Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi

Yarım binyıllık sömürgeci kapitalizmin anatomisi sayılabilecek bu çalışma, apaçık ortada durduğundan olsa gerek, çoğunlukla önemsemediğimiz doğa, para, emek, bakım, gıda, enerji ve yaşamın ucuzlatılmasıyla kapitalizmin insanlarla yaşam ağı arasındaki ilişkileri nasıl kontrol ettiğinin izini sürüyor.

İlk kapitalist ürün şekerin üretiminden kapitalist sınırların genişlemesine uzanan süreçte doğa-toplum, kadın-erkek ikiliğinin, sömürgeciliğin, ırkçılığın, yerli mücadelelerinin, savaşların, krizlerin, isyanların bu yedi ucuz şeyle ve birbirleriyle nasıl ilişkilendiğini irdeleyen, günümüzün krizlerini ele alan özgün bir neoliberal ekonomi eleştirisi Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi bugün bulunduğumuz yere nasıl geldiğimizin ve daha adil, sürdürülebilir bir medeniyet için nasıl ilerlememiz gerektiğinin ufuk açıcı bir anlatısı.

Çoğu insan için gezegenin sonunu hayal etmek kapitalizmin sonunu hayal etmekten daha kolay “Ucuzluk derken ne anlatmak istediğimize gelelim: Kapitalizmin krizlerini geçici olarak çözerek kapitalizmle yaşam ağı arasındaki ilişkileri yöneten bir dizi stratejidir. Ucuz, düşük maliyetle aynı şey olmasa da maliyetlerin düşmesinde etkilidir. Ucuz, çalışmanın herhangi bir biçimini –insan ve hayvan, botanik ve jeolojik– mümkün en asgari bedelle seferber eden bir strateji, bir uygulama, bir şiddettir. Kapitalizmin bu adlandırılmamış yaşam kurma ilişkilerini üretim ve tüketim döngülerine dönüştürdüğü ve bu ilişkilerin olabildiğince düşük fiyatlarla hayata geçtiği süreç hakkında konuşmak için ucuzu kullanıyoruz.”

KİTAPTAN OKUMA PARÇASI

GİRİŞ

Şimşek ve gök gürültüsü zaman ister, yıldızların ışığı zaman ister, eylemler tamamlandıktan sonra bile görülüp duyulmak için zaman ister. Bu eylem onlara en uzak yıldızdan daha uzaktır, yine de bunu onlar yaptı!
Friedrich Nietzsche, “Deli Adam”, Şen Bilim

Yerleşik tarım, kentler, ulus-devletler, bilgi teknolojileri ve modern
dünyadaki diğer bütün gelişmeler iklimin elverişli olduğu uzun bir
zaman diliminde ortaya çıktı.1

O günler geride kaldı. Deniz seviyesi
yükseliyor, iklim eskisi gibi istikrarlı değil, ortalama sıcaklıklar artı-
yor. Medeniyet Holosen olarak bilinen jeolojik devirde doğdu. İçinde
bulunduğumuz iklim dönemineyse kimileri Antroposen diyor. Gele-
cekteki zeki yaşam burada olduğumuzu bilecek çünkü bazı insanlar
fosil kayıtlarını atom bombalarının radyasyonu, petrol endüstrisinin
plastikleri ve tavuk kemikleri gibi şaşılacak şeylerle doldurdu.2

Sonraki aşamada ne olacağı bir açıdan tahmin edilemezken baş-
ka bir açıdan ise tamamen kestirilebilir. İnsanlar ne yapmaya karar
verirse versin, 21. yüzyıl yaşam ağında “ani ve geri dönüşü” olma-
yan değişikliklerin gerçekleştiği bir zaman dilimi olacak.3
Yerküresistemleri üzerine çalışan biliminsanları, biyosferde yaşanacak bu
dönüm noktası için oldukça kuru ve ruhsuz bir terim kullanıyor:
durum değişimi. Sözkonusu jeolojik değişimin ortaya çıktığı ekolo-
ji, ne yazık ki bu durum değişiminin neden olacağı yeniliklerle baş
edebilecek donanıma sahip olmayan insanlar tarafından yaratıldı.
Nietzsche’nin Tanrı’nın ölümünü ilan eden delisi de benzer şekilde
karşılanmıştı: Sanayileşmiş Avrupa, pazar sabahı yarı zorunlu kilise
rutininin kutsallığını azaltmış olsa da, 19. yüzyıl toplumu tanrısız bir
dünyayı hayal dahi edemezdi. 21. yüzyılda da benzer şekilde, çoğu
insan insan için gezegenin sonunu hayal etmek kapitalizmin sonunu
hayal etmekten daha kolay.4
Yeni dönemimize eşlik edecek düşünsel bir durum değişimine
ihtiyacımız var.

İlk görev dildeki zorluklarla ilgili: yeni jeolojik çağımızın Antro-
posen olarak adlandırılmasının bir sorun olduğunun farkına varmak.

Terimin Yunanca “insan” anlamına gelen kökü anthropos –“çocuk
işte” ya da “yılan yılandır” sözlerinin hatırlattığı gibi– insanın sadece
insan olduğu için iklim değişikliğine ve gezegendeki altıncı kitlesel
yok oluşa yol açtığını düşündürür. Son Buzul Çağı bittiğinden beri
insanların gezegeni değiştirdiği doğru.5

Yüzyıllar boyunca avlanma oranının yenilenme oranından biraz daha yüksek seyretmesine ila-veten iklimin değişmesi ve otlakların azalması Kuzey Amerika düz-
lüklerinde yaşayan mamutun, orangutanın Asya’nın doğusundaki6
yakın akrabası Gigantopithecus’un ve Avrupa’daki7
dev İrlanda geyiği
Megaloceros giganteus’un da aralarında bulunduğu bazı hayvanların
sonunu getirdi. Ayrıca 12 bin yıl önceki tarıma bağlı sera gazı salı-
nımları nedeniyle de küresel soğuma evresinin etkisinin azalmasından
insanların kısmen sorumlu olduğu söylenebilir.8
Büyük memelileri nesli tükenene kadar avlamak da bir mesele tabii
ama bugünkü yıkımın hızı ve boyutuyla ilkel atalarımızın yaptık-
ları arasında doğrudan bağlantı kurulamaz. İnsanın günümüzdeki
faaliyetleri, yüzyıllar boyunca aşırı avlanmanın mamut neslini yok
etmesinden çok daha farklı sonuçlara neden oluyor. Bazı insanlar ha-
lihazırda, megafaunadan mikrobiyotaya dek her şeyi geçmişe oranla
yüz kat hızlı yok ediyor.9

Bunun nedeninin kapitalizm olduğunu ve
modern tarihin 1400’lerden beri Kapitalosen olarak adlandırılabile-
cek dönemde geliştiğini savunuyoruz.10 Bu tabiri kullanmak, kapita-
lizmi ciddiye almak, onu yalnızca bir ekonomik sistem olarak değil
insanlarla doğanın geri kalanı arasındaki ilişkileri düzenlemenin bir
yolu olarak da görmek demektir.

Bu kitapta, modern dünyanın nasıl yedi ucuz şeyle meydana gel-
diğini gösteriyoruz: doğa, para, emek, bakım, gıda, enerji ve yaşam.

Bu cümledeki her kelime çetin. Ucuz pazarlığın tersidir; ucuzlatma
kapsamlı bir yaşam ağını kontrol etmeye yönelik bir dizi stratejidir.
“Şeyler” ordular, din adamları, muhasebeciler ve basın aracılığıyla
şeyler haline gelirler. Merkezde yer alan insan ve doğa varlığını, 17.
yüzyıldaki devasa bilardo toplarıymış gibi çarpışarak sürdürmez.
Yaşam kurma, çekişmeli ve karmaşık eğilimlerle dolu bir süreçtir
ama karşılıklılık esasına göre sürdürülebilir. Bu kitap, insanlarla
yaşam ağı arasındaki karmaşık ilişkiler üzerine düşünmemizi ve bu
ilişkiler vesilesiyle içinde bulunduğumuz dünyayı ve dünyanın neye
benzeyeceğini anlamamızı sağlayan bir yöntem sunmayı hedefliyor.
Biraz merak uyandırmak adına, jeolojik kayıtlardaki şu tavuk
kemiklerine, insanlarla dünyanın en yaygın kuşu Gallus gallus do-
mesticus arasındaki ilişkinin kapitalist izlerine dönelim.11 Bugün
yediğimiz tavuklar yüz yıl öncekilerden çok farklı. Bugünün tavukları

İkinci Dünya Savaşı sonrasında sarf edilen yoğun çabaların sonu-
cunda ortaya çıkmıştır. İnsanlar kaynak olarak Asya ormanlarından
serbestçe elde edilen genetik materyali kullanıp kümes hayvanlarının
en fazla kâr getirenini üretmek üzere yeniden şekillendirmeye karar
vermiştir.12 Bu kuş zar zor yürüyebilir, sadece birkaç haftada anaçlık
evresine erişir, göğsü geniştir ve jeolojik açıdan önemli sayılacak
miktarlarda (yılda 60 milyardan fazla) yetiştirilip kesilir.13 Bu ilişkiyi
Ucuz Doğa’nın bir göstergesi olarak düşünün. ABD’de halihazırda
en çok tüketilen tavuk etinin, 2020’ye gelindiğinde gezegenin en çok
rağbet edilen eti olacağı öngörülüyor.14 Bu çok fazla emek gerektire-
cektir. Kümes hayvancılığı çalışanlarına çok az ücret ödenir: ABD’de
fast food sektöründe tavuk için harcanan her 1 doların sadece 2 senti
emekçilere gider ve bazı işletmeler saatine 25 sent ödenen mahkûm
emeğini kullanır. Bunu Ucuz Emek olarak düşünün. ABD kümes
hayvancılığı endüstrisinde kanatları kesen işçilerin yüzde 86’sı üretim
hattında tekrarlayıp duran kesme ve koparma hareketleri yüzünden
acı çekmektedir.15 Bazı işverenler işçilerin kaza haberlerini görmezden
gelir; yaralanma iddialarını reddetmek de yaygın bir uygulamadır. İş-
çiler açısından bu durum, kazadan sonraki on yılda gelirlerinin yüzde
15 düşeceği anlamına gelir.16 İşçiler iyileşme sürecinde ailelerine ve
yardımlaşma ağlarına bağımlı olacaktır ve bu süreç üretim döngü-
sünün dışında kalmalarına neden olacak, süregiden işgücüne katı-
lımlarını temelden etkileyecektir. Bunu Ucuz Bakım olarak düşünün.

Bu endüstrinin ürettiği gıdalar nihayetinde karnımızı doyuracaktır
ve kasada ya da evlere serviste ödediğimiz hesabın düşük olması
sayesinde hiçbir memnuniyetsizlik duyulmaz. Bu, ucuz Gıda’nın bir
stratejisidir. Mideleri tek parça olduğu için metan gazı salmayan ta-
vuklar, ineklere kıyasla iklim değişikliğine daha az etki eder ancak
yetiştirildikleri büyük alanları sıcak tutmak gerektiğinden, fazla
miktarda yakıt kullanılır. ABD kümes hayvancılığının karbon ayak
izine en fazla katkıyı sunması da bu sebepledir.17 Çok fazla propan
kullanmadan düşük maliyetli tavuğa sahip olamazsınız: İşte size
Ucuz Enerji. İşleme tabi tutulan bu kuşların ticareti biraz riskli olsa
da imtiyaz sözleşmeleri ve devlet destekleri sayesinde –tavuklar için
soya yemi yetiştirilen (çoğunlukla Çin, Brezilya ve ABD’de18) araziye
mali ve fiziksel olarak kolay erişimden küçük işletmelerin kredilen-
dirilmesine dek– özel sektör yararına yapılan kamu harcamalarının
katkısıyla sözkonusu risk azaltılır. Bu da Ucuz Para’nın bir özelliğidir.
Sonuç olarak insan ve hayvan yaşamlarının ait olduğu kategorilere
karşı (kadınlar, sömürgeleştirilenler, yoksullar, beyaz olmayanlar
ve göçmenler gibi) şovenizmin ısrarcı ve düzenli dayatmaları bu altı
ucuz şeyin her birini mümkün kılmıştır. Bu ekolojinin yerini tespit
etmek için son bir unsura ihtiyaç vardır: Ucuz Yaşam düzeni. An-
cak bu sürecin her aşamasında –kendi sürüleriyle hayvan ıslahı için
genetik materyal kaynağı sağlayan yerliler19 ve haklarının tanınma-
sını ve refah talep eden bakım hizmetlilerinden iklim değişikliği ve
Wall Street’e karşı mücadele edenlere kadar– insanlar direnir. Doğa,
para, emek, bakım, gıda, enerji ve yaşam için yürütülen toplumsal
mücadeleye Kapitalosen’in kümes hayvanı kemiklerinin eşlik etmesi,
modern çağın en ikonik simgesinin otomobil ya da akıllı telefon değil
de tavuk nugget olmasını anlaşılır kılar.

Soyalı tavuğu plastik kaptaki barbekü sosuna banarken bunların
hepsi unutulur. Oysa fosilleşmiş izleri, trilyonlarca kuşu, onları üreten
insanlardan daha kalıcı kılacak ve insanların geçip gittiği yerleri de
işaretleyecek. Bu yüzden insanların, doğanın ve gezegeni değiştiren
sistemin hikâyesini modern dünyanın tarihçesi olarak sunuyoruz:

unutmaya çare olarak. Elbette bu kısa kitap dünya tarihinin tama-
mını kapsamaz. Dünyanın bu duruma nasıl geldiğini ortaya koyan
süreçlerin tarihidir. Bu yedi ucuz şeyin öyküsü, kapitalizmin, dünya-
nın çok küçük bir kısmının Avrupa’nın sömürgeci gücünün faaliyet
alanı dışında kaldığını gösteren aşağıdakine benzer haritalar ortaya
çıkaracak şekilde nasıl yayıldığını örneklerle açıklıyor.

Ucuz diyerek neyi kastettiğimizi ilerleyen bölümlerde tam an-
lamıyla açıklayacağız. Öncelikle bizi bu noktaya getirenin sadece
insanın bazı doğal davranışları olmadığını, daha ziyade insanlarla
biyolojik ve fiziksel dünya arasındaki kendine özgü etkileşim oldu-
ğunu delillerle göstermemiz gerekiyor.

Kapitalizmden Önce İnsan ve Doğa Hakkında Kısa Bir Rehber

İnsanların doğaya ne kadar kötü davrandığına hayıflanmak bir ata
sporudur. Platon bunu, Atina çevresindeki ortak alanların soylu halk
tarafından ağaçlandırılıp iyi korunduğu, doğanın kendi dönemin-
de olduğundan daha fazla sevildiği dokuz bin yıl öncesini anlattığı
Kritias’ta yapmıştır. Anlattığına göre, çağdaşları doğaya saygısızlık
etmiş, bayırların çıplak bırakılmasına ses çıkarmamıştı.20 Platon
Atina çevresinin tarihini –hiç şüphesiz yanlıştır– romantize ederek
anlatır.21 Bizim analizimiz onursuz tavırlara dikkat çekmek yerine
rastlantı sonucu iklim değişikliği, hastalık ya da toplumsal krizle
karşılaşan Batı Asya uygarlığının sınırdaki bir koluna ne olduğunu
gösteriyor. Hikâyemize, kapitalizmin şafağından birkaç yüzyıl önce
Orta ve Doğu Asya’nın zenginliklerine ve uygarlığına erişme özlemi
duyan fakat iklim şartları nedeniyle hayli fakir22 kalmış bir yerle,
Feodal Avrupa’yla başlıyoruz.

Ortaçağ Sıcak Dönemi, Kuzey Atlantik’te MS 950-1250 arasında
hüküm süren bir iklim anomalisidir.23 Kışlar ılıman ve ürünlerin
yetişme mevsimi uzundur. Tarım kuzeye ve yükseklere yayılmıştır:

Norveç’in güneyinde üzüm bağları filizlenmiş ve tahıl çiftlikleri Alp-
ler’den İskoçya’nın yüksek yörelerine dek uzanmıştır.24 800 yılından
sonraki beş yüzyıl içinde Avrupa’daki insan nüfusu neredeyse üç kat
artarak 70 milyona yükselmiştir.25 İngiltere’nin nüfusu 1300 yılı ci-
varında tavan yapmış ve 17. yüzyılın sonuna dek bir daha bu seviyeye
ulaşamamıştır.26 Tarımsal ürün fazlası daha da artmıştır. Her yerde
yerleşim yerleri ortaya çıkmış ve 1300 itibarıyla tarım dışında çalışan
nüfus giderek çoğalarak muhtemelen beşte bir oranına ulaşmıştır. Bu
göreceli zenginlik de yayılma iştahı uyandırmıştır. 1095’te başlayıp

Akdeniz’in doğusundaki zenginliği hedef alan, büyük ölçüde ticari-
leştirilmiş ve askerileştirilmiş Haçlı Seferleri buna bir örnektir. Haçlı
Seferleri’ne eşlik eden iki diğer fetih hareketinin, dört yüz yıl sonra mo-
dern dünyanın şekillenmesinde önemli bir yeri olmuştur. İlki, bugün
Portekiz ve İspanya’nın bulunduğu İber Yarımadası’nın Hıristiyan-
larca yeniden fethedilmesidir. Kastilyalılar ve Aragonlular, ilk Haçlı

Seferi sayesinde yarımadadaki İslam iktidarını etkisiz hale getirmeye
başlamıştır; Haçlılar da sömürge kapitalizminin bir özelliği haline
gelecek haraç yoluyla fetihlerini kârlı hale getirmiştir. İkinci hareket
daha incelikli ve etkilidir. Feodalizmin en önemli özelliği, büyük çapta
devam etmekte olan yerleşimci yayılmasını merkezi otorite olmaksızın
sürdürme kapasitesidir. Bunu yapmak için her şeyi fetheden büyük
fatih tarıma yaslanmıştır. Tarım alanları 14. yüzyılda, ormanların
azalması pahasına gerçekleşen radikal bir artışla altı kat genişleyerek
tüm Avrupa’da kullanılan toprakların üçte birini kaplamıştır.27

Feodal Avrupa, Ortaçağ Sıcak Dönemi’nin avantajını, en üst seviye-
ye ulaştığı ve iklimin daha soğuk ve yağışlı hale geldiği yaklaşık 1250
yılına kadar kullandı. Gıdanın nispeten güvencede olduğu yüzyılların
ardından kıtlık geri döndü ve tamamen farklı hava koşullarına alışkın
uygarlığa darbe indirdi. Mayıs 1315’te, muhtemelen Yeni Zelanda’daki
Kaharoa Dağı’nın püskürmesi sonucunda, Avrupa’nın bir ucundan
diğerine şiddetli yağışlar görüldü.28 Ağustos ayına dek yatışmayan
tufan, kısa süreli erken soğuk hava dalgasıyla sona erdi. Önceki yıl-
larda da hasadın yetersiz olduğu görülmüştü ancak 1315’teki yıkıcı
boyuttaydı; ertesi yılınki de öyle oldu. Avrupa’nın nüfusu sonraki
birkaç yıl içinde yüzde 20 azaldı.29 Kıta, tarihçilerin verdiği isimle
Büyük Kıtlık’tan 1322’ye dek kurtulamadı.30

O sırada farkında olunmasa da 19. yüzyıla dek sürecek Küçük Bu-
zul Çağı’na girilmişti. Küçük Buzul Çağı, feodalizmin zayıf yönlerini
açığa çıkardı. Örneğin gıda düzeni, yalnızca ılıman iklim koşulla-
rında düzgün işliyordu. Bunun sebebi derebeylerinin toprak üzerinde
resmi kontrole sahip olduğu, köylülerin de bu toprağı ekip biçtiği özel
bir sınıfsal düzenlemeydi. Derebeyleri, getirileri azalma eğiliminde
olsa da, gitgide daha fazla artı değer üretebilen kalabalıklaşan bir
köylü nüfusunu yönetiyordu. Toprak yüzyıllar boyunca yavaş yavaş
verimliliğini kaybetti, kıyıda köşe kalmış tarım alanlarını dahi işleyen
köylülerin artan nüfusu bu çöküşü kısmen örttü. İklimin değişmesi,
toprağın tükenmesine ve açlığa yol açıp milyonların ölümüne sebep
veren bir sınıfsal düzenle birlikte bir yıkım dalgası yarattı.
Bu uygarlık krizinin açıklaması, Robert Malthus’un Essay on the
Principles of Population kitabında, bir uyarıyla birlikte liste halin-
de sunulur: Çok fazla insan vardı ve yeterli gıda yoktu. Günümüze
uygun bir dille söyleyecek olursak iklim değişikliği, vasfını yitirmiş
arazilerden faydalanarak ayakta kalabilen feodalizm idaresindeki
insanların sayısını azaltarak Avrupa’nın zaptetme kapasitesini etki-
ledi. Ancak kapasitenin artması ya da azalması, kimin yönettiğine
bağlıdır. Konu o sıralarda da, şimdi olduğu gibi, aslında bir iktidar
meselesiydi. Aslında bu hikâyede Malthus, Karl Marx’a nazaran
daha az iddia ortaya koyacaktır. Nakit para ya da kolayca depolanıp
pazara sunulabilen tahıl isteyen derebeyleri topraktan zorla alınan
mütevazı artı değeri kararlı biçimde tüketiyor ve tarıma yeniden
yatırım yapmak için geride çok az şey bırakıyordu.31 Derebeyleri-
nin iktidarı ve talepleri olmasa köylüler gıda sorununu muhtemelen
çözebilir, tahılın yanında bostan ürünlerinin yetiştirildiği karma
tarıma yönelebilirlerdi. İnsan sayısı meselesine gelince, bir kurum
olarak ailenin ortaya çıkışı ve nüfus artışı, ebedi bir doğurganlık
dürtüsünden ziyade kültür, sınıf ve arazi durumuyla alakalı bir sürü
tarihi koşul tarafından şekillendirilmişti. Guy Bois’nın, Norman
feodalizmi üzerine yürüttüğü rüştünü ispatlamış çalışmasında kay-
dettiği üzere, araziyi farklı yöntemlerle işlemeye başlamak ve neyin
nasıl yetiştirileceği konusunda köylülere daha fazla özerklik ve yetki
vermek, ortaçağ Avrupa’sının üç kat daha fazla insanı beslemesine
olanak sağlayabilirdi.32 Ancak bu dönüşüm asla gerçekleşmedi ve
feodal düzenlemeler öldürücü darbe aldığı 1347’deki Kara Veba’ya
dek sendelemedi.33
Avrupa, Ortaçağ Sıcak Dönemi’nden zayıflamış olarak çıktı. İkinci
bin yılın başlangıcından beri köylüleri ve kentleri beslemek için yeterli
gıdayı üreten yapılar, değişen iklim koşullarıyla baş edemeyerek nü-
fusun giderek büyüyen bir tabakasını yetersiz beslenmeye mahkûm
etti.34 İngiliz mezarlıklarından çıkarılan 11. yüzyıla ait cesetler, in-
sanların 13. yüzyıldakilerden daha sağlıklı olduğunu göstermiştir.35

Ortaçağ Sıcak Dönemi sonunda yaşanan gıda kıtlığı, Avrupalıları
hastalıklara karşı daha savunmasız hale getirdi ve Kara Veba bu
zayıflığı kıyamete çevirdi. Avrupa nüfusunun üçte biri ila yarısını
yok ederken ortaçağa özgü bir küreselleşme fırsatından yararlandı.

Kentleşme ve ticarileşme neredeyse her yerde daha fazla insanı kent-
lere taşırken, daha fazla kenti de ticaret ağlarına kazandırıyordu.

Malların ve paranın Şanghay’dan Sicilya’ya taşındığı ticaret arterleri,
bir yandan da Asya ve Avrupa’yı süperkıtanın “hastalık havuzunda”
birleştirmişti.36
Kara Veba Ekim 1347 itibarıyla Sicilya’ya ve bundan yalnızca üç
ay sonra Cenova’ya, yani Avrupa’ya ulaştığında feodalizm çözüldü.
Bu çözülme büyük krizlerin nasıl ortaya çıktığına, iklim ve nüfus gibi
dinamiklerin iktidar ve ekonomiyle nasıl karmakarışık hale geldiğine
dair bize önemli şeyler söyleyebilir. Feodalizm tarıma dayalı birçok
uygarlık gibi agroekolojik ilişkilerini de tüketme eğilimindeydi. Feodal
yönetim altındaki sınıfsal düzenlemelere bağlı olarak nüfus arttık-
ça daha fazla insan toprakta çalışmaya başladı, avcılığın ve zararlı
otların azaltılmasıyla ürünlerin daha itinalı bir şekilde yetiştirilmesi
sonucu çiftçilik daha emek yoğun hale geldi. İnsanları tarlalarda çalış-
tırmak feodalizmin sınıfsal yapısına uygun değildi, yalnızca çöküşüne
neden oldu. Feodalizm İngiltere’de 1270’ten itibaren çökme belirtileri
gösterdi. Büyük Kıtlık’tan yarım yüzyıl önce, köylülerin halihazırda
fazlasıyla mütevazı olan beslenme düzenleri belirgin biçimde kötü-
leşti. Tahılın verimi düştü ve köylülerin beslenme düzeninin dayanak
noktası olan tahıl tüketimi kişi başına yüzde 14 azaldı.37
Medeniyetler sırf insanlar açlıktan öldüğü için çökmez (yetersiz
beslenen insan sayısı 1970’ten beri 800 milyonun üzerinde olduğu
halde uygarlığın sona ermesi ihtimali üzerinde çok az durulur).38
İşler artık “eski tas eski hamam” yürümediğinde büyük tarihsel
değişimler gerçekleşir. Muktedirlerin, gerçeklik kökten değiştiğinde
bile, geleneksel stratejilere tutunup kalma eğilimleri vardır. Feodal
Avrupa için de aynısı geçerliydi. Kara Veba yalnızca demografik bir
felaket değildi. Avrupa toplumundaki güç dengelerini de sarsmıştı.

Feodalizm yalnızca yiyecek üretmek için değil, azametli iktidarı-
nın etkisini artırmak için de çoğalan nüfusa bağımlıydı. Aristokrasi
pazarlıktaki yerini korumak için köylü nüfusunun görece fazla ol-
masını istiyordu: Toprak için rekabet eden çok sayıda köylü, köylüler
için rekabet eden çok sayıda derebeyinden daha iyiydi. Ancak Kara
Veba’nın atağa geçmesiyle ticaret ve kambiyo ağları hastalığı yay-
makla kalmayıp kitlesel ayaklanmanın da taşıyıcıları haline geldi.

Neredeyse bir gece içinde, köylü ayaklanmaları yerel yönetimleri
ilgilendiren olaylar olmaktan çıkıp feodal düzen için büyük ölçekli
tehditlere dönüştü. 1347’den sonra bu başkaldırılar eşzamanlı ger-
çekleşti; bunlar dönemsel bir krize, doğada, üretimde ve feodalizmin
iktidar mantığında meydana gelen kökten çöküşe sistem genelinde
verilen tepkilerdi.39
Kara Veba, halihazırda kırılma noktasına gelinceye kadar gerilmiş
düzen üzerinde dayanılmaz bir basınç oluşturdu. Vebanın ardından
Avrupa –Baltıklar’dan İber Yarımadası’na, Londra’dan Floransa’ya–
amansız bir sınıf savaşı alanına döndü.40 Vergi indirimi ve geleneksel
hakların yeniden yapılandırılması için köylülerden gelen talepler
feodalizmin egemenlerinin kabul edemeyeceği isteklerdi. Her ne ka-
dar Avrupa’nın hükümdarlıkları, bankaları ve aristokrasileri bu tür
taleplere tahammül edemese de bütün çabalarına rağmen status quo
ante’yi [önceki durumu] yeniden tesis edemediler. Ücretleri kontrol
altında tutarak ya da insanları büsbütün köleleştirerek emeği ucuz-
latmayı amaçlayan baskıcı kanunlar Kara Veba’nın etkisiyle ortaya
çıktı. Bunun en erken örneği vebanın ilk saldırısının pençeleri altında
yürürlüğe giren İngiltere’nin İşçi Yönetmeliği ve Kanunu’ydu (1349-
51). Bugünkü karşılığının, Ebola salgınına sendikalaşmayı daha da
zorlaştırarak tepki vermek olduğu söylenebilir. İklim değişikliğinin
emek üzerindeki etkileri, işleri eski tas eski hamam yöntemlerle sür-
dürmek için kendilerini yıpratan Avrupa’nın aristokratları açısından
fazlasıyla belirgindi. Neredeyse tamamen başarısız oldular. Batı’da
herhangi bir yerde ya da Avrupa’nın merkezinde kölelik düzeni ye-
niden kurulmadı. Köylüler ve kentli işçiler için ücretler ve yaşam
standartları, ekonominin genel boyutundaki gerilemeyi telafi etmeye
yetecek kadar iyileşti. Bu durum çoğu insan için bir rahatlamaya yol
açarken Avrupa’nın yüzde 1’inin ekonomik artı değerdeki payı azaldı.
Eski düzen bozulmuştu ve yoluna girmiyordu.

Bu bozuk düzenden kapitalizm ortaya çıktı. Egemen sınıflar es-
kiden olduğu gibi yalnızca üretim fazlası elde etmek için değil bu
fazla ürünü yaymak için de çabaladı. Doğu Asya daha varlıklıydı,
hükümdarlar sosyoekolojik sıkıntıları tecrübe etse de ayaklanmaları,
ormanların tahrip edilmesini ve kaynak sıkıntılarını kendi yöntem-
lerine dayanarak idare ettiler.41 İnsanların yaşam ağıyla ilişkisini
yeniden keşfeden bir çözüm, İber aristokrasisi tarafından –özellikle
Portekiz ve Kastilya’da– tesadüfen bulundu. 15. yüzyılın sonuna

gelindiğinde bu krallıklar ve halkları, yarımadadaki Müslüman güç-
lerle yüzyıllarca süren bir çatışmaya girdikleri Yeniden Fetih dönemi
boyunca savaştılar ve Portekiz’le Kastilya’nın sırayla, savaş ve borç
yoluyla tekrarlanan askeri seferlerine kaynak sağlamak için İtalyan
sermayedarlara son derece bağımlı hale geldiler. Fetihler nedeniyle sa-
vaş borcunun refah vaadiyle bir araya gelmesi Atlantik’teki –Kanarya
Adaları ve Madeira’daki– ilk akınları teşvik etti. Savaş borçlarının
çaresi daha fazla savaşmaktı; ödülü de yeni, geniş sınırlarda elde
edilen sömürge gelirleriydi.42

En Eski Sınırlar

Erken dönem modern sömürgecilik, sınırları tamamen yeni bir bi-
çimde kullandı. Merkezlerde nüfus yoğunluğunun artması daha
önce her zaman yerleşimin genişlemesine yol açmış, bunu da ticaret
izlemişti. Bu model 1492’den sonraki iki yüzyıl içinde tersine döndü.
Sınırlar büyük kentlerin refahının temeli sayılacaktı. Sonuçta ortaya
çıkan uygarlığın demografik ve coğrafi mantığı, önceki bin yılda ku-
rulan modelleri temelinden değiştirecekti. Finansal zenginlik, ikinci
bölümde göreceğimiz üzere, bu fetihleri mümkün kıldı. Modern
dünyanın pek çok özelliği, erken dönem Portekiz sömürgesi sınırında
ilk kapitalist ürünün üretimi sırasında ilk kez bir araya geldi. Bu ilk
kapitalist ürün şekerdi.

Modern dünyanın ilk işaret fişeklerinden biri, gıda üretimi ve
dağıtımı için yeni bir düzenin şekillendiği 1460’lı yıllarda küçük bir
Kuzey Afrika adasında yakıldı. Portekizli denizciler Kazablanka’nın
400 milden 644 kilometre daha az batısında yer alan ve “ağaçlık ada”
anlamına gelen Ilha da Madeira adını verdikleri adayı ilk kez 1419’da
fark etmişlerdi.43 Venedikli gezgin ve köle tüccarı Alvise da Ca’da
Mosto (Cadamosto) 1455’te, “Zeminde tümüyle büyük ağaçlarla
örtülü olmayan tek adımlık bir yer bile yoktu,” diye aktarmıştı.44
1530’lara gelindiğindeyse adada herhangi bir ağaç parçası bulmak hiç
de kolay değildi. Madeira’da ağaçların tıraşlama yöntemiyle kesilme-
sinin ardından iki safha yaşandı. İlk evrede ağaçların, gemi yapımı
ve inşaat işleri için kereste olarak kullanılmasıyla kazanç sağlanırken
1430’lardan itibaren de çıplak kalan orman Portekiz’e gönderilen
buğdayın üretim alanına dönüştü. İkinci evredeyse, odunun şeker
üretim sürecinde yakıt olarak kullanılmasıyla ormansızlaştırma daha
çarpıcı bir biçimde yürütüldü.

İnsanlar, primatlar ve çoğu memeli şekerin tadını sever.45 Yeni
Gine’de MÖ 6000’de keşfedilmesinden bu yana insanlar şekerka-
mışının bakımı için biyolojik açıdan neler gerektiğini kavramıştır.46

En fazla hasat özsuyuyla şiştiği zaman elde edilir ancak o dönemde
de sapı kalındır ve kesmek zordur. Kamış bir kere kesildiğindeyse
yalnızca ilk 48 saat boyunca azami şeker miktarı elde edilebilir.47
Daha sonra bitki çürümeye başlar.
Şekerkamışının hızlı üretimi gerektiren bu özellikleri, binlerce
yıl boyunca büyük miktarlarda üretim yapılmasını zorlaştırmıştır.
İşte bu nedenle Sidney Mintz, “1226’da III. Henry, Winchester
Valisi’nden kendisine büyük Winchester Fuarı’ndaki tacirlerden
mümkünse tek seferde üç libre (1,4 kilogram) İskenderiye şekeri
almasını rica etmiştir,”48 diye bildirir. “Bir seferde mümkün olabile-
cek” miktarın artırılması kolay değildi. Tek bir ailenin üretebileceği
sınırlar aşılmak zorundaydı. Yeni tekniklere ve teknolojiye yatırım
yapılması şarttı. Örneğin büyük İslam uygarlıklarına mensup İran-
lılar ve Kuzey Afrikalılar, potastan (potasyum karbonat) daha şeffaf
şeker kristalleri elde edilebileceğini keşfetmişlerdi. En iyi şeker Mı-
sır’daki İskenderiye’den gelirdi; III. Henry’nin özel olarak bu ürünle
ilgilenmesi bundan kaynaklanıyordu.49 Fakat daha fazlasını, çok
daha fazlasını üretmenin yollarını bulmak için üretimde, doğada
ve ticarette yeni denemeler yapılması gerekiyordu.
Şekeri İber Yarımadası’na 14. yüzyılda Aragon Kralı II. Jaime
(1267-1327) şeker üretim sanatında uzman Müslüman bir köleyle
birlikte getirmişti. 1420’ye gelindiğinde artık ticari amaçla yetişti-
riliyor ve Ravensburger Handelsgesellschaft gibi Alman bankaları
şekere yatırım yapıyordu. Şekerkamışı, Valencia yakınlarında kira-
lanan arazilerde köleler ve özgür işçilerden oluşan bir grup tarafın-
dan ekilip biçiliyordu.50 Yine de hâlâ az bulunuyordu ve hazır bir
pazarı vardı. 1460’lı ve 70’li yıllarda Madeira’daki çiftçiler buğday
yetiştirmeye son verip yalnızca şekerkamışı yetiştirmeye başladı.
Çok daha fazla şeker! Şekerin sınırları ilk zamanlar Atlantik’teki
diğer adalara, çok geçmeden de geniş çapta Yeni Dünya’ya kadar
hızla genişledi.51 Günümüzün palmiye ve soyaya dayanan monokül-
tür tarımında olduğu gibi ormanları temizledi, toprakları tüketti
ve haşerelerin son sürat artmasını teşvik etti.52
Bu hıza yetişmek için üretim yeniden yapılandırılmalı, çalışma
faaliyeti farklı çalışanların farklı işler yaptığı daha küçük gruplar
halinde düzenlenmeliydi. Şekerkamışı kesmekten bitap düştükten
sonra geceyi de rafine işlemi için ayakta geçiren işçilerin çalışma-
sından iyi sonuç almak açıkçası mümkün değildi. Yeni yönetim ve
teknolojiler, şeker üretiminde şili değirmenlerinden (büyük havaneli
ve dibekli makineler) ve küçük işletmelerden, çift merdaneli değir-
menlere ve kölelere dayanan São Tomé’deki büyük ölçekli üretime
geçilmesini sağladı.53 Adam Smith’in, iğne imalatının başından
sonuna tanık olduğu işbölümü karşısında hayrete düşmesinden
yüzyıllar önce insanlar, bitkiler ve sermaye arasındaki ilişki modern
üretim fikrine şekerkamışı tarlalarında biçim vermişti. Plantasyon
ilk fabrikaydı. Bu fabrika, şeker plantasyonunun yeni sınırlara
yayıldığı her seferde, São Tomé’den sonra Brezilya ve Karayip-
ler’de olduğu gibi, yeni makinelerin yanı sıra plantasyon ve şeker
değirmeninin yeniden kombinasyonlarıyla tekrar şekillendirildi.
Bu hikâyedeki tek eksik, işi yapacak insanlardı. Madeira’da bu işi
yapacak olanlar Kanarya Adaları’ndaki yerli halklar, Kuzey Af-
rikalı köleler ve bazı durumlarda da Avrupa anakarasından gelen
ücretli ırgatlardı.

