Costaguana’nın Gizli Tarihi – Juan Gabriel Vásquez

Londra, 1903. Kolombiyalı Jose Altamirano, adını hatırlamak bile istemediği bir Karayip ülkesinden yeni gelmiştir. Bu sırada Joseph Conrad, sonunda Nostromo adını alacak yeni romanını yazamaya çabalamaktadır. Peşinden suçluluk ve pişmanlık duygularını sürükleyen Altamirano, bir insanın ve bir ülkenin başına gelebilecek en korkunç şeylere tanık olmuştur. Conrad’ınsa, Güney Amerika’da Costaguana Cumhuriyeti adını verdiği hayali bir ülkede geçen öyküsünü tamamlayabilmesi için o bölgeden gelen birinin yardımına ihtiyacı vardır. Bu ikiz ruhların, Altamirano ile Conrad’ın buluşmasıyla 1820 Şubat’ında başlayan o sırlarla dolu hikâye ilk kez anlatılacak, “Costaguana”nın gizili Tarihi açığa çıkacaktır.

Qwery ödülü (Barselona) ile Funcion Libros & Letras Ödülü’ne (Bogota) layık görülen Costaguana’nın Gizli Tarihi, Latin Amerika Edebiyatı’nın mistizmini Joseph Conrad’ın serüvenci ruhuyla harmanlayarak okurlara eşsiz bir edebiyat deneyimi sunuyor.

Kolombiya’nın en önemli romancılarından biri kabul edilen Juan Gabriel Vásquez’den etkileyici bir roman.


“Satılık memleket” Mustafa Çevikdoğan
18/06/2010 tarihli Radikal Kitap Eki

Joseph Conrad, büyük eseri Nostromo üzerinde çalışırken yazdığı bir mektupta, hikâyenin Güney Amerika’da “Costaguana” adını verdiği bir ülkede geçeceğini söylemişti. Kolombiyalı yazar Juan Gabriel Vásquez, bu hayali ülkenin Güney Amerika gerçeklerine yansıyan izdüşümlerini Costaguana’nın Gizli Tarihi’nde anlatıyor. Nostromo’da -kim bilir hangi kaygılarla- Costaguana, Sulaco, San Tomé Gümüş Madeni olarak kullanılan sembollerin karşılıklarını yani Kolombiya’yı, Panama’yı, Panama Kanalı’nı deşifre ederken Vásquez’in dayandığı ana kurgu, romanın esas kahramanı Jose Altamirano’nun Joseph Conrad’la karşılaşması gibi görünse de alt metin baştan sonra Panama Kanalı’nın yapılışı, Kolombiya’nın uzun bir listeyi doldurabilecek olan darbeler ve iç savaşlar tarihi ile Panama?nın Kolombiya’dan koparılışının hikâyesi.

Zayıf milletlerin “dış mihraklar”ca sömürülme öykülerinin sevildiği bir gerçek. Ciddi bir nüfus, bu öyküler sayesinde kendi paranoyalarının ne kadar da yerinde olduğunu görür, tespitleriyle içten içe gururlanır. Sömürülenleri, aldatılanları kendilerine yakın hissediyor, acılarını paylaşıyor gibi görünseler de gerçekte olan, arsızca yaşanan bir tatmin duygusundan başka bir şey değildir. Bu öyküler sayesinde hem büyük güçlerin nasıl gıllıgışlı oyunlar oynadıklarına dair inançlar desteklenir hem de kendi milletlerinin nasıl da oyuna gelmeden eşsiz bir birliktelik sağladığını bir kez daha anlatmaları için fırsat doğar.

Saf hüznün tarihi
Costaguana’nın Gizli Tarihi’ni bu hamasi açıdan okumak mümkün. Ama konuya aklıselimle yaklaşmak da mümkün. Güney Amerikalı yazarların birçoğunun üslubuna sinmiş olan ironinin, sırf okura keyifli vakit geçirtme amaçlı olmadığı fark edilirse -elbet bir gün!- bu romanda anlatılanın sadece Costaguana’nın ya da Kolombiya’nın değil, akim kalmış devrimlerin, iç savaşlarda öldürülmüş binlerce insanın, yargısız infazların, kısacası Güney Amerika kıtasındaki saf hüznün tarihi olduğu görülecektir.

Belki Panama Kanalı projesinden önce Avrupa ülkeleri, sonra ABD nemalanmak istemiştir; belki kanal inşaatı defalarca sekteye uğramıştır; belki rant kavgaları yapılmıştır, onlarca siyasi oyun oynanmıştır; belki Panama eyaletine birkaç gün içinde -sadece 50 tane ABD’li deniz piyadesiyle- tek kurşun sıkılmadan bağımsızlık kazandırılmıştır(!) ve bunun için Kolombiyalı generallere verilen bir çanta dolusu Amerikan doları yetmiştir… Önemli olan kimin hangi oyunları oynadığı ya da kimin hangi oyunlara aldandığı değildir artık. Bunlar alışılmış şeylerdir ve hiçbiri bir asker kaçağı tarafından katledilen bir ev kadınının öyküsünden daha trajik olamaz.

Costaguana’nın Gizli Tarihi, klasikleri yeniden yorumlama, paralel öyküler oluşturma çabalarından biri olarak değerlendirilmemeli. Vásquez, öyküsüne zoraki dahil ettiği Joseph Conrad’ın Altamirano’dan dinlediklerini yazdığını, en rafine gerçeklerin kendi öyküsünde olduğunu söylüyor belki ama iki roman arasında ortak bir olaylar şeması ilişkisi kurmak abes: olur. Costaguana?nın Gizli Tarihi’ni Nostromo’yu besleyen yeraltı damarı olarak görmek daha mantıklı. Bu noktada Vásquez’in ısrarla koruduğu anlatıcı konumu da tartışılır… Döneminin birçok tarihi olayına birinci dereceden tanıklık etmiş olan Jose Altamirano ağzından anlatılan romanda en çok aksayan kısım, olayların tamamına aynı zamanda yargılayıcı gözle de bakılıyor olması. Yaşanmışlıkları, henüz yaşanıyorken yorumlarıyla birlikte dinlemek, dikkatli okuyucunun ilgisini çekebilir. Ayrıca hikâye bazı bölümlerde o kadar dallanıp budaklanıyor ki yazar bile ana kurguya döndüğüne bir “nerede kalmıştık” çaresizliğine başvurmaya mecbur hissediyor kendini. Buna rağmen çevirinin yetkinliği, okuyucuyu romandan koparmamayı başarıyor.

Yazarın, daha önceki çalışmalarının etkisiyle olacak, romanı bazen biyografik bir eser haline getirme çabası da ilginç. Biyografik roman yazarlarına has o bilecen edayla Conrad’ın şaibeli intihar denemelerini aydınlatma uğraşı ve Kolombiya’da yaşanan her günün karşılığını Conrad’ın hayatında da gösterme ihtiyacı da bu tavrın bir sonucu. Bu çabada Hollywood filmlerinden türeme bazı mizahi atraksiyonların edebiyata yansımasının payı var. Denizcilik hayatında bir dönem silah kaçakçılığı yaptığı bilinen Conrad’ın Kolombiya’ya taşıdığı bir silahın öyküsü romanda sinemasal yönü en yoğun bölüm mesela. Bu gibi anlatımlar, fazlasıyla Amerikanvari bir ironi taşısa da, artık sinemanın edebiyata etki etmeye başladığının ispatı olarak da okunabilir.

Güney Amerika tarihi aynı zamanda devrimlerin tarihi olmalı. Her şeyin bir oyun gibi yaşandığı garip bir coğrafya burası. Savaş bile bir oyun. Edebi metinlerinde de bizim -kahramanlık öykülerinden ibaret olan- savaş algımızı sarsan anlatımları sıkça görüyor, bu durumu yadırgayabiliyoruz. Safların bir türlü kesinleşmediği cephelerde sürekli değişen apoletler, üniforma renkleri, kendi içlerinde çatışmaya başlayan devrimciler, sakallı gerillalar, tıraşı uzamış-beyaz yakaları kir içinde-yanık tenli-bıyıklı-birçoğu basiretsiz-terli generaller, asker kaçakları, türedi milli kahramanlar, bu bölgenin romanlarında da artık ülfet getirdiğinden olsa gerek garip bir alayla anlatılıyor. Her şeyin hızlı yaşandığı, siyasi ortamın -hele o dönemde, 19. yüzyıl sonunda- günbegün değiştiği ülkelerden oluşuyor Güney Amerika. Costaguana da bu sürekli devinim içindeki kıtanın bir minyatüründen başka bir şey değil. Daha önce Marquez gibi büyük yazarlardan okuduğumuz çalkantıları, bu defa genç bir yazarın kaleminden, daha güncel bir bakış açısından görüyoruz.

