Bir hastane odasında ziyaret ettiğim, gençliğinde güreşçiliği, avcılığı ve delicoşluğuyla belleğimizde iz bırakan köylümün bozarmış teni ve yeşillenmiş göz ağı dikkatimi çekmişti. Oğlu bakıyordu kendisine?
Oldum olası hasta ziyaretlerini çok önemserim, gerek temizlik ve sessizlik gerekse moral verici diyalogların kurulması bakımından. Temiz ve bakımlı bir ortamda tedavisi süren hastamızla, zorlukları yenme azmi konusunda anılarını da tazeleyerek kısa bir sohbet ederken, gözüne her bakışımda içimde korkuyla karışık bir ürperti belirdiğini hissettim. Neden böyle bir durum yaşadığımı, daha sonra uzun uzun düşündüm.
Safra kesesiyle ilgili ciddi sorun yaşayan hastamız, yanındaki bir kağıda dörtlükler halinde doktorlara hitaben duygu ve düşüncelerini dökmüş, doktorların dinlemesini de sağlayarak en azından içini rahatlatmış? Doğrusu, ?ödü patlayan? ve göz ağı yeşile kesen bir hastanın, şiirle içini döküp rahatlaması arasındaki ilişkiyi de düşündüm.
Ataol Behramoğlu?nun ?Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var? diyerek dizelere gömdüğü deneyim ve önerilerini anımsadım bunları düşünürken. İnsanın biyolojik olarak ödünün kopmasının, yani safra kesesinin kabarması, patlaması gibi ciddi durumlar yaşamasının, genel olarak bedeninde yarattığı renk değişimini tıbbi olarak inceleyip tedavi etmek mümkün olurken, moral olarak bu iyileşmeyi hızlandıran en etkili unsurlardan birinin, konuşarak ya da yazarak rahatlamak olduğunu, bu hastamızın tedavisi sırasında fark ettim.
Şimdi düşünüyorum; biyolojik olarak ödümüzle ilgili bir sorun çıktığında dilimizi kullanarak iç dünyamızdaki gerilimi, korkuyu yenebiliyoruz, ya bir de dilimizin ödü koparsa?
Türkiye, son yıllarda giderek yoğunlaşan bir basınçla dilinin ödü kopanlardan oluşan bir halkın yaşadığı ülke haline getirilmek isteniyor. Halk arasında ?Dilin kemiği yok ki?? denir, şimdilerde buna ?Penisin de kemiği yok!? diyenler eklenmeye başladı ve burjuva medyasını böylesine ?önemli ve haber değeri taşıyan? yazı, fotoğraf ve görüntüler kaplıyor. Bu yazının amacı ve ölçütleri, böyle bir medyanın yarattığı toplumsal çürümenin belleklere kazınmak istenen görüntüleriyle ilgili olmadığından, insan davranışının ve toplumsal yaşamın sermayenin tümüyle tekeline geçirilmek istenmesi karşısında onurlu ve toplumcu bir duruş geliştirmenin yol ve yöntemlerini konu edindiğinden, örnekler üzerinde durmak istemiyorum. Zaten, en ücra yerde yaşayanlar bile bu örneklerden en azından birkaçını hemen sıralayabilecek ?durum?a getirilmiş konumda ne yazık ki bu ülkede.
Çok açık vurgulamakta yarar var; silahlar başta olmak üzere iletişim ve medikal alanlarında gerçekleşen teknolojik gelişmeler, uluslar arası sermayenin belirlediği stratejiler doğrultusunda o denli ciddi doğa yıkımlarında bugüne kadar kullanılırken, son yıllarda insan aklını dumura uğratmayı, vicdanları karartmayı hedefleyen uydurma haberler, dezenformasyon yapan iletişim ağları ve insanların gölgelerinden korkar hale gelmeleri için ?dinleme sendromu? için teknoloji geliştirilmeye başlandı. Bugün, uluslar arası sermayenin ?BOP? diye kodlanan stratejisi doğrultusunda TÜSİAD, MÜSİAD ve TUSKON kısaltmalarıyla bilinen Türkiye burjuvazisinin ortaklaştığı ?eşbaşkanlık? üstlenen siyasal iktidar, bu stratejinin bölge halklarının geleceği için büyük yıkım anlamına geldiğini düşünen ve buna karşı duruş sergileyenleri ?Ergenekon?, ?Balyoz? ya da ?gazeteci baskınları?yla etkisizleştirmeyi amaçlarken, aynı zamanda topluma da korku salmaktadır. Bugün 61 gazeteci başta olmak üzere cezaevlerine yüzlerce aydın, sanatçı ve bilim insanı hapsedilmiş durumda. Gazeteciler Nedim Şener, Ahmet Şık ve araştırmacı-yazar Yalçın Küçük?ün de içinde bulunduğu son operasyon, buna benzer tezgahlara bugüne kadar çanak tutan kimi liberallerin bile tepkisine yol açarken, cehenneme giden yolun, iyi niyet taşlarından döşendiği bir kez daha görülmüştür. Dünya?da olduğu gibi ülkemizde de sermayenin egemen aygıtlarınca ?dilin ödünün koparılması?nda etkin rol oynayanlar arasında sözüm ona ?sol? görünen liberallerin büyük payının bulunduğu, bu süreçte daha net anlaşılmıştır. Dünya?nın penceresinden baktığımızda Ortdaoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde gerçekleşen kimi halk hareketlerini ?devrim? olarak niteleyip göklere çıkaranlar, sanki düne kadar buralardaki krallara, diktatörlere en büyük desteği veren emperyalist ABD ve Avrupa ülkeleri değilmiş gibi riyakarlıklarını sergilemektedirler. Siyasal olarak ?Avrupa solu? olarak adlandırılanların başını çektiği çevreler ise, petrol zenginliğini diğer Arap ülkelerinden daha farklı biçimde zaman zaman emperyalistlerin aleyhine kullanan Libya?da iç savaşı destekleyenler emperyalist ülkeler değilmişçesine, NATO?yu bu ülkeyi işgal etmesi için çağrı yapma alçaklığını gösterebilmektedirler. ?İnsani müdahale? masumiyetiyle bu işgal çağrısı yapanları Jean Bricmont, ?Libya ve İnsani Emperyalizmin Dönüşü? adlı makalesinde şöyle belirliyor: ?Çete geri döndü: Avrupa Solu partileri (Avrupa?nın ılımlı komünist partilerinden oluşan grup), sevmediği bir ABD-NATO savaşı olmayan ve şu anda Daniel Cohnd-Bendit ile ittifak kurmuş olan ?Yeşil? Jose Bove, çok sayıda Troçkist grup ve tabii ki Bernard-Henry Levy ve Bernard Koucher: Hepsi Libya?ya “insani müdahale” çağrısı yapıyorlar ve çok daha aklı başında bir tutum takınan Latin Amerika solunu ?Libya tiranı?nın ?yardakçıları? olmakla suçluyorlar.? (Counter Punch internet sitesinde 8 Mart 2011?de yayımlanmıştır.) Bunların Türkiye?deki benzerleri konumunda bulunan Taraf, Radikal, Birikim, Zaman gibi gazete ve dergilerde kalem oynatan ?yetmez ve evetçiler?in, Türkiye solunda ve özellikle halkın belleğinde yaratmış oldukları imaj ve tahribatın, bu ülkede eşitlik ve özgürlük mücadelesi yürüten tüm örgütlü güçler açısından çok daha ciddi bir sorun yarattığı, artık göz ardı edilemeyecek bir ?gerçeklik?tir. İşte bunları ipliğinin pazara bu denli açık biçimde çıktığı bugünlerde, Türkiye emekçilerinin, ezilen halkın kolektif bilincini, sermaye egemenliğine karşı yeniden mücadeleci bir çizgiye oturtmak için dilimizin ödünü bu yönde kopartmamız gerekiyor.
Daha fazla söze gerek yok; haksızlıklara karşı vicdanlarını, sömürü ve baskılara karşı bilinçlerini konuşturan herkesi ?suçlu? konumuna sokmaya çalışan sermaye egemenliği, nasıl ki toplumun dilinin ödünü koparmaya çalışıyorsa, ülkemizin ve emek üreten insanların eşit ve özgür bir gelecek kurmalarına kafa yoranların da dillerinin ödünü, bu çubuğu tersine bükebilmek için olabildiğince ortak akılla kopartmaları önem kazanıyor. İşte böyle bir dilin kurduğu ilk sözümüz şu olsun mu : ?Özgür vicdanın dili, sermayenin dil hapishanesini yıkacak!?
Müslüm Kabadayı
Hocam tebrikler çok güzel yazmışsınız