Plantasyonlar ağaç, balçık, ter ve kandan oluşan levada adlı
su kanallarıyla sulanıyordu. Hâlâ 60 kilometre genişliğindeki bir
adada bulunan levada’ların uzunluğu 2100 kilometredir. Hidrolik
mühendisleri, bazen halatlarla sarkıtarak sarp kayalıklar boyunca
küçük arklar oyup akıntıyı şekerkamışı tarlalarına yönlendirmeleri
için köleleri etkin bir şekilde kullanmıştı.54 Birçok çalışan, yuvarla-
nan kayaların altında ve barajlarda açılan gediklerde can vermişti
ancak mühendisler Madeira’da suyun akışını öyle etkili biçimde
değiştirmişti ki Goa’nın ilk dükü ve Portekiz Hindistanı’nın ikinci
valisi Afonso de Albuquerque, “Nil Nehri’nin yönünü değiştirmek
için” Madeiralıların gönderilmesini rica etmişti.55 Şekerkamışının
ekilme, sulanma, hasat ve kristalize şekere dönüştürülme süreç-
lerini, Flaman ve İtalyan sermayedarlar tarafından finanse edilen

Portekizli ustalar yönetiyordu. Şekerkamışı saplarını şekere dönüş-
türmek için çok fazla yakıt harcanıyordu. Bir libre (0,45 kilogram)
şeker üretmeye yetecek şekerkamışı suyunu kaynatmak ve damıt-
mak için en azından 50 libre (23 kilogram) odun gerekiyordu. Suyla
ağırlaşan kamışı melasa ve rafine şekere dönüştürmek için kölelerin
şekerkamışı taşıdığı Madeira’nın başkenti Funchal’ın etrafına de-
ğirmenler inşa edildi. Madeira endüstrisi zirvedeyken, Avrupa’daki
sarayların şeker talebini sağlayan kazanları doldurmak için her yıl

500 hektar orman kullanılıyordu. Ancak ani canlanmaların ardın-
dan ani düşüşler yaşanır. Üretim 16. yüzyılın ilk on yılında doruk
noktasına ulaştı ve 1530’larda büyük ocakların alevleri cılızlaşıp
söndü, ağaçlarla örtülü ada çıplak bırakılmıştı. Üretim çöktü ve
yatırımcılar, yakıtı Yeni Dünya’daki ormanlardan sağlanan ve
köleler tarafından büyük ölçekte ekilen şekerin imalatından daha
fazla kazanç sağladı.56 Avrupalı zenginler şeker tüketirken şeker
de adayı tüketmişti.

Kapitalizm Madeira’yı terk etmedi, kendini yeniden türetti.57 Ya-
kıt ihtiyacının karşılanamaması ve ayrıca adada kalan yegâne ağaçlık
alanın, ulaşılması çok zor iç kesimdeki dağlık arazide bulunması
nedeniyle, harabeye dönmüş topraktan zorla kazanç elde etmek üzere
yeni stratejiler ortaya çıktı. Şekerden sonra sıra, şekerkamışı endüst-
risinin küllerinden doğacak şaraptaydı. Üzümler şekerkamışına göre
daha az emek, su ve yakıt ister. Ancak şarap da fıçı gerektirir; bu
yüzden Madeira fıçılarının kerestesi yüzyıllar boyunca en ekonomik
kaynaktan, Yeni Dünya’nın ucuz ormanlarından getirildi. Madeira
18. yüzyıla dek Atlantik köle ticareti için bir kanal olduğundan,
ticari mallar diğer yöne de akıyordu.58 Çok daha yakın geçmişteki
bir yeniden buluşla, ada bugün o korkunç tarihini turizm üzerinden
bir gelir kaynağı olarak kullanıyor.59 Sonunda Madeira’da şekerka-
mışı ekilen alanlar tükendiğinde, başka yerlerde başka ekim alanları
ortaya çıktı ve şeker tutkusu kadar belirgin olmayan güçler, adayı
ve çok geçmeden de gezegeni biçimlendirdi.


KÜNYE
Yedi Ucuz Şey Üzerinden Dünya Tarihi
Kapitalizm, Doğa ve Gezegenin Geleceği Hakkında Bir Rehber
Raj Patel ve Jason W. Moore
Kolektif Kitap
Türkçesi: Serkan Gündüz
Yayıma Hazırlayan: Müge Karahan, Banu Yılmaz
Son Okuma: Yusuf Zeybekoğlu
Kapak Tasarımı: Kolektif Tasarım
Sayfa Düzeni: Semih Büyükkurt
1. Baskı, Nisan 2019
288 Sayfa

İÇİNDEKİLER
Giriş 15
I. UCUZ DOĞA 55
II. UCUZ PARA 73
III. UCUZ EMEK 97
IV. UCUZ BAKIM 115
V. UCUZ GIDA 139
VI. UCUZ ENERJİ 159
VII. UCUZ YAŞAM 177
Sonuç 197
Teşekkür 207
Notlar 213
Kaynakça 239

Raj Patel 1972’de Londra’da doğdu. Hayatının farklı dönemlerinde Zimbabwe, Güney Afrika ve ABD’de yaşadı. Akademisyen, gazeteci, aktivist yazar 1999’daki Seattle protestolarının örgütleyicilerindendir. Topraksızlar ve Via Campesina hareketleriyle ilgilenmiş, gıda bağımsızlığı üzerine çalışmalar yürütmüştür. The New York Times çok satarlar listesine giren The Value of Nothing’in de dahil olduğu farklı kitap çalışmaları vardır.

Jason W. Moore Binghamton Üniversitesi’nde dünya tarihi ve dünya ekolojisi alanlarında dersler verir, ayrıca Dünya-ekolojisi Araştırma Ağı’nın koordinatörlüğünü yürütür. Capitalism in the Web of Life: Ecology and the Accumulation of Capital’ın da aralarında bulunduğu kitapları ve çevre tarihi, siyasi iktisat ve sosyal teori alanlarında çok sayıda ödüllü makalesi vardır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir