Yaşamaya Bak – Nadine Gordimer

Irk ayrımının en sert muhaliflerinden Nadine Gordimer, genellikle Güney Afrika’da yaşanan ayrımcılıktan yola çıkarak sıradan insanların ahlaki ikilemlerini, pişmanlıklarını ve seçimlerini, sarsıcı bir anlatımla irdeler.
?Felaketler çok özeldir, tıpkı aşk gibi.?
Güney Afrika’da yaşayan ekoloji uzmanı ve aktivist Paul Bannerman’ın hayatı, gördüğü kanser tedavisi sebebiyle yaydığı radyoaktivitenin çevresi için tehlike oluşturmaya başlamasıyla ironik bir hal alır. Hayatı, işi, ailesi ve geçmişi arasında yaşadığı çelişki, Güney Afrika’nın tarihi ve bugünü arasındaki çelişkiyle örtüşür. Gordimer, yine gerçeklere tanıklık ederek, eski Güney Afrika ırkçılık mağduru iken, yeni Güney Afrika’nın gerek toplumsal gerekse ekolojik açıdan geçmişini yok sayarak, yanlış bir ilericilik anlayışının mağduru oluşunu ele alıyor.
Yaşamaya Bak, bireylerin ya da toplumların sonsuza dek sahip olacaklarını sandıkları şeylerden vazgeçmek zorunda kaldıklarında yaşadıkları endişe ve huzursuzluğu anlatırken, dünyanın ve insanların her şeye rağmen kurtarılmaya değer olduklarına dair küçük ama değerli bir umut mesajı veriyor.
Gordimer, geçmişe hâkim, bugünün farkında ve geleceğe uzanan zamansız bir yazar.
(Tanıtım Yazısı)

Vuvuzelaların Akortsuz Sesleri – Asuman Kafaoğlu
16/07/2010 tarihli Radikal Kitap Eki

Susan Sontag Metafor Olarak Hastalık kitabında hastalığa ilginç bir bakış getirir: ?Hastalık, hayatın gece karanlığıdır, fakat bir metafor değildir, doğal bir fenomendir; o yüzden hastalığa bakmanın en doğru yolu, onu metaforik düşünme biçiminden arıtarak ele almaktır.? Gerçekten de en etkileyici hastalık ve ölüm hikâyeleri, acıyı katlanılmaz kılan metaforlarla süslenmiştir; oysa insan, ölümlü varlığının bilincinde yaşamayı dehşet verici bulmaz. Dehşet verici olan, hastalığın mitlerle bezenmiş halidir. Elbette Sontag, edebiyat tarihinin bakışından söz etmiyor kitabında, onun ele aldığı konu, günlük yaşamda hastalığa sağlıklı bakabilmek. Oysa edebiyat tarihi boyunca ortaçağlarda veba, on dokuzuncu yüzyılda verem, yirminci yüzyılın ikinci yarısında Aids, basit anlamları dışında metaforlarla zenginleştirilmiş olarak girdiler hayatımıza. Günümüzün önemli yazarlarından, Nobel Edebiyat ödülü sahibi Nadine Gordimer, Yaşamaya Bak adlı on dördüncü romanında, mitlerle ördüğü bir hastalık süreci anlatıyor. Belki hastalıklara metaforlarla süslü bakışımıza yeni bir halka ekliyor.
Yaşamaya Bak, Paul adında beyaz, orta sınıf bir Güney Afrikalının etrafında gelişiyor. Paul, otuz beş yaşında politik duyarlılığa sahip bir aileden gelen, bir çevrebilimcidir. En son katıldığı eylem, bir nükleer enerji santraline karşı protestodur. Genç karısı ve küçük oğluyla mutlu bir aile tablosu çizen Paul, tiroid bezi kanserine yakalanınca tüm yaşam dengeleri altüst olur. Tiroid bezi ameliyatla alındıktan sonra kanserli hücreler bedenin başka bölgelerine sıçramasın diye radyoaktif iyot tedavisine başlanır. Bu durumda Paul genç ailesini, vücudundaki radyoaktif sızıntıdan korumak için birkaç haftalık karantinaya girmek zorunda kalır ve anne-babasının evine taşınır. Evde çalışan zenci yaşlı ?günümüzde yardımcı denen hizmetçi? ve ellilerindeki anne ve babası onun gereken bakımını üstlenmeye hazırlardır. Çocukluğunun geçtiği ev ve bahçededir yeniden.
Nadine Gordimer?in elinde hastalık, farklı birçok metafordan beslenir ve bir dolu ikilemle çıkar karşımıza. En başta, çevrebilimci Paul, ekolojik dengenin bozulmaması için onca çaba veren kişi, şimdi kendisi radyasyon yayarak çevresine tehdit oluşturuyordur. Bu ironik durum karşısında hem Paul hem de anne ve babası politik duruşlarını sorgulama gereği duyarlar. Bir odada her şeyden yalıtılmış sürdürdüğü yaşam, yeni başlangıçların habercisi gibidir. Çocukluğunun geçtiği bahçe, Paul?ün Eden bahçesi olur. Zamanının bir kısmını insanların değişen tavırlarını izleyerek geçirir. Çağdaş zamanların cüzamlısıdır artık o. Bu yeni durum karşısında yakın çevresi, dostları, ailesi ve iş arkadaşları farklı şekillerde tepki verirler. En hoşuna giden ve onu rahatlatanlar, acıma duygusuna yenik düşmeden içten davrananlar olur.
Hastalık davranışına geniş yer veriyor Gordimer romanın ilk bölümünde fakat bunun kadar önemli bir de politik duruşlar mercek altına giriyor. Gordimer?in bütün romanlarındaki gibi burada da Güney Afrika?nın ırkçı geçmişi insanların hayatlarında etkisini sürdürmeye devam ediyor. Vakti zamanında ırkçı yönetime karşı savaşmış olan Paul?ün anne ve babası, apartheid sonrası memleketlerinde hâlâ politik duyarlılığa sahip insanlardır. Radyoaktif ışın sızdıran oğullarını evlerine hiç düşünmeden alırlar ve kendi sağlıklarını tehlikeye atmaktan çekinmezler. Fakat Gordimer çok olumlu portreler olarak sunduğu bu insanların bile nasıl ikilemlere düştüğünü göstermekten geri durmaz. Evlerinde bir de emektar hizmetçileri vardır bu insanların. Kendilerini oğullarının sağlığı için hiç düşünmeden tehlikeye atsalar da, okuma yazma bilmeyen, dolayısıyla gözle görülmeyen radyoaktif ışınların yaratacağı tehlikeyi anlamayan bu kadını korumamaları garip bir durum yaratır. Aslında kendisine sorarlar bu işi yapmak isteyip istemediğini, kararı konusunda tamamen özgür bırakırlar, fakat böyle bir konuda doğru karar veremeyeceği kesin olan birini radyasyona maruz kalmasına izin vermeleri garip bir ikiyüzlülük olarak görünür bize.
Gordimer önceki romanlarında da toplumsal ve bireysel ikiyüzlülüğü sıklıkla ele alan bir yazar olmuştur. Paul?un hastalığı ve içine düştüğü ikilemler, toplumdan soyutlanmış karantinasında, düşüncelerinde yer almaya başlar. Onu daha önceleri rahatsız etmeyen bazı şeyler aklına takılır. İlk başta evliliğini sorgular. Reklamcılık işinde çalışan, kocasından fazla gelire sahip karısı, onun savaştığı bazı şirketlerle iş yapıyordur. Fabrikalarını kurdukları yerlerde, nehir yataklarını değiştirip çevre faciasına neden olan dev şirketlerdir bunlar; Paul bunlarla savaşırken karısı diğer yanda bu şirketlerin reklam işlerinden dolgun para kazanır. Paul belki de ilk kez karısının işine karşı ilgisizliğini fark eder. Ekoloji onun hayatının anlamı iken, karısı için sadece bir iştir. Bunu anlaması için yalıtılmış bir yalnızlık gerekmiştir.
Bir başka ikiyüzlülük yaşlı ve zencilerin hayatlarının bedeli konusunda hissedilir. Genç beyazların korunmaları ön plana alınır, insanlar arasında basit bir eşitsizliktir söz konusu olan. Benzer bir ikiyüzlülük hayvanlara karşı tavrımızda da vardır: nesli tükenen hayvanlar için eylemler düzenleyen bir çevrebilimci, çocukluğunda sapanıyla küçük hayvanları düşüncesizce öldürüyor olabilir. Bunlar Nadine Gordimer için insanlığın farklı yüzleridir. Her insan için geçerli olan, her insanın içine düşebileceği ikilemlerdir. Alt varlık/üst varlık ayırımları yapılması Gordimer?in özellikle ayrımcılık ve ırkçılık konularıyla bağlantılı olarak ilgisini çeker. Romanlarında da bu konu kendi geçmişi, ülkesinin bilinci olarak ortaya çıkar.

Mandela?nın rüyası
Kulaklarımızda vuvuzelaların sesi, gözlerimiz Güney Afrika?daki Dünya Kupasındayken, bu ülkenin çok yakın tarihini düşünmeden edemiyor insan. Siyahlarla beyazların ayrı okullara gittiği, otobüslerde yanyana oturamadıkları, postanede ayrı kuyruklarda beklediği bir ülkeydi Güney Afrika. Yıllarca süren protestolar, eylemler sonunda ancak 1990 yılında ilk kez Klerk ve Mandela el sıkışabildiler. İlk demokratik seçimlerini de 1994?den önce yapamadılar. Güney Afrika bu yüzden, uygarlık ve eşitliğin dünya üzerinde en son ulaştığı yer olarak bilindi nesillerdir. Böylesi bir ülkenin seksen yedi yaşındaki yazarı olarak Gordimer, ırkçılığa karşı savaşarak geçirdi tüm ömrünü. Bütün romanları, konferansları, denemeleri ülkesindeki antidemokratik yönetim karşıtıydı. Roman kahramanları da, Paul gibi, Paul?ün annesi Lynsday gibi, Gordimer?in fikirlerini hayata geçiren karakterler oldular her zaman. Bugün Nelson Mandela?nın uzun yıllar öncesinden bir rüyası gerçekleştiyse, bunda Gordimer?in rolünün önemini anlamak gerek.
Politik önemini bir kenara bırakıp biraz da edebi değerlerinden söz etmek gerekir. Gordimer?in romanlarında karakterlerin düşünceleri anlatıcının sesiyle karışır. Olaylar nesnel olarak anlatılırken aniden bir karakterin düşünceleri olur. İkisi arasında ayırım yapmaması, bazen okumayı zorlaştırır fakat ayrı bir dinamizm de katar. Bu romanda çok karışık ifadeler kullanıyor yazar. Dilsel açıdan da okur zorlanıyor. Fiili olmayan tümceler en akıl karıştıranlar oluyor ve dilin doğal akıcılığını baltalıyor. İlk sayfalarda bunun çeviri hatalarından kaynaklandığı izlenimi edinsek de aslında yazarın dilindeki uyumsuzluklar buna neden oluyor. Romanın ayrıca üçüncü ve dördüncü bölümlerde konuyu tamamen saptırıp başka karakterlere geçmesi, kurgu bağlantılarının yapılmamış olması ve hepsinden önemlisi, bütünlükten yoksun olması sorun yaratıyor. Tabii bazen bir tek cümlesi bile kitabı okuduğuna değdiği hissi verebilecek büyüklükte bir yazar Nadine Gordimer, fakat bu onun iyi romanlarından biri değil, bu kesin.

Kitabın Künyesi
Yaşamaya Bak
Nadine Gordimer
Çeviren: Kerem Işık
Can Yayınları
2010
195 sayfa

Nadine Gordimer ‘in Hayatı
Nadine Gordimer, 20 Kasım 1923’te Güney Afrika’da, Johannesburg yakınlarında küçük bir madenci kasabasında dünyaya geldi. Anne ve babası Yahudi?ydi; kuyumculuk yapan babası Rusya’dan, annesi İngiltere’den göç etmişti. Aldığı manastır eğitiminden sonra Johannesburg’da Witwatersrand Üniversitesi’ni bitirdi. Nadine Gordimer, yazmaya dokuz yaşında başladı ve on beş yaşındayken yazdığı ilk kısa öyküsü Güney Afrika’da bir dergide basıldı. On yıl sonra 1949’da ilk öykü kitabı, Face to Face yayınlandı. İlk romanı The Lying Days, 1953 yılında çıktı. Afrika, Avrupa ve Kuzey Amerika’nın birçok yerini gezdi, ancak Johannesburg’da yaşamayı sürdürdü. Nadine Gordimer, bugüne kadar yazdığı on roman ve yedi öykü kitabının yanında edebiyat eleştirileri ve değişik konularda pek çok makale yazdı, konferanslar verdi. 1974 yılında The Conservationist adlı kitabıyla Booker Ödülü’nü, 1991 yılında da Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı.

Eserleri
Roman
Çırılçıplak(1972)
A World of Strangers (1958)
Occasion for Loving (1963)
The Late Bourgeois World (1966)
A Guest of Honour (1970)
The Conservationist (1974)
Burger’s Daughter (1979)
July’s People (1982)
A Sport of Nature (1987)
My Son’s Story (1990)
None to Accompany Me (1994)
The House Gun (1998)
Yaşama Durmak (2001)
Get a Life (2005)

Kısa hikâye
300 Spartalı(1949)
Town and Country Lovers
The Soft Voice of the Serpent (1952)
yemiş ido (1956)
Not for Publication (1965)
Livingstone’s Companions (1970)
Selected Stories (1975)
No Place Like: Selected Stories (1978)
A Soldier’s Embrace (1980)
Something Out There (1984)
Correspondence Course and other Stories (1984)
The Moment Before the Gun Went Off (1988)
Jump: And Other Stories (1991)
Why Haven’t You Written: Selected Stories 1950-1972 (1992)
Something for the Time Being 1950-1972 (1992)
Loot: And Other Stories (2003)

Deneme
Asi Kral Botan Mayda (1973)
Writing and Being (1995)

Diğer
On the Mines (1973)
Lifetimes Under Apartheid (1986)

2 yorum

  1. bu ne biçim kitap saçma sapan bir şey ülkeden kaldırırmalı

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir