim ağızdan ağıza dolaşıyor. Devreye Mersin Mutasarrıflığı ve Adana Vilayeti giriyor ve sonuç Türkiye?de sinema sansürle ta 1902?de tanışıyor. Hakkında ?intihar etti? açıklaması yapılsa da öldürülüp öldürülmediği tartışma konusu eski padişahın beyazperdedeki ?hayaleti? dönemin baskı rejiminin sinemaya dair algılarını da harekete geçiriyor.

Osmanlı?nın sinemayı daha ciddiye almasına bir başka aracı da Balkan Savaşı… Bu yıllarda Osmanlı karşıtı propoganda filmlerinin etkisini fark eden saray, bu silahı bizzat kullanmak istiyor. Tabii bürokrasi en büyük engel… 1915 Çanakkale Savaşı?nı ve ?Osmanlı ordusunun zaferlerini? propaganda amaçlı filme çekmesi için Osmanlı?nın başvurduğu isim Tepebaşı?ndaki Pathé Sineması?nın sahibi Romen asıllı Leh Yahudisi Sigmund Weinberg. Onun bu işe koştuğu Ara ve Koço isimli iki Ermeni sinematografçının Maarif Nezareti tarafından ?ahlak, tavır ve davranış açısından bu göreve uygun olmadıkları? gerekçesiyle reddedilmesi ise sinemanın hiç de tekdüze olmayan Osmanlı serüveninde bir başka durak… Aynı zamanda azınlıkların bu tarihte nasıl önemli bir yeri olduğunu gösteren ayrıntılardan da sadece biri.

Serinkanlı tarih
Ali Özuyar, 1896-1945 arasında, yani İmparatorluktan ulus-devlete geçiş çabasının sancılarının yaşandığı bir dönemden bu gibi ilginç dönüm noktalarını aktarırken soğukkanlılığını hiçbir zaman elden bırakmıyor. Türk Sinema Tarihinden Fragmanlar (1896- 1945)?te, sinema tarihi ve yüzyıl dönümü söz konusu edildiğinde sık sık rastlanan o boğucu nostaljiye, ucu bir yere varmayan beyazperde güzellemelerine, aslında hiç gerçekleşmemiş bir tarihe özleme pek yer yok. 26 makalenin peş peşe dizildiği kitap sadece titiz bir bakışla ayırt edilen ayrıntıların peşinde. İsabet… Çünkü zaten eldeki malzeme yeterince ilginç. Üstelik resmi tarih olarak bellediğimiz birçok şeyin aslında hiç de bildiğimiz gibi olmadığını gösteren bu gibi ayrıntıların üzerine çok da bir şey eklemeye gerek yok.

Misal, İstanbul işgali sırasında İtilaf Devletleri?nin sadece İngiliz, Fransız ve ABD filmlerinin gösterimine izin vermesinde şaşılacak bir yön yok. Ancak bu süre içinde İngiliz yönetiminin, çoğunluğu gayri Müslim Osmanlı tebaası tarafından işletilen eğlence yerlerine ve sinemalara uyguladığı baskılar, manzaranın pek de bildiğimiz gibi olmadığının göstergesi. Benzer şekilde baskının elinin yetmediği Kadıköy cephesinin sinema salonlarında ?müstehcen? filmler gösterilmesi de… Charlie Chaplin?in ?Şarlo Askerde? ve klasik ?Büyük Diktatör? filmlerinin Türkiye?de sansür kurbanı olmasında şaşılacak bir yön yok. Ancak bu sansürlerin iki seferde de Alman devleti müdahelesiyle gerçekleşmesi, çalkantılı sinema tarihinin tuhaflıklarına bir başka örnek.

Ve tüm bu örneklerin, şimdiye kadar çoğunlukla uzmanlara yönelik kaynaklarda kendine yer bulmuş benzeri ayrıntıların gösterdiği bir şey var: Hiçbir dönem, bizim nostalji kürelerimize sığdırabileceğimiz kadar pürüzsüz, çatışmadan uzak değil. Erken dönem sinemaya gelişmemiş çocuk muamelesi yapmanın, koca bir dönemi naiflikle bağdaştırmanın gözden kaçırtacağı bu gerçeği Ali Özuyar bir kez daha hatırlatıyor. Türkiye?nin en tarihi sinemasının göz kırpmadan yıkılabildiği bir ortamda da bu gerçeğin önemi kat kat daha pekişiyor.

Kitabın Künyesi
Türk Sinema Tarihinden Fragmanlar
(1896 – 1945)
Ali Özuyar
Phoenix Yayınevi / Sinema Dizisi
Kapak Tasarımı : Gamze Uçak
Editör : Gülben Salman
Ankara, 2013, 1. Basım
288 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir