Auguste Comte’un Üç Hal Yasası
Auguste Comte (1798-1857), modern sanayi toplumuna uygun politik yapı ve düzenlemeleri bulup, onları yetkinleştirmeyi amaçlayan felsefi bir sistem olarak pozitivizmiyle, düşünce tarihinin en etkili isimlerinden biridir. İngiliz yararcıları, evrimciler ve Marx’la birlikte, 19. yüzyıl düşüncesinin Aydınlanmanın ilerlemeciliğini, iyimserlik ve özgüvenini devam ettiren kanadında bulunur. Bu filozoflarla Aydınlanma düşüncesi arasındaki yegâne farklılık, onların ilerlemenin yegâne aracının “saf” akıldan ziyade, ampirik bilimin yöntemleriyle şekillenmiş olan akıl olduğuna inanmalarından kaynaklanır. Dolayısıyla, bilim temelli, bilimsel yönelimli veya bilimci Comte da metafiziği tümden reddederken, Avrupa’daki endüstrileşme ve kentleşmenin bir yandan da büyük iktisadi ve sosyal problemler doğurduğuna inandığı için onun ilgi odağına sosyal felsefe geçer.
Başka bir deyişle, Comte da bilimin gelişiminin insana ve topluma kendisini sınırsızca geliştirme ve kendisi için her bakımdan tatmin edici bir çevre yaratma imkânı sağladığına inanır. Bununla birlikte o, bilimin veya endüstrileşmenin eski zamanlarda hiç söz konusu olmamış olan büyük sosyal problemlere yol açtığını da görmüştür. Dahası, Comte doğabilimleriyle insan bilimleri, yani fiziki doğaya ilişkin muazzam bilgiyle insan ve toplum konusunda hüküm süren mevcut cehalet, yeni bilimsel yöntemlerin insana ve topluma ilişkin araştırmaya uygulanamamasının sonucu olan inanılmaz bilgisizlik arasındaki orantısızlığı da görmüştür. Dolayısıyla o, yeni bir insan bilimi yaratarak, bu bilimi Endüstri Çağı’nda ortaya çıkan sosyal problemleri çözmek için kullanmanın tutulabilecek yegâne yol olduğunu düşünür. Bilimin doğuşuna katkıda bulunduğu problemleri çözmek için yine bilimi yardıma çağırmak gerektiğini düşünen Comte için böyle bir bilimi, pozitivist, bilimsel sosyolojiyi yaratmak oldukça kolay bir iş olmak durumundadır.
Comte’un bilimsel bir sosyolojinin imkânıyla ilgili olarak bu kadar iyimser olmasının en önemli nedeni, elbette onun, tıpkı yüzyıl öncesinin Aydınlanmacıları gibi, insanın rasyonalitesine ve evrenin düzenine beslediği inançtır. Bununla birlikte o, Aydınlanmanın bütün insanların ya da insanların büyük bir çoğunluğunun rasyonel olup, soğukkanlı ölçüp biçmelere, akli ya da bilimsel analizlere göre eyledikleri kanaatini yitirmiştir. Bunun yerine, insanların çoğunda, aklın değil de duygu ve tutkuların egemen olduğunu, sadece az sayıda insanın ya da bazı seçkinlerin soğukkanlı davranıp doğru kararlara varmada bilimin verilerini, uygun eylem tarzlarını belirlemede bilimsel yöntemi kullanmaya muktedir olduğunu düşünür. Öyleyse yapılacak şey, toplumu bu seçkinlerin yönetmesini sağlamak ve sosyal problemlerle gereği gibi baş edebilmeleri, insanları ve toplumu ıslah edebilmeleri için ihtiyaç duydukları bilimsel bilgiyi onların hizmetine sunmaktır. Comte bu yüzden hem problemlerin standart ve değişmez çözümleri bulunduğuna ve hem de az sayıda insanın bu çözümlerin bilgisine sahip olup onları hayata geçirmeye muktedir olduğuna inanmak bakımından, Platonik gelenek içinde yer alır.
Comte’un pozitif felsefesi, şu halde, bir “saf” felsefeden ziyade, bir “dünya görüşü”nü veya bir “ideoloji”yi tanımlar. Bunun daha iyi kavrayabilmek için Comte’un pozitif felsefesini Alman idealizmi ve Kant’ın eleştirel felsefesiyle karşılaştırmakta yarar olabilir. O, metafiziği alenen ve büyük bir güçle reddettiği için ilk bakışta, hiçbir iki felsefe birbirine, Comte’un pozitivizmiyle Fichte ve Hegel’in idealizminin olduğundan daha zıt görünemez. Ama terminolojik farklılıklar bir yana bırakıldığında, idealistler arasında metafizik diye geçen düşünüşler ve iddialar bütününün Comte’ta “pozitif felsefe” kisvesi altında ortaya çıkan spekülasyonlardan pek o kadar uzak olmadığı görülebilir. Çünkü idealistler için metafizik, bir “üst-fizik” ya da “süper-fizik” olmayıp, bir temel ideoloji ya da Weltanschauung’dur; öte yandan, Comte da pozitif felsefesini hiçbir zaman ampirik bilimin kendisinin bir parçası olarak düşünmemiştir. İdealizmle pozitivizm arasındaki en temel farklılık, öyleyse ideolojik bir farklılıktır. Buna göre, Fichte ve Hegel gibi Alman idealistleri ideolojik açıdan, Hıristiyan geleneğinin temel değerleri olarak gördükleri birtakım manevi değerleri, farklı bir düzlemde ve dönüşüme uğramış bir tarzda da olsa, korumak isteyen muhafazakârlardı. Oysa Comte, Ortaçağ Hıristiyanlığının genel çerçevesinden artakalan her ne varsa onu yakıp yıkmak arzusuyla tutuşan biri olarak, din, metafizik ve idealizmin bütün unsurlarından arındırılmış bir yeni kültürün, modern bilimin sağlam zeminine oturtulmuş hümanistik kültürün, yeni bilim ideolojisinin mutlak savunucusu ya da temsilcisiydi.
Kant’a gelince… O da klasik ya da spekülatif metafizik ve teolojiye, Comte’tan daha az olmamak üzere karşı çıkmıştı. Bununla birlikte, bilimsel kavrayışın ötesinde kalan kendinde şeylerden söz etmenin bir şekilde anlamlı olduğunu inkâr etmek, Kant’ın aklından hiç geçmedi. O, ampirik bilime uygun düşen entelektüel faaliyet dışında başka hiçbir rasyonel faaliyet alanı bulunmadığını da hiçbir zaman düşünmedi. Bu nedenle, onun akıl eleştirisi aklın ya da rasyonel faaliyetin bilimde asla tüketilemeyeceğini ifade eden geleneksel görüşe hiçbir şekilde meydan okumaz. Onun gözünde, iddialarından artık bilgi diye söz etmek pek mümkün olmasa da etik, din ve sanatın bir yeri, anlamı ve da mantığı vardır. Oysa Comte, yegâne bilgi türü ya da formu olarak gördüğü bilimi eleştirel bir tarzda temellendirmek için bilimin dışına çıkmayı hiçbir zaman düşünmez. Hoş zaten onda rasyonalitenin biricik standardı bilim olup, bilimin kendisi de temellendirilmeye muhtaç değildir. Dolayısıyla o, etik, teoloji ya da metafiziği bilginin bütünüyle dışında kalan alanlar olarak görme tavrını, sadece onların bilgi iddialarının bilimsel araştırma yöntemleriyle hiçbir şekilde temellendirilemeyeceği olgusuna dayandırır. Başka bir deyişle, Kant’ın bilime karşı eleştirel bir tavır aldığı, bilimi temellendirmeye çalıştığı yerde, Comte bilim karşısında “pozitif” veya “dogmatik” bir tavır takınmıştır. Bilimin betimlediği dünya onun gözünde gerçek ve biricik dünyadır; bilimin yöntemi de olabilecek yegâne yöntemdir, yöntemin bizatihi kendisidir.
Benzeri bir farklılık, Comte’la onun özgün olmadığı iddia edilen felsefesinin temelinde bulunan İngiliz ampirisizmi arasında ortaya çıkar. Locke ya da Hume gibi İngiliz ampiristleri düşüncelerini insanın bütün ide ya da düşüncelerinin kaynağında duyu izlenimleri bulunduğunu göstererek temellendirmeye çalışmışlardı. Onların ampirisizmleriyle ilgili temellendirmeleri, psikolojik bir temellendirmeydi. Oysa Comte ampirisizm bağlamında böyle bir psikolojik açıklama ya da temellendirmeyi reddeder ve ampirik bilimin yöntemleriyle doğrulanamayan bir bildirim ya da önermenin kendisine inanılmaya değer olmayan bir iddia olduğunu öne sürerken, ampirisizminin baştan sona pozitivist bir görüş olduğunu ilân eder. Başka bir deyişle o, ampirisizmi açıkça, bilimsel olmayan bütün düşünce tarzlarını yıkmak ya da ortadan kaldırmak için kullanır. Çünkü Comte bir filozof olarak görevinin, bilimsel olmayan terimlerle düşünmenin dışında, geleneksel teoloji ve metafiziğin önermelerini bilimsel olmadıkları gerekçesiyle reddetmesinin yanı sıra, her daim ve salt bilimsel terimlerle düşünecek bir zihniyet yaratmak olduğunu varsayar.
(a) Üç Hal Yasası
Comte, düşünce tarihinde, pozitivizmini ve dolayısıyla bilimciliğiyle ilerlemeciliğini olabilecek en iyi şekilde ifade eden meşhur “üç hal yasası”yla tanınır. Batı düşüncesine 17. yüzyıldan itibaren yayılan ilerleme kavramına sımsıkı bağlanan Comte, ayrıca Batı felsefesinde etkisini Hegel’den itibaren duyurmaya başlayıp 19. yüzyıla damgasını vuran “süreç” kavramını benimser. Hegel’in felsefi düşünceye yaptığı oldukça önemli bir katkıyı ifade eden süreç idesi, Comte’ta modernitenin bilime dayalı gelişme ve ilerleme düşüncesini ciddi ve önemli bir dönüşüme uğratarak, ona büyük bir güç kazandırır.
Buna göre, 17. yüzyılın modern filozofları, başta Hobbes ve Descartes olmak üzere, bilginin statik bir gerçekliğin bilgisi, bilimin de statik bir yapının analizinin sonucu olduğuna inanıyorlardı. Hobbes adından da belli olduğu gibi, bu durum ampiristler için de geçerliydi, zira 17. ve 18. yüzyıl filozofları geometrik bir ideale bağlanmış olup, evrenin dilinin matematiksel olduğu inancını ve insandan bağımsız değişmez ezelî-ebedi hakikatler düzeni bulunduğu kanaatini benimsemişlerdi. Kant için de fazlasıyla geçerli olan bu durum, gerçekliğin statik değil dinamik olduğunu öne süren Hegel’le birlikte değişti. Zaten onun diyalektik yöntemi de gerçekliğin dinamik olduğu ve dolayısıyla, kendisinden önceki filozofların doğru ya da uygun olduğuna inandıkları yöntemden farklı bir analizi gerektirdiği inancının bir sonucuydu. Bununla beraber, Hegel gerçek olanın rasyonel olduğuna inanıyordu. Hegel’in süreç anlayışını kabul ederken, onun rasyonalist tezini reddeden Comte, bunun yerine fiili, dinamik sosyal sürece yoğunlaşmış ve bu sürecin yasalı yani yasaya bütünüyle uygun düşen bir süreç olduğunu öne sürmüştür. Comte söz konusu yasayı, gerçek ve rasyonelin nasıl olması gerektiğiyle ilgili bir düşünce yerine, tarihsel sürecin bizatihi kendisine ilişkin bilimsel ve ampirik bir araştırmadan türetir.
İnsan ve topluma doğabilimlerinin ampirik yöntemlerini uygulamak isteyen Comte’ta ünlü üç hal yasası, şu halde ampirik bir hipotez olarak karşımıza çıkar. O, insan zihninin ve beşeri toplumun gelişiminin tarihsel bir tasviri olmanın ötesinde, giderek aydınlanan insanlığın seçmesi gereken doğrultuyu belirleyen veya dikte eden entelektüel bir ilerleme ve özgürlük yasası olarak öne sürülür. Comte daha 1822 yılının başlarında henüz Saint-Simon’un çırağıyken, “insan ırkının –alt kuyruksuz maymunlardan daha gelişmişlere doğru– hangi sabit dönüşümlerden geçtiğini, Avrupa uygarlığının günümüzde kendini içinde bulduğu duruma kademeli olarak nasıl yöneldiğini ortaya çıkarma”yı kendisine ödev olarak alır. Bununla da kalmayıp, insanlığın evriminin bireysel zihnin evrimiyle paralellik gösterdiğini, insanlığın da kendi gelişimi içinde çocukluk, ergenlik ve olgunluk evrelerinden geçtiğini düşünür.
Comte’un sırasıyla teolojik, metafizik ve pozitif evrelerden meydana gelen söz konusu üç hal yasasının temel özellikleri şöyle sıralanabilir: (1) “Büyük ihtimalle Condorcet’den alınan” ilk özelliğe göre, sosyal dünya, kültür ve düşünce sistemlerinin egemen olduğu kültürel ve yapısal boyutlar sergiler. (2) İnsan zihninin evriminde her ardışık evre veya alt evre zorunlu olarak bir öncekinden gelişir, yani bir gelişme evresi sonraki gelişme evresi için gerekli koşulları yaratır. Örneğin, doğaüstüne gönderimle açıklama girişimleri olmadan, sonraki ayrıntılı açıklama girişimleri mümkün olmaz veya akrabalık sistemleri olmadan sonraki siyasal, hukuki ve askeri gelişmeler yaşanmaz ve modern işbölümü mümkün olmaz. Önce bu oluşumlar tamamlanacak ve ardından yeni toplumsal ve kültürel düzenlemeler hâkim olacaktır. Comte’a göre, yeni sistemin inşası eskisi yıkılmadan ve eski zihinsel düzenin potansiyelleri tükenmeden gerçekleşemez.
İşte bu yüzden, (3) evrimin yönü katkılı olmak durumundadır. Yani, yeni düşünceler ve yapısal düzenlemeler eskiye katkıda bulunup, onun üzerine kurulur. Örneğin, ne akrabalık ne de doğaüstüne referanslar ortadan kalkar. (4) “Comte esasen insan zihninin gelişme ve ilerleme evrelerine odaklanmış olsa da bu evrelerin toplumsal organizasyonunun sosyal düzen biçimleri, toplumsal birim tipleri ve insan hayatının maddi koşullarının gelişim evreleriyle paralellik içinde olduklarını vurgular.” Yani, bütün bunlar ilerleyici entelektüel gelişimlerdeki değişimlere benzer biçimde evrimleşmişlerdir. (5) Yeni düzenin, eskisinin ölüm sancılarından düzgün biçimde ortaya çıkması beklenemez. Bir sosyal sistemden başkasına geçiş asla sürekli ve doğrudan olamaz. İnsanlık tarihi alternatif “organik” ve “kritik” dönemlerin damgasını taşır. “Organik dönemler”de sosyal istikrar ve entelektüel uyum hâkimdir, toplumsal bedenin farklı parçaları denge içindedir. Fakat “kritik dönemler”de, aksine, eski kesinlikle altüst olur, gelenekler gücünü yitirir ve toplumsal gövde bir dengesizlik içine girer. Ancak onlar yeni organik bir durumun başlaması için gerekli başlangıçlardır.
(6) Metafizik evre geçiş evresidir, teolojik spekülasyon ve pozitivist felsefe arasında köprü görevi yüklenir. (7) Kültürel düşüncelerin doğası, hangi toplumsal düzenlemelerin mümkün olduğunun sınırlarını çizerek, toplumsal-yapısal (dünyevi) düzenleme türlerini belirler. (8) Pozitivist evreyle birlikte toplumun nasıl işlediğini anlamak ve onu böylece statik ve dinamiğin yasalarına göre yönlendirmek mümkün hale gelir. Ancak (9) toplum düz bir çizgide ilerlemediği için hareket her zaman iniş çıkışlıdır. (10) Evrenin doğasıyla ilgili bütün düşünceler bu yasanın ilkelerine bağlı olsalar da bazı düşünceler bu üç evreden diğerlerine göre daha hızlı geçerler. Benzer şekilde, toplumlar da bu evrelerden zorunlu olarak ancak farklı düzeylerde geçerler. (11) Her evreye özel bir “ruh” ve dünyevi veya yapısal koşullar eşlik eder.
Comte, bu insani ilerleme açıklamasının “entelektüel evrimin en üst ilkesi” olduğunu sürekli vurgulasa bile, ilerlemede nüfus artışı, işbölümü gibi başka nedensel faktörlerin de varlığını kabul eder. Örneğin, nüfus artışları toplumsal ilerleme düzeyinin temel bir belirleyicisi olarak kabul edilir. İşbölümünü toplumsal evrimin itici gücü olarak gören Comte, sadece zorunlu değil aynı zamanda tersine çevrilemez olduğuna da inandığı üç hal yasasının doğruluğunu iki şekilde kanıtlamaya çalışır. O, öncelikle tarihe dayanır ve tarihin gerçekten de her bilim veya bilgi dalının, bir gerileme olmaksızın, sırasıyla bu üç halden geçtiğini açıklıkla gösterdiğini savunur. İnsan zihninden bilimleri, insan zihninin gelişiminden bilimlerin ilerlemesi ve gelişimini anlayan Comte açısından, bilimlerden birçoğunun henüz müspetleşmediği doğru olsa bile, şimdiye kadar onların da pozitifleşen bilimlerin izlediği yolu takip ettikleri açık olsa gerektir.
Fakat o, tarihsel bir bilimler incelemesiyle yetinmez ve üç hal yasasını insan doğasından da çıkarsamaya çalışır. Başka bir deyişle, bilimlerin tarihi kendisine ne kadar açık ve yasayı doğrular nitelikte görünürse görünsün, Comte yasayı anlaşılabilir bir tarzda düşünmek ister ve bu amaçla psikolojiye başvurur. Ona göre, insan doğayı ilk olarak ancak teolojik yapıda bir felsefe yoluyla yorumlamaya başlayabilirdi. Çünkü tamamen kendiliğinden oluşan ve kendinden önce gelen başka bilgilere hiçbir ihtiyaç duymayan yegâne felsefe, budur. Ve insan, unutulmamalıdır ki, olup biten her şeyi, bütün faaliyetleri ilkin kendi faaliyetlerinin oluşturduğu modele göre düşünür. Olup bitenleri veya olayları anlamak için faaliyetleri işleyiş tarzını bildiğini düşündüğü kendi faaliyetlerine benzetir. İnsan kendisine çok doğal gelen böyle bir açıklama tarzına kendini vermeye hep hazırdır. Bugün bile insan, pozitif bilim yolunu bir an olsun unuttuğu, bir olayın vücuda geliş biçimini aramaya kalkıştığı zaman, kendisininkine az çok benzeyen bir faaliyet tasarlar. Comte’un, Tanrı hakkında bir şeyler söylemeye kalkışan metafizikçiler arasında en mantıklı olanların Tanrıyı kişileştirenler olduğunu düşünmesinin nedeni de budur.
1. Evre: Teolojik Hal
Comte’un söz konusu üç hal yasasına göre, entelektüel ilerlemenin birinci evresi teolojik evreden oluşur. Bu evre, başka şeyleri çok büyük ölçüde insan zihniyle kurulan analojiler yoluyla düşünen ve doğal fenomenlere insana özgü duygu ve iradi fonksiyonlar atfeden bir zihniyetle seçkinleşir. Burada insan düşüncesi tamamen antropomorfik ve animist bir görünüm kazanır ve her şeyi amaç, irade ve ruh kategorileriyle değerlendirerek, bir şeyin varoluşunu ona yüklenmiş olan amaç veya onda mevcut olduğuna inanılan ruh yoluyla açıklar.
Teolojik düşünüş veya bilincin en önemli özelliği, bu evrede “nasıl” ve “neden” soruları arasındaki ayrımdan habersiz olunması ve dolayısıyla, “açıklama” ve “temellendirme” arasında hiçbir ayrım yapılmamasıdır. Söz konusu teolojik bilinç açısından, dünya manevi bir düzen olarak görülür, öyle ki bu düzende şeylerin harekete geçirici, canlı güçleri onları belirli bir biçimde davranmaya iten etkin güçler, failler olmak durumundadır. Başka bir deyişle, bu aşamada bütün fenomenler kişileştirilir ve her süreç bir eylem olarak değerlendirilir. Burada, olup biten her şey sadece olup bitmiş bir şey değil, aynı zamanda yapılmış, kendisine maruz kalınmış veya başarılmış bir şey olmak durumundadır.
Teolojik evre üç alt bölüme ayrılır: Bunlardan ilki, her nesnenin kendine ait bir iradeye sahip olduğunun düşünüldüğü animizm veya fetişizm evresidir. Burada fizik nesneler, duyguları ve amaçları olan canlı varlıklar olarak değerlendirilir. İkincisi, çoğulcu animizmin kademeli bir basitleştirilmesinin yaşandığı politeizm evresidir. Comte’a göre, burada Tanrılar, fenomenleri veya nesne öbeklerini yöneten görünmez güçler olarak tasarlanır. Üçüncüsü ise bütün güçlerin artık evreni yarattığına ve yönettiğine inanılan tek bir Tanrıda toplandığının düşünüldüğü monoteizm evresidir.
2. Evre: Metafizik Hal
Comte’un üç hal yasasında, kendisini söz konusu altbölümlerde dışa vuran teolojik bilinci metafizik bilinç izler. Başka bir deyişle, onun entelektüel ilerleme yasasında teolojik evreden sonra metafizik evre gelir. Bu evrenin karakteristik özelliği, kişisel bir iradenin yerine soyutlamaların geçirilmesi, istek ve arzuların yerini nedenler ve güçlerin alması ve Doğa adı verilen tek ve devasa bir kendiliğin hüküm sürdüğünün düşünülmesidir. Comte’a göre, metafizik bilinçte ilk olarak animist düşünme eğilimi ortadan kalkar. Metafizikçi doğayı, artık Tanrı tarafından yaratılmış manevi bir düzen olarak değil, evrenin düzenini açıklamak için kabul edilmesi kaçınılmaz bir ilk ilke veya ilk neden olarak görür. Animizmin izleri varlığını bir şekilde sürdürmekle beraber, amaç veya irade düşüncesi bu evrede bir şekilde buharlaşır ve fikri bir soyutlamaya dönüşür. Artık söz konusu olan, doğaya canlılık atfetmekten ziyade, fikirler veya kavramları şeyleştirmek, rüzgâra duygu veya denize amaç yüklemekten çok, kavramlara taşın, toprağın gerçekliğinden hiç de daha az olmayan bir gerçeklik yüklemektir. Bu evrede, özler, potansiyel güçler veya doğalar kendinden kaim güçler veya kendilikler olarak evrenin nüfusuna ciddi katkılar yaparlar ve onlara, şimdiye kadar ruhlara veya tinlere atfedilen nedensel etkinlik yüklenir. Teologların görünmez tanrılarının yerini doğa dünyasındaki düzeni belirleyen güç olarak logos veya akıl alır. “Neden” kavramını “sebep” kavramıyla özdeşleştiren metafizikçi şeylerin nedenlerini sadece akılyürütmeyle açıklayabileceğini düşünür. O, zorunlu varlık adını verdiği Tanrının varoluşu için apaçık doğrulardan hareketle tümdengelim yoluyla oluşturulmuş kanıtlar ortaya koyar.
Metafizik halin sonuna realizmle nominalizm arasında geçen, tümel kavramın statüsüyle ilgili kavgayla erişildiğini, bu kavganın, realistlerle nominalistlerin varoluş problemine salt mantıksal analiz yoluyla bir çözüm getirilebileceğine inanmaları nedeniyle hâlâ metafizik bir tartışma olduğunu öne süren Comte, Kant’ın metafizikle ilgili değerlendirmesini bir yönüyle paylaşır. Çünkü o da tıpkı Kant gibi, metafizik bilginin imkânsızlığını kabul eder. Dahası o, yine Kant gibi, metafiziğin insandaki çok doğal bir yönelimi ifade ettiğini düşünür. Fakat Kant’tan farklı olarak, metafiziğin ya da söz konusu yönelimin çok temel veya asli bir değeri olduğunu reddeder. İnsan zihninin sadece olgun olmayan bir evresinde ortaya çıkan metafizik düşünüş bir şekilde yok olmaya mahkûmdur. Aslında metafiziğin kendisi, teolojinin gerçek ilerlemenin önünde engel oluşturan bir kalıntısından başka bir şey değildir. Onun metafizik düşünüşü entelektüel ilerlemenin tarihindeki bir evre olarak alması, metafiziği sadece ait olduğu tarihsel bağlamıyla açıklamaya çalışması da yüzyılın ilerlemeye, gelişmeye, rölativizme ve tarihselciliğe vurgusu ışığında anlaşılabilir.
3. Evre: Pozitif Hal
Comte’a göre, tümeller problemi veya kavgası gibi sahte ya da sözde problemler yararsız kavgalar oldukları gerekçesiyle bir kenara atıldığı takdirde ve sadece pozitif bilimin insan bilgisinin tümünü meydana getirdiğine inanıldığı zaman, entelektüel ilerlemenin üçüncü evresi olarak pozitif hale ulaşılacaktır. Burada açıklamanın ampirik hipotezler veya gözlemlenebilir fenomen kategorileri arasındaki sabit ilişkileri betimleyen yasalar yoluyla sağlandığına inanılır. Kabul edilen yegâne “nedensel bağlantılar” olgu kategorileri arasındaki doğrulanabilir korelasyonlardır. Bu evrede aklın görevi, bilimsel hipotezler arasındaki geçerli mantıksal ilişkilerin izini sürmekle sınırlandırılır.
Tarihsel gelişmenin, tıpkı Hegel gibi, fikirler ve kurumların birbirine denk düşen hareketi olduğunu belirten Comte’un üç hal yasasında, her evre sadece belli bir zihinsel gelişme tarzını, münferit bir entelektüel gelişme biçimini ifade etmez. Entelektüel gelişmeye tekabül eden maddi bir gelişmeyi, bir toplumsal düzen ve siyasal egemenlik biçimini de tanımlar: “Teolojik evre rahiplerin egemenliği ve askerlerin yönetimi altındadır. Kabaca Ortaçağa ve Rönesans’a karşılık gelen metafizik evre Kilise görevlileri ve kanun adamlarının egemenliği altındadır. Henüz şafağında olan pozitif evre sanayiciler ve bilimsel ahlak rehberleri tarafından yönetilecektir. Benzer şekilde, ilk evrede aile prototip toplumsal birimdir, ikinci evrede devlet toplumsal planda öne çıkar ve üçüncü evrede insan ırkı etkili toplumsal birim haline gelir.” Söz konusu üç evrenin temel kültürel ve yapısal özellikleri şöyle tablolaştırılabilir:
(b) Bilgi Teorisi
Comte üçüncü evreyi karakterize ederken bilgi teorisini de açıklıkla ifade etmiş olur. Buna göre, onun bilgi anlayışı sözcüğün en genel anlamı içinde ampirist bir teoridir. Bilgiyi bilimsel bilgiyle sınırlayan Comte’un gözünde bilimsel düşünce bir önermenin ya da hipotezin geçerliliğini belirlemede gözlemin sınamasını kabul eden düşünmedir. Onun ampirist ve pozitivist bilimsel yöntem yorumu, şu halde, bilimsel yöntemin gözlemle başlayıp deneyle devam ettiğini ifade eder.
Bununla birlikte, bilim kesinlikle gözlem kayıtlarından daha fazla bir şeydir. Sözgelimi, fizik gibi bir bilim, asla zengin bir münferit ve dağınık olgular bileşiminden değil, fakat bu olguları başka olgulara sistematik bir biçimde bağlayan genel hipotezler ve teorilerden oluşur. Başka bir deyişle gerçek bilim, bu olguların birbirleriyle bağlantılarının kurulduğu ve hepsinden önemlisi bireysel olgular birbirleriyle yasa benzeri ilişkiler içinde bulunan olgu kategorilerinin üyeleri olarak görüldüğü zaman ortaya çıkar. Böylelikle, gerçek bilimin formüle etmesi gereken yasalar iki farklı türe ayrılır: Bilimsel bir teori tarafından betimlenen ilişkiler “birlikte olma” ilişkileriyse, burada söz konusu olan yasa, statik yasadır; fakat ilişki “ardışıklık” veya “süreklilik” ilişkisiyse, yasa bu kez dinamik bir yasa olmak zorundadır.
Comte bu şekilde tanımladığı bilimleri sınıflarken, bilimlerin ideal birliğini savunur. Fakat o söz konusu ideal birlik konusunda indirgemeci bir tavır takınmaz. Başka deyişle, sözgelimi, sosyolojiyi biyolojiye, biyoloji de fiziğe indirgeyen bir yaklaşıma şiddetle karşı çıkar: “İçtenlikle inanıyorum ki tüm fenomenleri tek bir yasayla tümel açıklama girişimleri, büyük bir hata, en yetkin zihinler tarafından denendiği zaman bile, bir hayaldir. Ben insan zihninin araçlarının çok zayıf olduğuna ve evrenin böyle bir bilimsel olgunluğa ulaşamayacağımız kadar karmaşık olduğuna kanaat getirmiş durumdayım.” Bilimlerin birliğini savunan Comte’a göre, gerçekte, bilimsel önermeleri bilimsel olmayanlardan ayıran salt mantıksal kriterler veya evrensel yöntemler yoktur. Farklı bilimlerin pratiklerinden bağımsız hiçbir yöntemin olmadığını savunan tarihselci bir pozitivist anlayışa sahip olan Comte, bilimsel bilginin tarihsel bir süreç olduğunu, kavramlar ve teorilerin değiştiğini, bu yüzden bilimle ilgili bir önermenin tarihsel süreçle ilgili bir önerme olması gerektiğini öne sürer. Ayrıca, ona göre, bilimi oluşturan şey, sadece evreler veya aşamalara değil, aynı zamanda söz konusu bilimsel objenin özgül özelliklerine de bağlıdır. Dolayısıyla, farklı bilimleri tek bir tipe indirgemek mümkün değildir.
Comte’un bilimler sınıflamasının kaynağı, büyük ölçüde, bilimlerin yasalarının kapsamları veya genellikleriyle ilgili farklılıklardır. Onun, bilimlerin soyuttan somuta doğru ilerlediklerini ortaya koyan sınıflamasında, bilimler birbirlerine dayanmakla birlikte, her birinde söz konusu yasalar farklılık gösterir. Bilimler, artan komplekslik ve azalan genellik dereceleriyle ortaya çıkarlar. Mekanik ve fiziğin yasaları oldukça basittir ve büyük küçük, canlı veya cansız bütün doğal fenomenler için geçerlidir; kimya daha kompleks ve geneldir; hiçbir kimyasal etkiye sahip olmayan birçok olgu vardır ama fiziksel etkiye sahip olmayan hiçbir kimyasal olgu yoktur. Biyolojinin yasaları daha komplekstir ve onlar sadece canlı bedenler için geçerlidir. İnsan toplumlarının yasaları daha da kompleks, ama daha az geneldir. Bu beş büyük bilimin temelinde bir araç olarak, en soyut ve en genel bilim olan matematik bulunur. Astronomi, matematiğin incelediği sayılara ek olarak kuvvet ve kütle konularını ele alır. Fizik ısı ve elektriği inceler. Kimya organik hale gelmeyi, biyoloji canlı varlıkları, Comte’un kurucusu olma şerefine eriştiği sosyal fizik veya sosyoloji ise toplumu ele alır: Böylece, “… pozitif felsefe … beş temel bilime ayrılır; astronomi, fizik, kimya, fizyoloji ve son olarak da sosyal fizik.”
Bilimler Hiyerarşisi
Comte’a göre, tıpkı insanlığın sadece belirli evrelerden geçerek ilerlemesi, birbirini izleyen her evrenin öncekilerin başarıları üzerine kurulması gibi, bilimsel bilgi de belirli evrelerden geçerek ilerler. Fenomenler hakkındaki düşünceler, her biri bir sonrakinin koşullarını yaratan teolojik, metafizik ve pozitif evrelerden geçmek zorunda olsalar da farklı bilimler farklı oranlarda ilerledikleri için bir evreden ötekine geçişte önemli bir fikir kargaşası yaşanır. Ona göre, “bir bilgi türü pozitif evreye, genellik, basitlik ve diğer bilgi dallarından bağımsızlığı oranında ilk olarak ulaştığı” için tüm doğabilimlerinin en geneli ve en basiti astronomi ilk önce gelişmiş, zaman içinde onu fizik, kimya, biyoloji ve son olarak sosyoloji izlemiştir. Nitekim Comte’a göre, inorganik dünya en basit olduğu ve organik fenomenler inorganik fenomenlerden meydana geldikleri için fizik evren hakkındaki düşünce pozitif evreye organik dünya hakkındaki anlayışlardan önce ulaşır. Bu yüzden pozitif evreye ulaşan ilk bilim astronomidir, onu sonradan fizik ve kimya takip etmiştir. Organik fenomenler üzerine düşüncenin daha pozitivist veya daha bilimsel olmasını mümkün kılan şey, söz konusu üç bilimin de pozitivist (bilimsel) evreye ulaşmış olmasıdır. Metafizik evreden pozitif evreye geçen ilk organik bilim Comte’a göre, biyoloji veya fizyolojidir. Biyolojiyle birlikte, artık pozitivist bir öğreti, yani sosyoloji 17. ve 18. yüzyılın metafizik spekülasyonlarından (ve teolojik düşüncenin artıklarından) kurtulup pozitivist bir düşünce biçimine dönüşecektir.
Sosyolojinin en geç ortaya çıkan bilim olmasının nedeni, onun en kompleks bilim olması ve pozitivist evreye ulaşmak için diğer temel bilimlerin gelişmesini beklemek zorunda kalmasıdır. Bu yüzden sosyoloji, bilimler hiyerarşisinin “en tepesinde” yer alır. O, diğer bilimlerdeki evrimci gelişmelere bağlı olmasına ve onlardan türemesine rağmen, kendisini, daha üst düzey organik biyoloji bilimi kadar, daha alt düzey inorganik fenomenlerden de ayıran olguları inceleyecektir. Ona göre, sosyoloji organik bilimlerden biri olsa da bağımsız kalacak ve daha üst düzeyde karmaşıklık, uzmanlaşma ve kişilik sergileyen fenomenleri inceleyecektir.
Artan komplekslikler dizisi, Comte’a göre, bilimlerin tarihsel gelişimini de açıklar: “İnsan zihni ilk olarak basit nesnelerin ilkelerini keşfetmiştir. Daha kompleks nesnelerin bilgisi sadece en basit olgular bilindikten sonra edinilmiştir. Kimya 18. yüzyıla kadar müspet bir bilim olamamıştır. Biyoloji müspet bilim olma yolundadır; sosyoloji bu konuda ilk adımlarını henüz atmaktadır.”
Birçok araştırmacı ve Comte yorumcusuna göre, söz konusu hiyerarşi anlayışı sosyolojik araştırmayı meşrulaştırmanın bir yolu olmak durumundadır. Böyle bir hiyerarşi anlayışı ile bir yandan sosyolojinin neden diğer daha saygın bilimler kadar gelişmediği açıklanır, öte yandan sosyoloji diğer “pozitif bilimler”le ilişki içinde daha gözde bir konuma (hiyerarşinin tepesine) yerleştirilir; çünkü, sosyoloji, uzun bir evrim sürecinin ve pozitif bilimlerin doruk noktası olarak görüldüğü zaman ancak onun meşruiyeti sorgulanmaz.
Bilimsel Yöntem
Bilimin ideal birliği, Comte’a göre, özde metodolojik bir birliktir. Comte işte burada pozitif yöntemini bir “ilk nedenler araştırması”ndan kesin olarak ayırır, zira ilk nedenlere yönelik bir araştırmanın vereceği bilgi, pozitif değil, metafiziktir. Ona göre, pozitivizm, toplumsal olguların duyulardan yararlanılarak gözlemlenmesine dayanır. Bu yüzden, Comte’un pozitif yönteminin veya ona göre, bilimsel araştırmanın ilk ve en temel yolu gözlemdir. Gözlemlediğimiz şey elbette olgulardır ve ona göre de bir totoloji olmadığı gibi, olgularla ilgili bir iddia da olmayan bir cümlenin anlaşılabilir bir anlamı olması mümkün değildir. O, bir olgunun gözlemiyle, İngiliz ampiristlerin, sözgelimi Hume’un yüklediği anlamda bir duyum veya duyumlar kompleksine sahip olmayı anlatmak istemez. Aksine, bilimsel bir yasayla en azından hipotetik olarak bağlantılı olan duyumlamayı kasteder. Gözlemleri önceden kavranmış veya oluşturulmuş bir teoriye uydurmak için tahrif etme tehlikesine karşı gerekli uyarılarda bulunmaktan geri kalmayan Comte, her şeyden öte bilim adamının görevinin, fenomenlerin değişmez ilişkileriyle ilgili hipotezler oluşturmak ve onları gözlem yoluyla doğrulamak olduğunu ısrarla vurgular.
Metodolojik sorunları ciddiye alan Comte, “sosyal dünyayla ilgili olguların nasıl toplanabileceği ve bu olguların teorik ilkeleri geliştirme ve sınamada nasıl kullanılabileceği?” sorularını soran ilk filozoftur. Bu yüzden o, gözlem üzerine olan çoğu yazısında, tarafsız gözlemlerin nasıl yapılabileceğini gösteren işlemler önermek yerine, daha ziyade “gözlemin olguların statik ve dinamik yasalarına tabi kılınması”yla ilgili tartışmalar yapmıştır. Kısacası o, “teorinin kılavuzluğu olmadığında somut olguların gözleminin bilimsel gelişmeye uygun olmayacağı”nı öne sürmüştür.
Comte’un pozitif yönteminde gözlemi tamamlayan bir başka yol, bir diğer yöntem deneydir. Kendisine sadece bir fenomenin düzenli akışına yapay bir biçimde müdahale etmenin mümkün olduğu durumlarda başvurulabileceği için bu yöntem en çok fizik ve kimyaya uygun düşer. Hem bütün toplumlar hem de bütün toplumsal olgular üzerinde deneyler yapmanın pratik ve çoğunlukla mümkün olmadığını kabul eden Comte’a göre, doğal deneyler çoğu kez “fenomenlerin düzeninde belirli bir karışıklık olduğu zaman yapılır.” O, daha ziyade biyolojide olduğu gibi, patolojik olayların –yapay bir ortam sağlama anlamında– “gerçek saf deneye denk” bir uygulamayı mümkün kıldığını ve araştırmacıların, normal süreçleri patolojik durumlarla karşılaştırarak anlayabileceklerini düşünür. Ona göre, biyologların hastalık araştırmalarıyla bedenin normal işleyişini anlamaları gibi, sosyal fizikçiler de normal toplumsal süreçleri patolojik örnekleri inceleyerek anlayabilirler.
Comte, biyoloji ve sosyolojinin çok daha karmaşık olgularını araştırmanın en uygun yolunun karşılaştırma olduğunu söyler. Ona göre, sosyolojide bütün bu doğal yöntemlere ek olarak, bir de tarihsel analiz yöntemi kullanılabilir. Comte başlangıçta tarihsel analizi karşılaştırmalı bir yöntem (yani, bugün ve geçmişin karşılaştırılması) olarak sınıflandırsa da “üç hal yasası”nda genel tarihsel sürecin önemini vurgular ve sosyal dinamiğin yasalarının sadece toplumların tarihsel hareketlerinin dikkatli gözlemleriyle açıklanabileceğini düşünür.
Sosyoloji onu hiyerarşideki atalarından ayıran özel metodolojik karakteristiklere sahip olsa bile, bir yandan da bu bilimlere, özellikle hiyerarşide kendine en yakın düşen biyolojiye bağlı olmak durumundadır. Comte’a göre, biyolojiyi diğer bütün doğabilimlerinden ayıran şey, bütüncül yapısıdır: Biyoloji, elementleri ayrıştırarak ilerleyen fizik ve kimyadan farklı olarak, organik bütünleri araştırarak ilerler. Dolayısıyla, sosyolojiyle biyoloji arasında ortaklık kuran şey, bu organik yapıya veya organizmaya dönük vurgudur.
Comte, bütüne ne kadar vurgu yaparsa yapsın, felsefeyi fizikten daha genel ve temel bir bilim olarak görmez. Dahası, onun pozitivizmi her tür materyalizmi reddeder; bunun nedeni de materyalizmin her şeyden önce metafizik bir öğreti olması, ikinci olarak fizik, biyoloji ve sosyoloji bilimlerinde ele alınan olgu türleri arasındaki gözlemlenebilir farklılıkları gözden kaçırması veya ortadan kaldırmasıdır. Comte üçüncü olarak, hangi anlamda olursa olsun, başta Alman filozofları tarafından ifade edilen doğabilimlerinden bağımsız bir Geisteswissenschaften anlayışına şiddetle karşı çıkar. Bir diğer deyişle, Comte bilime tinsel kategorileri yeniden sokan veya deneyimin ilke olarak sadece içebakışa açık sözde “özel” verilerine müracaat eden ya da doğabilimlerinde kullanılan yöntemden bütünüyle farklı bir “diyalektik mantık” anlayışı benimseyen bir insan bilimleri telakkisini hiçbir şekilde kabul etmez. İnsan zihnini kamusal, öznelerarası geçerli analiz ve gözlem tarzlarına elverişli olmayan bir araştırma alanı veya konusu olarak görmeyi reddeden Comte, insan davranışıyla ilgili olarak, biri biyoloji diğeri sosyoloji olmak üzere sadece iki temel bilimin olabileceğini kabul eder. Fazlasıyla özel bir olgular öbeği olarak “psikolojik” fenomenleri ele aldığı iddiasıyla ortaya çıkacak üçüncü bir bilim, ona göre, mitolojiden başka bir şey değildir.
(c) Sosyolojisi
İnsan bilimlerinin, şu halde, bilimlere ilişkin sınıflamasında koyduğu ölçüte göre, kendisinden önce gelen bilimlere bağlı olmak durumunda olduğunu öne süren Comte, pozitif evreye girmek durumunda olan son bilim olarak sosyolojinin fizik, kimya ve biyolojinin matematiksel-deneysel yöntemleriyle yeni baştan kurulmak durumunda olduğunu öne sürer. Değişmez yasalara tâbi olan son fenomenler öbeğini meydana getiren sosyal fenomenler, sosyolojinin en geniş kapsamlı ve en somut bilim olması dolayısıyla, geri kalan bütün diğer fenomenlere anlam vermek durumunda olan fenomenlerdir. Demek ki Comte’a göre, insan zihninin mantığını, insanın üç evreden geçerek gelişen bir yaratık olduğunu sadece sosyoloji bilimi yoluyla kavrayabilme durumuna gelebiliriz.
O sosyal fenomenlerin doğru değerlendirilip gereği gibi ele alındıkları takdirde değişmez yasalara uyduklarının kolaylıkla görülebileceğini söyledikleri için Montesquieu ve Condorcet’yi gerçek selefleri olarak görür. Bununla birlikte, bu yeni bilimi pozitif evreye taşımak onuru ona kalmıştır. Nitekim, Comte çağdaşı Quételet’nin sosyal fizik adını verdiği bu yeni bilime sosyoloji adını verir ve onun doğuşunu temel eseri Pozitif Felsefe Dersleri’nin 4. cildinin 47. dersinde resmen ilan eder.
Sosyolojiyi statik ve dinamik olmak üzere, iki kısma ayıran Comte’ta, sosyal statik uygarlığın mevcut düzeyine ilişkin bir araştırmadan, birer kültürel bütün olarak fonksiyon gösteren politik-sosyal sistemlere yönelik bir incelemeden meydana gelir. Başka bir deyişle, burada sosyoloji toplumdaki düzeni, istikrar ve dengeyi konu alır. Oysa sosyal dinamik, uygarlığın değişen düzeylerine, yani üç hale ilişkin bir araştırmaya tekabül eder. Başka bir deyişle, sosyoloji burada ilerlemenin yasalarını, evrelerini, nedenlerini ve tezahürlerini inceler.
Yeni sosyoloji biliminin iki dalını meydana getiren statik ve dinamiğe, Comte daha sonra düzen ve ilerleme arasındaki ayırımı ekler. Bunlara, sosyolojinin kendisine konu aldığı toplumun doğasıyla ilgili soyutlamalar adını verir. Buna göre, bir toplumda temel ilkeler bakımından bir istikrar bulunduğu ve toplumun bütün üyeleri benzer görüş veya inançları paylaştığı zaman, söz konusu toplumda bir düzen vardır. Böyle bir istikrar ve düzen halinin katolik feodal dönemde hüküm sürdüğünü öne süren Comte, ilerleme dönemi olarak da Protestanlığın yükselişiyle Fransız İhtilali arasında kalan dönemi gösterir. Bununla birlikte, bu ilerleme döneminde sırasıyla Reformasyonun, Aydınlanmanın ve nihayet Fransız İhtilali’nin Batı Uygarlığı’na indirdiği darbeler, ona göre bir kaosa veya en azından bir manevi anarşiye yol açmıştır. İhtilalcilerin ve philosopheların düşündüğü gibi, ihtiyaç duyulan şey, sadece bir politik yeniden inşa değil, fakat esas manevi bir inşadır. Veya daha doğru bir deyişle, düzen ve ilerlemenin bilimsel bir tarzda hayata geçirilecek olan sentezidir: “Gerçek hiçbir düzen, ilerlemeyle tamamen bağdaşabilir değilse eğer, ne kurulabilir, ne de sürdürülebilir; düzenin güç kazanmasına hizmet etmeyen bir ilerleme, asla bir büyük ilerleme meydana getiremez.[…]O halde, pozitif sosyal bilimde, en önemli husus, aynı ilkenin sabit ve birbirinden ayırt edilemez iki yönünü oluşturan bu iki koşulun birliği olmak zorundadır. … Düzen ve ilerleme düşünceleri sosyal fiziğin en temel fikirleridir.”
Bir toplumbiliminin bir kez sağlam kurulması durumunda, görüş ya da kanaatlerin yeniden herkes tarafından paylaşılacağına ve toplumun da istikrar kazanacağına inanan Comte’a göre, insanlar astronomi bilgisi söz konusu olduğunda hiçbir şekilde tartışmamaktadırlar. Doğru sosyal bilgiye bir kez erişildiği zaman, dini ya da politik konularda da bundan böyle kavga olmayacaktır. O, vicdan hürriyetine, fizikte olduğu gibi, sosyal düşüncede de yer olmadığı ve her iki alanda da gerçek özgürlüğün bilimsel yasalara tabi olmaktan meydana geldiği kanaatindedir.
İşte Comte ilerlemeyle bu değişmez yasaların bilincinde olmayı, bu yasalara gereği gibi nüfuz edebilmeyi anlatmak ister. Söz konusu değişmez yasalardan biri de hiç kuşku yok ki toplumun pozitif bir doğrultuda gelişmek zorunda olduğunu bildiren yasadır. Buna göre, Ortaçağ’da toplum düzenini herkesçe benimsenen dini inançlar yoluyla bulduğu zaman, sosyoloji teolojik evresindeydi. Fransız İhtilali dönemi ise metafiziksel evrenin zuhuruna tekabül etmektedir. Comte’un bakış açısından toplum Fransız İhtilaliyle birlikte karışıklığa gark olup, çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Ama o her şeye rağmen Fransız İhtilali’nin kaçınılmaz olduğu kanaatindedir, çünkü modası geçmiş, tarihin çöp sepetine atılması gereken “teolojik” bilgiye dayalı eski düzen, toplumun bütün üyeleri tarafından paylaşılan ortak inançlar için sağlam bir temel sağlamanın ötesindeydi ve bu yüzden temelleri bilimin ilerlemesiyle birlikte sarsıldı. Ama İhtilâlin kendisinin, özde negatif olması ve kabulleri bakımından metafiziksel bir yapı sergilemesi nedeniyle, toplumun yeni baştan düzenlenmesi işinde kendilerine dayanılacak birtakım temeller sağlayabilmesi mümkün değildi. Comte’a göre, toplumu bir kez daha birleştirebilmek için şu halde, yepyeni bir din temin etmeye ve yeni bir ruhban sınıfı yaratmaya ihtiyaç vardı. Onun çözümü herkesin kabul edebileceği bir bilim olarak sosyolojiyi, Katolik ruhban sınıfının yerine de değişmez yasaları topluma bildirecek bilimsel-endüstriyel bir seçkinler sınıfını önermek oldu. Eski rejimle Fransız İhtilali’nin bir sentezini yapmak, modern endüstri toplumunun problemlerini teolojik feodal dönemde ortaya çıkan düzen ve herkesçe paylaşılan kesinlik ihtiyacıyla ilgili birtakım vukuflar yoluyla çözmeye kalkışmak, Comte’un pozitivizminin oldukça cesur bir teşebbüsünü ifade eder. O doğası itibariyle dini, yapısı itibariyle de sezgisel olan vukuflarını artık pozitif bilim yoluyla ve politika anlayışında ifade edecektir.
(d) Politika Felsefesi
Comte, akılcılığı, bilimciliği, ilerlemeciliği ve din/metafizik karşıtlığıyla Aydınlanma çizgisinde konumlanan bir filozof olmasına rağmen, Aydınlanmanın bireyci, liberal ideallerine en küçük bir yakınlık duymaz. Hatta birer metafiziksel dogma olarak gördüğü özgürlük, eşitlik ve halk egemenliği fikirlerine şiddetle karşı çıkar. Ona göre, bireycilik Batı dünyasının bir şekilde iyileştirilmesi gereken bir hastalığıdır. Gerçekten de liberalizm Comte’un gözünde sadece ikinci halin, metafiziksel düşünce düzeyinin bir yansıması olup, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve kardeşlik üzerindeki ısrarı liberalizmi çok tehlikeli hale getirmiştir. Söz konusu metafiziksel siyasetin eski feodal-askeri düzeni yıkmak bakımından yararlı olduğu doğrudur. Dahası, liberalizm, insan hakları üzerindeki ısrarıyla, ilahi yönetme hakkı efsanesini sona erdirmek bakımından da çok önemli bir işlevi yerine getirmiştir.
Ama onun, Comte’a göre, yıktığı şeyin yerine geçireceği pozitif hiçbir şey yoktur; çünkü her liberal ilke, onun gözünde teolojik düşünce düzeyini eleştirmek amacıyla yaratılmış bir dogma, onun yerine pozitif bir öğreti geçirme amacının bir parçası olan eleştiriyi yansıtan bir akidedir. “Halk egemenliği dogması” buna iyi bir örnektir. Aşağı olanların üstün olanlara tabi olmasını reddeden bu dogma, pozitif bir öğreti olarak korunduğu takdirde, tam bir anarşiye yol açar. Toplumu entelektüeller ve duygusallar olarak ikiye ayıran Comte’a göre, halka, onun büyük bir çoğunluğuna gerekli en yüksek alaka gösterilmeli, onlara insanca muamele edilip, sosyal ve iktisadi cetvelde yükselebilmeleri için bütün fırsatlar sağlanmalıdır. Fakat egemenliğin halkta olmasını istemek budalalıktan, toplumun yeni baştan organizasyonu işinde sadece engel oluşturacak bir dogmadan başka hiçbir şey değildir. Aynı şey, ona göre düşünce özgürlüğü veya vicdan hürriyeti dogması için de geçerlidir: “Vicdan hürriyeti, teolojik felsefenin yıkılışının insan zihnine verdiği ve pozitif felsefenin tam anlamıyla yerleşmesine kadar hüküm sürecek geçici sınırsız özgürlük halinin sadece soyut ifadesidir.”
Hakiki bir Platoncu olarak, en önemli, en hassas ve kendilerine karmaşıklıkları dolayısıyla sadece en üst düzeyde eğitilmiş zihinlerin nüfus edebileceği konuların ehliyeti olmayan kafaların keyfi ve değişken kararlarına bırakılmasının düşünülemeyeceğini söyleyen Comte’un demokrasiye, 19. yüzyıl İngiltere ve Amerika’sının parlamenter demokrasisine karşı eleştirel bir tavır takınması son derece doğaldır. Başta özgür tartışma, çoğunluk kararı vs. olmak üzere, pek çok sayıda insanın bu tür bir politik yapılanmanın meziyetleri olarak gördüğü özelliklere, onun teknokrat kafası, bürokrat zihniyeti kuşkuyla bakar ve bunları en iyi durumda yararsız, en kötü durumda da zararlı unsurlar olarak değerlendirir. Onlar endüstri çağında metafizik düşünüş evresine ait olan dogmalar olup, yeni çağın ihtiyaçlarını karşılayacak, problemlerini çözecek durumda değildirler.
Başka bir deyişle, bilimin 15. yüzyıldan itibaren teolojik ruhu, endüstrinin de feodal-askeri zihniyeti kemirmeye başlayıp, en sonunda da yıkmasının ardından ortaya çıkan entelektüel, sosyal ve politik kaos, ona göre, sanayileşmiş ve kentleşmiş topluma hiçbir şekilde uymayan bir sosyal organizasyon tipi, politik düzen anlayışı ve siyaset zihniyetiyle asla aşılamaz. Modern hayatın koşulları giderek daha karmaşık hale geldiğine göre, uzman bilgisine, modern toplumun karşı karşıya kaldığı iktisadi ve sosyal problemleri çözecek toplum mühendislerine, toplumu bilimin gösterdiği doğrulara göre düzene sokacak teknokratlara duyulan ihtiyaç artmıştır.
Felsefe Tarihi,
Ahmet Cevizci
Yayınevi: Say Yayınları