Marquez’in izleri
Ülkenizden Marquez gibi bir yazar çıktıysa; size yabancı ülkelerde o büyük yazarla kıyaslanmamanız imkânsız olmalı. Kolombiyalı yazarların çıkmazı da bu olsa gerek. Hiçbir gerekçe bulunmasa bile isimlerinin kafiyeli olduğu söylenecek; ama illa Vásquez, Marquez’le bir arada anılacaktı. Vásquez’in de kelimenin en basit anlamıyla tepkisel anlatımında Marquez izleri görmek mümkün. (Bu yazının dünyada bu kitap hakkında yazılan ve Marquez’in isminin anılmadığı -muhtemelen- ilk yazı olmasını isterdim, olmadı.)
Costaguana’nın Gizli Tarihi, üslup ve içerik bakımından dopdolu bir roman. Çevirisi, Türkçe yazılmış birçok romandan çok daha ince bir dil işçiliğine sahip; Conrad’lı, Kolombiya’lı, Panama’lı, entrikalı gerçek bir Güney Amerika hüznü.

Kitaptan Bir Bölüm
Kafasından bir şey geçiyor

Kuru sezonun hüküm sürdüğü sırada Charlotte Madinier bir sabah çok erkenden bir kano kiraladı (bir keresinde kocası ile babamı taşıyan kanoya şüphesiz çok benziyordu) ve hiç kimseye görünmeden, tek başına Chagres Nehri?nde kürek çekmeye başladı. Üzerinde kocasından kalan ve meşhur ölüm sonrası yakma ayininden kurtarabildiği bir palto vardı; cepleri ağzına kadar, kocasının ilk keşif gezileri boyunca topladığı taş koleksiyonuyla doluydu. Şimdi kafasının içine giriyor (anlatıcı olarak benim buna iznim var) ve korkular, özlemler ile karmaşık düşünceler arasında, bir mantra gibi sürekli tekrarlanan, üst üste yığılmış o, ?Je m?en vais? sözcüklerini buluyorum; ceplerindeyse bazalt ve kireç taşı parçalarını buluyorum. O sırada Charlotte ellerini ceplerine sokuyor ve sol eliyle kocaman bir granit parçasını, sağ eliyle ise bir elma büyüklüğündeki mavimtırak kil topunu kavrıyor. Sanki havanın üzerine uzanırmış gibi kendisini sırtüstü suya bırakıyor ve Amerika kıtasının en eski jeolojik oluşumu olan Panama toprağı birkaç saniye içinde onu dibe doğru çekiyor.
Hayal edelim: Suya battığı sırada, Charlotte ayakkabılarını kaybediyor ve nehrin yatağına ulaştığında ayaklarının çıplak derisi dipteki kuma temas ediyor… Hayal edelim: Kulakların ve kapalı gözlerin üzerindeki su basıncını; ama belki de gözleri kapalı falan değil de tamamen açıktır ve belki de önünden geçen alabalıkları ya da nehir yılanlarını, yüzen yosunları, nemlilik yüzünden gövdelerinden kopan ağaç dallarını görmektedir. Şimdi Charlotte?un havasız göğsünün, küçük göğüslerinin ve soğuk su yüzünden sertleşen göğüs uçlarının üzerine binen ağırlığı hayal edelim. Derisindeki bütün gözeneklerin su yutmaktan bıkmış, daha fazla dayanamayacaklarının ve burunlarının dibinde onları bekleyen boğulma nedenli ölümün bilincinde olan küçük ağızlar gibi kapandıklarını hayal edelim. Charlotte?un ne hayal ettiğini hayal edelim: Ulaşabildiği yaşam (bir koca, ölmeden önce konuşmayı öğrenen bir evlat, az sayıdaki cinsel, toplumsal ve ekonomik tatmin) ve özellikle de artık ulaşamayacağı yaşam; bunu hayal etmek hiç de kolay değildir, çünkü hayal gücümüz -samimi olalım- oralara kadar ulaşamaz. Charlotte boğularak ölmenin nasıl bir şey olacağını, önce hangi duyularını kaybedeceğini, böyle bir ölümün acı verip vermeyeceğini ve acının nerede hissedileceğini kendisine sormaya başlıyor. Şimdiden havaya ihtiyaç duyuyor: Göğsünün üzerindeki ağırlık katlandı; yanakları içeri göçtü ve daha önce onların içinde bulunan hava akciğerlerin istem dışı oburluğu (ama açgözlülüğü değil) tarafından tüketildi. Charlotte beyninin uyuşmakta olduğunu hissediyor.
İşte tam o anda kafasından bir şey geçiyor. Ya da: Bir şey kafasından geçiyor.

Kitabın Künyesi
Costaguana’nın Gizli Tarihi
Juan Gabriel Vásquez
Çeviren: Süleyman Doğru
Everest Yayınları
2010
299 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir