Bütün Şiirleri (Dol Karabakır Dol) – Bedri Rahmi Eyüboğlu

Bedri Rahmi Eyüboğlu (1913-1975); İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi’nde (şimdiki Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi) Nazmi Ziya ve İbrahim Çallı’nın öğrencisi, Paris dönüşündeyse, aynı kurumda öğretim üyesi oldu.

Dol Karabakır Dol’daysa, Eyüboğlu’nun Yaradana Mektuplar’dan Karadut şiir ve resimlerine, Tuz’dan Yayımlanmamış Şiirlerine, Halk Edebiyatından özgün biçimde beslendiği sanatının bütün şiir verimi yer alıyor.

Bedri Rahmi Eyüboğlu: Şiirimizin ve resmimizin B vitamini.

Sevmek
Güzel meslek
Ama zor
Can dayanıyor
Dayanmasına
Ama yürek
Gitti gidecek

(Arka Kapak)

Kitabın Künyesi
Bütün Şiirleri ? Dol Karabakır Dol
Bedri Rahmi Eyüboğlu
Görsel Yönetmen : Birol Bayram
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
İlk Basım Mayıs 2003, Resimli
İstanbul, 2010, 10. Basım
484 sayfa

ŞİİRLERİNDEN ÖRNEKLER
(Kaynak: http://www.bedrirahmi.com/)

Zindanı Taştan Oyarlar
Sılanın ufak tefek yolları
Ağrıdan sızıdan tutmaz elleri
Tepeden tırnağa şiir gülleri
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğitimden kötü haber verirler
Demirden döşeği taştan sedirler
Yatak diken diken yastık batıyor
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Bir şubat gecesi tutuldu dilin
Silaha bıçağa varmadı elin
Ne ana ne baba ne kız ne gelin
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Ne bir haram yedin ne bir cana kıydın
Ekmek kadar temiz su gibi aydın
Hiç kimse duymadan hükümler giydin
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Döşek melil mahzun yastık batıyor

Mezar arasında harman olur mu
onüç yıl hapiste derman kalır mı
Azrail aç susuz canın alır mı
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor
Döşek melil mahzun yastık batıyor

Zindanı taştan oyarlar
İçine bir yiğit koyarlar
Sağa döner böğrü taşa gelir
Sola döner çırılçıplak demir
Çeliğin hası da yiğitim aman böyle bilenir
Döşek melil mahzun yastık batıyor
Yiğitim aslanım aman burda yatıyor

Dilimde dilimi bulduğum, gücüne kurban olduğum
Anam babam gibi övdüğüm
Dayan aslan ustam yiğitim dayan
Dayan hey gözünü sevdiğim
Bugün efkarlıyım açmasın güller
Yiğitimden kötü haber verirler

Sana kökü dışarda diyenlerin kökleri kurusun
Kurusun murdar ilikleri dilleri çürüsün
Şiirin gökyüzü gibi herkesin
Sen Kızılırmak?çasına bizimsin
En büyük demircisi dilimizin
Canımız ciğerimizsin

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin?dedir
Bütün hışmıyla dilimiz
Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin?dedir
Acısıyla sızısıyla alnının kara yazısıyla
Bir yanı nur içinde tertemiz
Bir yanı sızım sızım sızlayan memleketimiz içindedir

Bugün burdaysa şiirin yarın Çin?dedir
Bütün hışmıyla dilimiz
Kökünden sökülmüş bir çınar gibi yüreğimiz içindedir

Türküler Dolusu Kirazın derisinin altında kiraz

Narın içinde nar
Benim yüreğimde boylu boyunca
Memleketim var
Canıma ciğerime dek işlemiş
Canıma ciğerime
Sapına kadar.
Elma dalından uzağa düşmez
Ne yana gitsem nafile.
Memleketin hali gözümden gitmez
Binbir yerimden bağlanmışım
Bundan ötesine aklım ermez.

Yerliyim yerli olmasına
ilmik ilmik, damar damar
Yerliyim.
Bir dilim Trabzon peyniri
Bir avuç tiftik
Bir çimdik çavdar
Bir tutam şile bezi gibi
Dişimden tırnağıma kadar
Ressamım.
Yurdumun taşından toprağından şurup gelir nakışlarım
Taşıma toprağıma toz konduranın
Alnını karışlarım
Şairim şair olmasına
Canım kurban şiirin gerçeğine hasına
içerisine insan kokusu sinmiş mısralara vurgunum
Bıçak gibi kemiğe dayansın yeter
Eğri büğrü , kör topal kabulum
Şairim
Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası
Ayak seslerinden tanırım
Ne zaman bir köy türküsü duysam
Şairliğimden utanırım
Şairim
Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum
Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim
Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm

Hey hey, yine de hey hey
Salınsın türküler bir uçtan bir uca
Evelallah hepsinde varım
Onlar kadar sahici
Onlar kadar gerçek
insancasına, erkekçesine
´Bana bir bardak su´ dercesine
Bir türkü söylemeden gidersem yanarım.

Ah bu türküler
Türkülerimiz
Ana sütü gibi candan
Ana sütü gibi temiz
Türkülerde tüter dağ dağ, yayla yayla
Köyümüz, köylümüz, memleketimiz.
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen´i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni?
Ben türkülerden aldım haberi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Mis gibi insan kokar, mis gibi toprak
Hilesiz hurdasız, çırılçıplak
Dişisi dişi, erkeği erkek
Kaşı kaş, gözü göz, yarası yara
Bıçağı bıçak .
Ah bu türküler köy türküleri
Karanlık kuyularda açılmış çiçekler gibi
Kiminin reyhasından geçilmez
Kimi zehir, kimi zemberek gibi.

Ah bu türküler, köy türküleri
Olgun bir karpuz gibi yarırılır içim
Kan damlar ucundan, murekkep değil
işte söz, işte ses, işte biçim:
´Uzun kavak gıcım gıcım gıcılar´
iliklerine kadar işlemiş sızı
Artık iflah olmaz kavak ağacı
Bu türkünün yüreğinde sancı var.

Ah bu türküler, köy türküleri
Ne düzeni belli, ne yazanı
Altlarında imza yok ama
içlerinde yürek var
Cennet misali sevişen
Cehennemler gibi dövüşen
Bir çocuk gibi gülüp
Mağaralar gibi inleyen
Nasıl unutur nasıl
Ömrunde bir kez olsun
Halk türküsü dinleyen?

İstanbul Destanı

İstanbul deyince aklıma martı gelir
Yarısı gümüş, yarısı köpük
Yarısı balık yarısı kuş
İstanbul deyince aklıma bir masal gelir
Bir varmış, bir yokmuş

İstanbul deyince aklıma Gülcemal gelir
Anadolu´da toprak damlı bir evde
Gülcemal üstüne türküler söylenir
Süt akar cümle musluklarından
Direklerinde güller tomurcuklanır
Anadolu´da toprak damlı bir evde çocukluğum
Gülcemalle gider İstanbul´a
Gülcemalle gelir

İstanbul deyince aklıma
Bir sepet kınalı yapıncak gelir
Şehzadebaşı´nda akşam üstü
Sepetin üstünde üç tane mum
Bir kız yanaşır insafsızca dişi
Boyuna bosuna kurban olduğum
Kalın dudaklarında yapıncağın balı
Tepeden tırnağa arzu dolu
Sam yeli, söğüt dalı, harmandalı
Bir şarap mahzeninde doğmuş olmalı
Şehzadebaşı´nda akşam üstü
Yine zevrak-ı derunum
Kırılıp kenara düştü

İstanbul deyince aklıma Kapalıçarşı gelir
Dokuzuncu Senfoniyle kolkola
Cezayir marşı gelir
Dört başı mamur bir gelin odası
Haraç mezat satılmakta
Bir gelinle güvey eksik yatakta
Köşede sedef kakmalı tombul bir ut
Tamburi Cemil Bey çalıyor eski plakta
Sonra ellerinde şamdanlar nargileler
Paslı Acem kılıçları
Amerikan kovboyları
Eller yukarı

Ne kadar da beyaz elbiseleri
Amerikan deniz erleri
Kocaman bir papatyadan yolunmuşlar gibi
Sütten duru buluttan beyaz
Beyazın böylesine ölüm yakışır mı dersin
Yakışmaz
Ama harbederken onlara
Bambaşka elbiseler giydirirler
Kan rengi, barut rengi, duman rengi
Kin tutar, kir tutmaz

İstanbul deyince aklıma
Kocaman bir dalyan gelir
Kimi paslı bir örümcek ağı gibi
Gerinir Beykoz´da
Kimi Fenerbahçe´de yan gelir
Dalyanda kırk tane Orkinos
Kırk değirmen taşı gibi dönmektedir
Orkinos dediğin balıkların şahı Orkinos mavzerle gözünden vurulur
Denizin içinde ağaçlar devrilir
Kan çanağına döner dalyanın yüzü
Camgöbeği yeşili bulanır
Bir çırpıda kırk Orkinos
Reisin sevinçten dili dolanır
Bir martı gelir konar direğe
Atılan Kolyosu havada yutar
Bir başkasını beklemez gider
Balıkçı gülümser tatlı tatlı
Adı Marikadır bu martının der
Her zaman böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma Adalar gelir
Dünyanın en kötü Fransızcası orda harcanır
Çalımından geçilmez altmışlık madamların
Ağzı dili olsa da tenhadaki çamların
Görüp göreceği rahmeti anlatsa insanların

İstanbul deyince aklıma kuleler gelir
Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır
Ama şu Kızkulesinin aklı olsa
Galata kulesine varır
Bir sürü çocukları olur

İstanbul deyince aklıma
Tophane´de küçücük bir sokak gelir
Her Allahın günü kahvelerine
Anadolu´dan bir sürü fakir fukara gelir
Kimi dilenecek dilenmesine utanır
Kiminin elinde bir süpürge peyda olur uzun
Dudaklarında kirli paslı bir tebessüm
Çöpçü olmuştur bugüne bugün
Kiminin sırtında perişan bir küfe
Kiminin sırtında nakışlı semer
Şehrin cümbüşüne katılır gider
Kalın yağlı bir kolana koşulur
Piyano taşırlar omuz omuza
Kendinden ağır yükün altında adamlar
Balmumu gibi erir dururlar
Sonra kanter içinde soluk alırlar
Nazik eşya nazik hamallar ister neylersin
Ama onlar kadar piyanoyu ciddiye alırlar mı dersin
Nazdan nazik çiniden bilezik eller
Derken
Karşı radyoda gayetle mülayim bir ses
Evlere şenlik Üstad Sinir Zulmettin
Hacıyağına bulanmış sesiyle esner:
Gamı şadiyi felek
Böyle gelir böyle gider

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Güne güneşe karşı yirmibeşbin kişi
Hepsinin dudağında İstiklal Marşı
Bulutlar atılır top top pare pare
Yirmibeşbin kişilik bir aydınlık içinde eririm
Canım ağzıma gelir sevinçten hilafsız
İsteseler bir gelincik gibi koparır veririm

İstanbul deyince aklıma
Stadyum gelir
Kanımın karıştığını duyarım ılık ılık
Memleketimin insanlarına
Daha fazla sokulmak isterim yanlarına
Ben de bağırırım birlikte Avazım çıktığı kadar
Göğsümü gere gere
Ver Lefter´e yaz deftere
Stadyum gelir
İstanbul deyince aklıma
Binlerce insanın aynı anda
Aynı şeyi duymasından doğan sevincin
Heybetini düşünürüm
Birbirine eklenir kafamda
Binler yüzbinler milyonlar
Sonra bir mısra havalanır ürkek
Bir uykuyu cananla beraber uyuyanlar

İstanbul deyince aklıma
Yahya Kemal gelirdi bir eyyam
Şimdi Orhan Veli gelir
Demindenberi dilimin ucundasın Orhan Veli
Demindenberi senin tadın senin tuzun
Senin şiirin senin yüzün
Yaralı bir güvercin misali
Başımın üstünde dolanır durur
Gelir sessizce konar bu şiirin bir yerine
Neresine mi arayan bulur
Erbabı bilir
Deli eder insanı bu şehir deli
Kadehlerin çınlasın Orhan Veli

İstanbul deyince aklıma Sait Faik gelir
Burgaz adasında kıyıda
Mavi gözlü bir çocuk büyür döne döne
Mavi gözlü bir ihtiyar balıkçı gencelir küçülür
İkisi bir boya geldi mi Sait kesilirler
Bütün İstanbul´u dolaşırlar elele başbaşa
Ana avrat küfrederler uçan kuşa eşe dosta
Sivriadada da martı yumurtası toplarlar çilli çilli
Ziba mahallesinde gece yarısı
Sabaha Galata´dan geçer yolları
Maytaba alacakları tutar kahvede
Zararsız bir deliyi
Ula Hasan derler gazeteyi ters tutaysun
Çaktırmadan gazetesini tutuştururlar fakirin
Sonra oturup sessizce ağlarlar

İstanbul deyince aklıma
Sait Faik gelir
Taşında toprağında suyunda
Fakirin fukaranın yanıbaşında
Bir kalem bir bilek bilendikçe bilenir
Kıldan ince kılıçtan keskin
Hep iyiden güzelden yana
Hep kimsesizlerin

İstanbul deyince aklıma
Said´in son yılları gelir
Hey Allahım en güzel çağında Said´e
Dört beş yıl ömrün kaldı denir
Sait Sait olur da nasıl dayanır
Mavi gözlü çocuk boşverir ölüm haberine
İhtiyar balıkçı pis pis düşünür
Bir zehir yeşilidir açılır
Bir yeşil ki ciğerine işler adamın
Bir yeşil ki kasıp kavurur
Küçük mavi çocuk
İhtiyar balıkçı
Ve dilimize bulaşan zehir yeşili
İstanbul çalkalandıkça bu denizlerde dipdiri
Dilimiz yaşadıkça yaşasın Said´in şiiri

İstanbul deyince aklıma
Sabiyem gelir
Sabiyem boynundan büyük bir demetle
Sarıyer´den gelir Pendik´ten gelir
Bahar nereden gelirse velhasıl
Sabiyem oradan gelir
Ne delidir ne divane
Aslını ararsan çingenedir
Tepeden tırnağa güneştir
Topraktır
Anadır
Analar içinde bir tanedir
Biri sırtında biri memesinde biri karnında
Karnı her daim burnundadır
Canını mendil gibi takar dişine
Yürekten birşeyler katar işine
Bir ucundan girer şehrin ötekinden çıkar
Alçakgönüllüdür Sabiyem
Hem maşa satar, hem göbek atar
Ver bir çeyrek güzelim der
Neyse halin o çıksın falin
Canı çıkar Sabiyemin falı çıkmaz
Sonra anlatır dün gece başına gelenleri
Görürüm üryamda bir sarı yılan
Cenabet uğraşır durur benimlen
Uyanır bakarım benim bebeler
Yatağın ucuna kaymış
Ayağımın parmaklarını emer

İstanbul deyince aklıma
Bir basma fabrikası gelir
Duvarları uzun masaları uzun sobaları uzun
Dal gibi dalyan gibi kızlar çalışır bütün gün ayakta
Kanter içinde mahzun
Yüzleri uzun elleri uzun günleri uzun
Fabrikada pencereler tavana yakın
Al topuklu beyaz kızlar dalga geçmeyin
Dışarda ağaçlar dizi dizi
Duvarlar duvarlar uzun duvarlar
Niçin ağaçlardan ayırdınız bizi
Dışarda tarlalar turuncu asfalt mosmor
Dışarda dışarda dışarda
Mevsim gürül gürül akıp gidiyor
Ondokuz yaşında Eyüplü Gülsüm
Dalmış beyaz köpüklü akışına ipeklilerin
Kötü kötü düşünüyor
İpeğin akışına doyum olmaz
Ama gel gör ki ipekli emprimeden oğlana don olmaz
Bir top Amerikan bezi sakız gibi beyaz
Bir top Amerikandan neler çıkmaz
Perdeler yatak çarşafları çoluğa çocuğa çamaşır
Sakız gibi ağarmış bir top Amerikan bezi
Gülsüm´ün gözleri kamaşır
Üçüncü oğlanı doğururken Gülsüm
Bir top Amerikana hasret sizlere ömür
Gülsüm´lerin sürüsüne bereket
Yerine bir Gülsüm´cük bulunur elbet
Gider Gülsüm gelir Gülsüm
Azrail ettiğin bulsun

İstanbul deyince aklıma
Ağzına kadar soğan yüklü bir taka gelir
Sülyen kırmızısı üstüne zehir gibi yeşil
Samsun´dan Sürmene´den Sinop´tan
Yaz demez kış demez mutlaka gelir
Kirli yelkeninde yeni bir yama
Demirinin pası gelir dilime
Nabzımda duyarım motorunun hızını
Canımın içine sokasım gelir
İri kalçaları pullu denizkızını

İstanbul deyince aklıma
Takalar gelir
Alçakgönüllü kalender
Ya Peleng-i Deryadır adları ya Şimşir-i Zafer
İstanbul deyince aklıma
Koca Sinan gelir
On parmağı on ulu çınar gibi
Her yandan yükselir
Sonra gecekondular gelir ardısıra
İsli paslı yetim
Eyy benim dev memesinde cüceler emziren
acayip memleketim

ÇAKIL
Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde
Bir kuş gelir yüreğimin ucuna konar
Bir gelincik açılır ansızın
Bir gelincik sinsi sinsi kanar

Seni düşünürken
Bir erik ağacı tepeden tırnağa donanır
Deliler gibi dönmeğe başlar
Döndükçe yumak yumak çözülür
Çözüldükçe ufalır küçülür
Çekirdeği henüz süt bağlamış
Masmavi bir erik kesilir ağzımda
Dokundukça yanar dudaklarım

Seni düşünürken
Bir çakıl taşı ısınır içimde.

KARADUT
Karadutum, çatal karam, çingenem
Nar tanem, nur tanem, bir tanem
Ağaç isem dalımsın salkım saçak
Petek isem balımsın ağulum
Günahımsın, vebalimsin.
Dili mercan, dizi mercan, dişi mercan
Yoluna bir can koyduğum
Gökte ararken yerde bulduğum
Karadutum, çatal karam, çingenem
Daha nem olacaktın bir tanem
Gülen ayvam, ağlayan narımsın
Kadınım, kısrağım, karımsın.

Bedri Rahmi Eyüboğlu ?nun Hayatı
Ressam, Şair, Yazar
Trabzon´un Görele ilçesinde (bugün Giresun iline bağlı), 1911 yılında doğdu. Beş çocuklu ailenin ikinci erkek çocuğuydu. Kaymakam olan babası Rahmi Bey´in görevi gereği önce Pınarbaşı ardından Havza´ya taşındılar. Havza´da ilk otomobili gördü, benzin kokusunu duydu.1920 yılında, ailece Kütahya´ya göçtüler.

Kütahya´nın düşman işgaline uğraması tehlikesi baş gösterince 1921 yılında, babası önce ailesini Ankara´ya gönderdi. Bir ay sonra da kendisi gitti.1924-1925 yılları arasında Artvin´de bulundular. 1925 yılında, babası Trabzon milletvekili oldu. Ailece Trabzon´a geri döndüler. Trabzon Lisesi´ne kaydoldu. 1927 yılında Zeki Kocamemi Trabzon Lisesi´ne resim öğretmeni olarak atandı. Bu dönemden sonra, Bedri Rahmi´de resim aşkı başladı. Fransa´da eğitim gören ağabeyi ile mektuplaşmaları kardeş-aile mektuplaşmasını başlattı. 1929 yılında, İstanbul Güzel Sanatlar Akademisi, Resim Bölümü´ne girdi. Nazmi Güran ve İbrahim Çallı´nın öğrencisi oldu.

1931 yılında, diplomasını almadan Paris´e gitti. Dijon ve Lyon´da Fransızca dilini öğrenmek üzere çalıştı. Bu arada Gauguin ve El Greco gibi beğendiği ustaların resimlerini bulundukları müzelerden kopya etti. Van Gogh, Gauguin, Cezanne onu mesleğine bağlıyan ustalar oldu. 1932 yılında, Paris´te bir ay kadar André Lhote Atölyesi´nde çalıştı. İlerde yaşamını birleştireceği Ernestine Letoni ile tanıştı. 1933 yılında, Londra´ya gitti. Yıl sonunda Türkiye´ye geri döndü. 1934 yılında, yeni Adam´da ressam olarak çalışmaya başladı.
Akademi Diploma yarışmasında ?Yol İnşaatı? konulu resmi ile üçüncü oldu. 27 Aralık 1934 tarihinde 30 resim ile D Grubu Sergisi´ne katıldı. 1 Ocak 1935 tarihinde, ilk kişisel sergisi Bükreş´te Hasefler Galeri´sinde Ernestine Letoni tarafından açıldı. 1936 yılında ?Eren? adını verdiği Ernestine Letoni ile evlendi. Tekel Genel Müdürlüğü´nde işe girdi. Vitrin düzenleyici olarak göreve başladı. Sipahi Ocağı sigarasının kapağındaki ?Koşan Mızraklı Atlar? figürünü tasarladı. Güzel Sanatlar Akademisi´nin 1936 yılında diploma yarışmasında ?Hamam? adlı çalışması ile birinci oldu.
Sovyetler Birliği´ne götürülen Türk Resim ve Heykel Sergisi´ne üç resim ile katıldı. 1937 yılında, akademide Leopold Levy´in asistanı oldu. Nazmi Ziya Güran üzerine bir inceleme kitabı hazırlığına girişti. CHP Yurt Gezisi programı kapsamında Eylül 1938´de Edirne´ye gitti.1 Kasım 1938 tarihinde çıkan ?Ses? dergisi yazarları arasında yer aldı. 31 Ekim 1939 tarihinde Birinci Devlet Resim ve Heykel Sergisinde ?Figür? adlı yapıtı ile üçüncülüğü Arif Kaptan ile paylaştı. 9 Kasım 1939 tarihinde, askerlik görevini yapmak üzere yedek subay okuluna alındı. Aynı yıl ileride babasını ve annesini ölümsüzlüğe götürecek çalışmalar yapacak olan oğlu Mehmet Hamdi Eyüboğlu dünyaya geldi.

1941 yılında askerlik görevini tamamladı. İlk şiir kitabı ?Yaradana Mektuplar? yayınlandı. 1942 yılında, CHP´nin yurtiçi gezileri programı içinde bu kez Çorum´a gitti. 31 Ekim 1942 tarihinde, açılan Dördüncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde ikincilik ödülünü kazandı. 1943 yılında, Ortaköy Lido Yüzme Havuzu için ilk duvar resimlerini gerçekleştirdi. 1945-1947 yılları arasında ?Mari´nin Portresi?, ?Alis I?, ?Alis II? gibi önemli portre dizisini oluşturdu. 1946 yılında, Ankara Büyük Tiyatro´nun (operanın) girişindeki kapıların üstüne ikinci duvar çalışmasını yaptı (?Kız kaçırma?konulu bir fresk) . 1946 yılı Kasım ayında UNESCO´nun Paris´te düzenlediği uluslararası sergiye gönderilen resimleri ilgi çekti. 1947 yılında, genç sanatçılardan oluşan ?10´lar Grubu?nun kurulmasına öncülük etti. 1948 Ağustos ayında ikinci şiir kitabı ?Karadut? yayımlandı.

1950 yılında, Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi´nde 150 resimden oluşan ?Retrospektif? sergisi düzenledi. Birkaç aylığına Paris´e gitti. Paris´te , İnsan Müzesi´nden çok etkilendi. ?Güzel yararlı olmalıdır? düşüncesinden hareketle ?Yazmacılık? geleneğine yeni bir yorum getirdi. 1950 yılında, Kariye Camii düzenlemesini yaptı. Bizans mozaikleriyle ilgilenmeye başladı. 1951 yılında, ?Küçük Sahne?yi süsledi. 1951 yılına kadar boya ile mozaik dokusunda resimler yaptı. 21 Mart 1951 tarihinde, ilk ?Yazma Sergisi?ni açtı. Yeni Sabah gazetesinde yazmaya başladı. 1952 yılının Ocak ayından başlayarak 1958 yılına dek düzenli olarak Cumhuriyet gazetesinde yazdı.1953 yılında Yazmaları ve özgün baskıları Philadelphia Print Club da sergilendi. 14 Eylül´de Times dergisi iki renkli sayfa ayırdı.1954 yılında Bedri Rahmi ?Türk Tepsisi? adlı motifi ile Steuben Glass adlı bir firmanın tertiplediği yarışmada ödül kazandı ve motif kristale oyularak teşhir edildi.
1954-1957 yılları arasında Hilton ve Divan otellerinde ve KLM İstanbul merkezindeki panoları yaptı. Yugoslovya ve Hollanda hükümetleri tarafından davet edildi. 1955 yılında, TBMM yapısına konulacak resimleri seçecek kurulun başına getirildi. 1956 yılında, Sao Paulo Bienali´nde onur ödülü aldı.Aynı yıl ?Canım Anadolu? adlı kitabı yayınlandı. Bedri Rahmi 1957 yılında Tokyo özgün baskı Bienaline katıldı ve ?Üçü birden?adlı kitabını yayınladı. Ve aynı yıl içinde ?Dokuma, Kilim, Yazma ve Nakış gibi Halk El Sanatları´ndaki motifleri özgün bir stil ile kaynaştırarak, mozaik çalışmalarına yöneldi. 1958 yılında Uluslararası Brüksel Sergisi´ndeki Türk pavyonuna yaptığı 227 metrekarelik çalışmasıyla altın madalya aldı. 1959 yılında, Paris´te Nato merkezine 50 metrekarelik bir pano hazırladı.

1960-1970 yılları arasında yazarlığa ara verdi. 1961 yılında Amerika´ya gitti. Bu dönemde zengin renklerle soyut biçimlere yöneldi. Görülmedik, bilinmedik renkler bulabilmek için denemeler yapmış; plastik tutkal ? plastik boyalar ? Kum ? talaş ve buruşturulmuş Japon kağıdı kullanmıştır. Kendisinin de kabul ettiği gibi ?Amerika Dönemi´ sanatına başka bir boyut kazandırmıştır. University of California at Berkley´da iki yıl misafir profesörlük yaptı. 1961 Ağustos´da Unicef çoçuklar yararına ?Eşeğin Üzerinde Çocuklarını Taşıyan Anadolu Köylü Kadın?motifi Amerika´da kartpostal olarak basıldı. 1962 Aralık ayında New York Modern Art Müzesi ?Zincir? adlı resmini satın aldı. 1963-1964 yıllarında Vakko fabrikası , Karaköy tatlıcılar, Manifaturacılar çarşısı panoları yanında çeşitli malzemeleri denedi.Son panosu Etap Oteli girişinde ki ?Güvercinler?dir. 1970 yılında, yeniden toplumsal içeriği ağır basan resimler yaptı.

1972 yılında, 33´üncü Devlet Resim ve Heykel Sergisi´nde birincilik ödülü aldı. 21 Eylül 1975 tarihinde yaşama veda etti.

1984 yılında, oğlu Mehmet babasının tüm yapıtlarını yayımlamaya başladı. Bilgi Yayınevi tüm yapıtları on cilt olarak yayımladı ( ?Dol Kara Bakır Dol?(şiir), ?Kardeş Mektupları?, ?Resme Başlarken?, ?Tezek?, ?Delifişek?, ?Yukulele?ye Mektuplar?, Bu Anadolu Var Ya?, ?Kültür Yokuşu?, ?Resim Yaparken?, ?Körolası?). Ada Yayınlarında ?1001 Bedros?, ?Karadut?, ?Babatomiler? ve ?Yaşadım? kitapları ve Cem Yayınlarında biyografi ve resimlerinden örnekleri içeren ?Bedri Rahmi´ kitabı yayınlandı .

Son olarak oğlu Mehmet Eyüboğlu´nun anlaştığı İş Bankası Yayınları Bedri Rahmi´nin ve Sabahattin Eyüboğlu´nun tüm eserlerini yayımlamayı kabul etti. Bedri Rahmi´nin nesir yazıları seneler itibariyle İş Bankası devamlı yayınlarında çıkmaktadır. Ailesinin derlediği 1000´i aşkın makalede yeniden okuyucuyla buluşacaktır. İş Bankası Yayınları ?Bedri Rahmi Eren Eyüboğlu Aşk Mektupları´nı dört cilt olarak okurları ile buluşturdu.