Dostoyevski’nin çocuğunu kaybedişi. “Onu bir daha hiç görmeyeceğimi düşünemiyorum.”
Şubatta, sabırsızlıkla beklenen şey oldu: Dostoyevski’nin ilk çocuğu doğdu. Madam Snitkina, Petersburg’dan gelmek niyetindeydi ama hastalığı bunu engelledi. Anna’nın ilk sancılan başladığında, kocası güçlü bir sara nöbetinin etkisiyle uyuyor, kendisinden geçmiş bir halde yatıyordu; Anna onu kaldırmaya cesaret edemedi. Evde yarı-budala bir hizmetçiden başka kimse yoktu ve Anna bütün gece yalnız başına acı çekti. Sabahleyin Dostoyevski uyandı ve çılgın bir halde ebeye koştu, ebe de, mesleğinin soğukkanlılığıyla, çok erken çağrıldığını söyledi.
Haklıydı; uzun bir günden sonra -bütün gün boyunca Anna sakin ve kendini toparlamıştı, ebe ters ve ilgisizdi, yalnız Dostoyevski ıstırap verici bir sabırsızlıkla neredeyse çıldırmış bir durumdaydı- çocuk, ertesi sabahın ilk saatlerinde doğdu. Anna, ağrılarının son anlarında, ebeyi kocasını teskin etmesi için defalarca yandaki odaya gönderdi. Dostoyevski, yeni bir sara nöbeti gelmesinden korkulacak bir durumda, diz çökmüş dua ediyordu.
Çocuğa, Dostoyevski’nin en sevdiği yeğeninin ve Suç ve Ceza’nın kadın kahramanının adı verildi: Sonya. Paul ile olan ilişkisi Dostoyevski’nin müşfik ve hattâ aşırı düşkün bir baba olduğunu ortaya çıkarmıştı. Babalık tutkusunda da, diğer tutkuları gibi sınır tanımadı. İki günlükken, Sonya için şöyle diyordu: “Çok sağlıklı, akıllı bir küçük kız, tuhaf derecede bana benziyor” ve haftalarca mutluluğundan başka pek az şey düşündü. Bu yeni duygu, Budala’nın ilerleyişini durdurdu ve Russky Vestnik, mart ayındaki bölümün, “yazarın hastalığı yüzünden” nisan ayına ertelendiğini bildirmek zorunda kaldı.
Fyodor ve AnnaÇocuk üç aydan az yaşadı; soğuk aldı ve öldü. Anne, babasının acısı, mutlulukları kadar güçlü oldu. Dostoyevski kaderine, Cenevre’nin havasına, dadının dikkatsizliğine, işin başında hastalığın önemsiz olduğunu söyleyen doktora sövüp saydı. Eski neşelerinin ve şimdiki üzüntülerinin geçtiği yer onlara dayanılmaz geldi. Haziran başlarında, küçük mezara her günkü ziyaretlerinin sonuncusunu yaptılar, küçük haçın üzerine son çiçeği koydular ve gölün karşı yakasındaki Vevey’e gitmek üzere vapura bindiler. Burada, evliliklerinin en üzüntülü yazını geçirdiler. Cenevre’de Dostoyevski’nin yegâne eğlencesi olan Rus kitaplığı ve Rusça gazeteler bile yoktu burada ve Petersburg’dan gelmiş olan Anna’nın annesiyle birlikte, yalnızca yitirdikleri çocuğu düşünüp, konuşarak, bir başlarına yaşadılar.
“Hayatımda, bu son günlerdeki kadar (diye Apollon Maikov’a yazıyor Dostoyevski) mutsuz olmamıştım hiç. Hiçbir şeyi anlatmayı denemeyeceğim; fakat zaman geçtikle, anılar daha acılaşıyor, ölü Sonya’mızın hayali daha canlı oluyor. Dayanılamayacak anlar oluyor. Daha o zamandan beni tanıyordu; öldüğü gün, iki saat sonra öleceğinin farkına varmayarak gazete okumak için dışarı çıktığımda, küçük gözleriyle beni izledi ve şimdi gittikçe daha iyi hatırladığım bir şekilde baktı bana. Hiçbir zaman unutmayacağım, hiçbir zaman üzüntüm bitmeyecek. Eğer başka bir çocuğum olsa bile, onu nasıl sevebileceğimi, sevgiyi nerede bulabileceğimi anlamıyorum. Bana Sonya gerek; onun ölü olduğunu ve onu bir daha hiç görmeyeceğimi düşünemiyorum.”
Bu olay ve Dostoyevski’nin yurtdışında yaşadığı diğer olaylar, bazen koyu bir yoksulluğa varan mali sıkıntının kasvetli zemini üzerine çizilmeli.
Dostoyevski, Edward H. Carr, İletişim Yayıncılık, 5.baskı, sayfa 170-171