Yaşar Kemal: “Umutsuzluk geri kafalılıktan, düşünememekten doğar.”

Umutsuzluk
Can çıkmayınca huy çıkmaz derler. Gene başladık: “Olmaz efendim, yapamayız efendim. Bizim gücümüz yetmez. Geriyiz, hem de ne geriyiz…” Amenna, geriyiz. Bunu görüyoruz. Geri olduğumuzu göğsümüzü gere gere de söylüyoruz. Geri olduğumuzu söylemek bize bir yücelik, bir onur, bir övünme fırsatı veriyor, ilerilik kazandırıyor. Geri olduğumuzu biliyor,
söylüyoruz ya, yetmez mi? Bir zamanlar geri olduğumuzu bile
söyleyemiyorduk. Şimdi bakın öyle miyiz, her şeyi, her derdimizi
söylüyoruz. Yasak düşünceleri bile dile getiriyoruz. Memleketin her derdine
öyle bir parmağımızı basıyoruz ki, hem de en can alıcı yerine, hem de yaranın
gözüne. Daha ne istiyoruz? Şımarıklığın da, istemenin de bir yeri, bir ölçüsü
olmalı değil mi? Bundan ileriye gitmek bozgunculuğun ta kendisi.

Eeee, biliyoruz artık. Hem de iyi biliyoruz. Köylümüz ağaların elinde.
Halkımız kara cahil. Şeyhlerin, mollaların elinde. Söyleye söyleye dilimizde
tüy bitti. Endüstrimiz yok. İstihsalimiz düşük. Tarımın da en gerisini
yapıyoruz: Hububat tarımı. Topraklarımız yıkılmış, yakılmış, bitmiş…

Ormanlarımız harap. Elimizdeki tek şeyimiz, topraklarımız, o da toprak değil.
İşte, işte hepsini söylüyoruz. Yetmez mi? Bir şeyi söyledikten sonra… Çok
çok söyledikten sonra, bir gün olur çaresi de bulunur.

Bana sorarsanız, inkar etmiyorum, bizim için buraya gelmek bile bir
ilerilik.

Böyle dertlerimizi söylemeyi ne pahasına kazandık? Aydın olarak bunu
alabilmek için ne çabamız oldu? Neyimizi verdik? Hangi hak isteme
çabasında bulunduk, bunu alabilmek için?

Aydın olarak, bizim çabamız ahtan oftan ileri geçmedi. Şimdi koşullar bize
bu imkanı sağladı. İstediğimiz gibi söylüyoruz. Bu da bizi doyuruyor.
Dertlerimize, bütün bu söylediğimiz dertlerimize bir çare… Çare dedik mi,
işte orada zınk diye duruyoruz. Çare mi? Elimizde hiçbir imkan yok ki!..
Çarelere gelince yan çiziyoruz. Önümüze büyük engeller dikiliyor da
ondan. Yüzyıllık pısırıklığımız üstümüzde de ondan. Gerçek, namuslu
düşünür değiliz de ondan. Faydacıyız da ondan. Korkağız da ondan.

Bilgisiziz de ondan…

Bulduk işte. Kendi çaremizi bulduk. Kendimizi kendi gözümüzde, halkın
gözünde temize çıkaracak, yapışılacak bir dalı da bulduk. Fakiriz, geriyiz.
İşte bunu söyleyecek yiğitlerimiz var.

Çareler karşısında umutsuzluğa, karamsarlığa düşüyoruz. Biz böyle gelmiş,
böyle gideriz. Düzelmeyiz. Düzelsek de, bu gidişle daha yüz yıl, yüz elli yıl
ister, diyoruz.

Ama dünya bizi beklemiyor, diyorlar. Beklemiyorsa ne yapalım? Hiçbir
çaremiz yok ki. Elimizden bir gelen yok ki.

Biz aydın olarak da bu toplumun ürünleriyiz. Deveye boynun neden eğri
demişler de, nerem doğru ki, demiş. Bizim en eğri yerimiz, bence
aydınlarımız, şunun adına da artık “aydın” demeyelim de “aydına
benzerlerimiz”. Avrupa kitaplarından büyük laflar bellemişlerimiz. Aydın
olmak için büyük laf öğrenmeyi yeter sayanlarımız.

Umutsuzluk, karamsarlık, karanlıklara ışık tutamamak, karanlıklardan
kaçmak, karanlığın üstüne gidememek, onunla savaşamamak bilgisizlikten,
inanamamaktan geliyor. Bilgili, olgun, gerçek aydınlar, umutsuzluğa
düşmezler, umutsuzluğun üstüne çıkarlar. Yirminci yüzyıl insanoğlu için
umutsuzluk yüzyılı olamaz, bunu iyice bilirler. Bunu bilmek, buna varmak
sağlam bir kültüre yönelmekle olur. Sağlam bir kültüre varmış, gerçek aydın
kişi, olayların karşısında apışıp kalmaz. Geriliğin, yokluğun çaresini bilir.
Bulmuştur. Çaresini bildiği, korkmadığı, kendine inancı, dünyaya, insanlara,
yüzyılımıza inancı olduğu için de savaşa atılır.

Umutsuzluğumuz, karamsarlığımız, korkumuz, derdi keşfedip onun
karşısında eli kolu bağlı kalmamız, yarım aydın, bencil, bilgisiz
oluşumuzdandır.

Umutsuzluk geri kafalılıktan, düşünememekten doğar.

Yaşar Kemal
25.9.1960

Baldaki Tuz
Yapı Kredi Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir