Vedat Türkali: ‘Bitti Bitti Bitmedi’ ki kahramanım hayali ama tanıdık biri

1919 yılında başladığı yaşamına sığdırdıkları saymakla bitmez. Kırkı aşkın senaryo, iki film, kitaplar ve 95 senelik bir hayat. Usta yazar Vedat Türkali şimdilerde yepyeni verimiyle okurun karşısına çıktı. Ayrıntı Yayınları’nın bastığı kitabı ‘Bitti Bitti Bitmedi’yi yazarın kendisine sorduk.

Romanı çıkmadan usta yazarla kitabını konuşmuştum ama şimdi 95 yaşındaki bu dev çınarı bir kez daha ziyaret etme vakti. Cihangir’in yokuşunu az inip usta yazarın evine doğru yol alıyorum. Aralık güneşi var arsız mı arsız. Isıtmıyor, şakacıktan ışılıyor yüzüme gözüme. Vedat Türkali’yle bu kez son kitabı Bitti Bitti Bitmedi’yi konuşmak niyetim. Kapıyı çalıyorum, her zamanki gibi yardımcısı açıyor. Sesi kendisinden önce geliyor hole, “Salona mı gelir?” “Bir soralım” diyor Nermin Hanım, ben de peşi sıra gidiyorum, tanıdı beni, “Fatsalı Alevi kız gelmiş” diyor. Gülümseyip çalışma masasının sağ tarafındaki sandalyeye ilişiyorum. Ellerim dizimin üstünde, “Sor bakalım” diyor.

>> Kitabını armağan ettiği kadim dostu Haig Açıkgöz’ü merak ediyorum, nedir onunla hikâyeniz?

Benim hem çocukluk, hem mahalle, hem de parti arkadaşımdı. Külleri Leipzig’deki gömütlükte. Lisede siyasi inançlarımı ilk açıkladığım insandı o. Sınıfın en iyi öğrencisiydi. Sonra onunla üniversite ve sonrasında da hep beraber olduk. TKP’nin üzerinde baskılar olduğu dönemde Haig, eşim Merih ve ben gizli bir hücre de kurmuştuk. 1951’de müthiş bir sosyalist avı başlatıldı ve Türkiye’nin önde gelen aydın, siyasetçi ve yazarları tutuklandı, içlerinde Haig Açıkgöz de vardı. Meşhur Sansaryan Han’da türlü işkencelerden geçti ama ismimi bir kez olsun söylemedi. Gerçi yine de yedi yıl hapis yattım ama o başka. Ben de bu romanımı ona armağan ettim.

>> Romanda tarihin karanlık odalarına, konuşmaya çekindiğimiz konularına dalıyoruz. Diyarbakır Cezaevi’nde uygulanan işkencelerden, 1980 Darbesi’nden ve 12 Eylül kıyımlarından, Ermeni katliamından söz ediyorsunuz.
Bunlar bir süredir az da olsa konuşulmaya ve hesaplaşılmaya başlanan konular. Ama karanlığın eski kapıları yine de aralanmadı. Hâlâ Ermeni katliamının olmadığı üzerine tezler hazırlanıyor bu ülkede, oysa yüz binlerden söz ediyoruz. Musa Dağ’da Kırk Gün kitabının başına gelenler bile bize bir ders olmuyor. Dersim’de Kürt ve Alevileri katlettiler, evlerinden ettiler, çocukları analarından babalarından ayırdılar ama bunun bile hesabı verilmiyor. 1980 darbesinin hesabı görülemiyor.

>> O zamanların Diyarbakır Cezaevi Müdürü Esat Oktay Yıldıran cinayetini konu edinmişsiniz Bitti Bitti Bitmedi’de. Bu bir hesaplaşma mı işkencelerle ve cezaevi cehennemiyle?
Yarattığım karakter Tarık, gerçek bir kişilik değil ama daha önce idam edilen gerçek bir karaktere de çok benziyor. Onun korkuları, peşinden ayrılmayan kargaları vardı. Gitsinler istedim, yok olsunlar ve onu rahat bıraksınlar… Diyarbakır’da yapılan işkencelerin 78’liler Vakfı’nda türlü belge ve bilgileri var. O büyük insanlık dışı muameleleri unutmamak gerekiyordu ve kitapta yazdıklarım da aynen doğrudur.

>> Çok ağır konular var romanda, sinema şeridi gibi gözlerimizin önünden geçen sahneler. Mustafa Suphi’ye de selam ediyorsunuz, Paramaz’a da…
İstedim ki bu kitapta anlattıklarım, geçmişin karanlık kapılarını biraz olsun aydınlatsın ve ışıklı bir yolda ilerleyelim. Hatalarımızı kabul edelim ve gelecek barışla çizilsin. Paramaz, Sosyalist Hınçak Partisi üyesi bir Ermeni’ydi. Kitapta Lüsi’nin dedesi de bir Hınçak, acılardan geçmiş ama kinle yoğrulmamış. Yerinden yurdundan olmuş ama torunu bir Türk gencini sevdiğinde anlayışla ona elini uzatan bir adam.

>> Peki ya Paramaz?
Ermeni katliamının sinyallerini veren olayların başlangıcında 1915 Nisanı’nda Ermeni aydın ve toplum önderleri tutuklanıp sürgün edilmeye başlandı. Paramaz ve yoldaşları da Divan-ı Harp’te yargılandı. Paramaz ve 21 Hınçak Parti üyesi asıldı. Onları unutamazdım.

>> Dersim Katliamı da romanda ince ince işlenen konular arasında. Öyle bir buluşma olmuş ki açıkçası kafamı da karıştırdı. Çünkü bir yanda Ermenilere yardım eden Kürt Aleviler var, biraz ilerde Hamidiye Alayları’nda Ermeni avına çıkan Kürtler.
Hiçbir insanın ya da olayın salt iyiliği ya da kötülüğü olmaz. Nedenleri ve gerekçeleriyle değerlendirilir, ayrı ayrı yorumlanır. Romanımda Ermeni Hovnan dedeye yardım eden bir Kürt Alevisi’ydi ve o da Dersim Katliamı’nda öldürüldü. Ama Hamidiye Alayları’nda çok farklı. Abdülhamid, Kürtlerin gerçek babası rolüne girmişti. Alayları kurdurdu, din düşmanlığı ekseninde kıyımlar yaptırdı.

>> Tevfik Fikret’in ‘Bir Anlık Gecikme’ şiirini de eklemişsiniz romana. Anlık gecikme olmasaydı ve Abdülhamid’i Ermeni suikastçı vursaydı ne olurdu?
Bunu bilemeyiz. Bir tarih olmuşuyla değerlendirilir, “ya olmasaydılar” şairlerin işi görüyorsun. Tevfik de iyi bir şair.

>> Siz de iyi bir şairsiniz…
İşte bak bunda yanılıyorsun. Ben gerçekten iyi bir şair değilim, hatta şair bile değilim. Sakın bana İstanbul şiiri çok güzel deme.

>> Ama çok güzel…
Merih’e İstanbul’dan uzaktayken yazmıştım. Özlemiştim, yeni çocuğum olmuştu. Merih de çok okur, şiiri çok severdi. Ona ilk şiirim de değildi bu. Onu ilk gördükten sonra şöyle demiştim:
Göklerden kayarak bir yıldız indi
Güneş bile sönük kalır yanında
Hırsız fenerleri gibi gezindi
Kimsesiz kalbimin duvarlarında

>> Tarık, Lüsi’ye âşık oluyor görür görmez. Hayalindeki kargalar onun da katkısıyla yok oluyor.

Aşk da müzik de kalbe şifadır. Tarık Lüsi’ye âşık oluyor çünkü Lüsi onun çok zıttı. Hayat dolu, acılarını biliyor ve onları kabullenmiş, hayatla barışmış. Ama Tarık çok daha örselenmiş, içine kapanık, yaralı ve kimsesiz. İki zıt ve aynı zamanda benzer ruh birbirini kolaylıkla bulur, karanlıkta bile.

>> Diğer romanlarınızda olduğu gibi bu romanda da kadın karakterleriniz çok güçlü, erkekler ise daha ürkek, doğru bir tespit mi?

Bir bakıma erkek karakterler de yolunu bulduğunda çok güçlü olabiliyorlar. Tarık da güçlü bir karakter…

>> Son bir soru daha! 95 yaşındasınız. Hâlâ komünistsiniz. Cumhuriyet’in hemen her aşamasına da şahitlik ettiniz. Geçmişe şöyle bir dönüp bakınca, biz yenildik diyor musunuz?

Asla demiyorum. Yenilmedik ve çokça aşama kaydettik. Kendimi yenilmiş hissetseydim, 95 yaşında, bir roman yazmaz, orada konuşulmayanlara uzanmaz, komünistim demez ve geleceğe dair sözler söylemezdim. Yenilmek sadece korkakların işi. Tarihe hazırlanmak ve geleceğe güvenmek gerek.

SERAP ÇAKIR
(http://www.birgun.net/, 11 Ocak 2015 )

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

Previous Story

Houellebecq’i yakmalı mı?

Next Story

Avrupa’nın faşizmleri ve Türkiye – Korkut Boratav

Latest from Söyleşi

Arif Damar ‘ın şiir serüveni (kendi sözleriyle)

Henüz 15 yaşındayken, bir öğretmeninin çıkardığı “Yeni İnsanlık” dergisinde “Edirne’de Akşam” şiiri yayınlanıyor ve “yetenekli çocuk” olarak dikkatleri üzerine çekiyor. Şiir serüveninin sonrasını Arif
Go toTop

OKUMA ÖNERİLERİMİZ