Semenderlerle Savaş, Karel Capek

Karel Capek, Semenderlerle Savaş?ı 1936 yılında, ölümünden iki yıl önce kaleme aldı. Eser, 1930?lardan itibaren üzerinde düşündüğü ve eser verdiği tek konu olan ?Avrupa?yı saran faşizm dalgası? hakkındadır.
*”Karanlık bilimkurgular ve alegorik, fantastik öykü, romanlar yazan Capek, insanın ve doğanın gelecekteki sosyal evrimini faşizmin gölgesi altında düşlemiş, toplama kamplarını, atom bombasını, soğuk savaşı öngörmüş. Almanca baskısı yayımlandığında Thomas Mann?ın, Karel Capek?e bir mektup yazıp ?Sonunda Almancaya çevrilen romanınız Semenderlerle Savaş?ı okudum. Uzun zamandır başka hiçbir anlatı beni böyle sarıp, heyecana düşürmemişti. Avrupa?nın dizginsiz aptallığına yönelik alaycı bakışınız kesinlikle muhteşem; anlatının grotestk ve kâbusumsu olaylarını izlerken, bu aptallık karşısında sizinle birlikte dehşete kapılıyor insan? diyerek yerlere göklere sığdıramadığı ve bunu sonuna dek hak eden bir büyük eser, Semenderlerle Savaş Türkçede. Bu, epey gecikmiş çeviride günah, tanrıya ulaşmak için yedi katlı kule inşa eden Babil halkında mı yoksa yayıncılık sistemimizde mi bilmiyorum ama bence bu işte en büyük sevap, çeviride çok ince bir iş çıkaran Sabri Gürses?in. Almanca baskısında Thomas Mann?i çok heyecanlandıran bu kitabın, nihayet Türkiye?de de heyecanlı okurlar yaratacağını umuyor, bu baskının önemini ?mesela Tolstoy?un Anna Karenina?sı Türkçeye ilk kez 2008 yılında çeviriliyor olsaydı ne hissederdiniz?le örneklemek istiyorum.
Çek dilinin en iyi yazarlarından biri olan Karel Capek, akıl ve mizah dolu yaklaşımıyla kaleme aldığı eserleriyle, tüm dünyada usta satirist yazarlardan birisi olarak anılır. Karanlık bilimkurgular, alegorik, fantastik öykü ve romanlar yazan Capek, insanın ve doğanın gelecekteki sosyal evrimini faşizmin gölgesi altında düşlemiş, toplama kamplarını, atom bombasını, soğuk savaşı öngörmüş. J. R. Tolkien, ünlü üçlemesi ?Yüzüklerin Efendisi? için ?alegori türünde? diyenlere kızar, ?alegori korkakların işidir, insanların yüzüne karşı söylemek istediğim şeyi çıkar söylerim, kitaplarımın arkasına saklanmam? dermiş. Capek?in alegorisi de bu türden bir alegori. Korku sindirir, oysa onun metinleri hiç de sindirilmiş değil. Onun söylediği gibi dersek, faşizm korkudan beslenir, onu palazlandıranlar ondan korkanlardır ve kim korkar faşizmden!
Capek, Semenderlerle Savaş?ı 1936 yılında yazmış. Ölümünden iki yıl önce kaleme aldığı bu eser, 1930?lardan itibaren üzerinde düşündüğü ve eser verdiği tek konu olan ?Avrupa?yı saran faşizm dalgası? hakkında. Sadece faşizm değil tümden bir totaliterizm eleştirisi sunan yazar, insanın yer yüzündeki en tehlikeli canlı olduğuna okuru ikna ediyor. Dünya üzerinde yaşayan zararsız bir türün, tüm insanlığı dize getirip dünyayı ele geçirecek bir organize güce sahip olmasına pek şaşırmıyoruz. Bunu nereden, kimden öğrendiği aşikâr. Şu meşhur ?kendi ellerimle yarattığım canavar? hikâyesi gibi, yaratılan canavarın ilk hedefi tabi ki yaratan oluyor.

Semenderler sahnede
Dünya üzerinde bir yerlerde sessiz sakin yaşarken cevval bir uzak yol kaptanı tarafından iyi birer inci avcısı oldukları keşfedilen semenderler, ki bana Merian C. Cooper?ın King Kong?unu hatırlattılar, uygarlıkla tanıştırılıp kontrol edilemez bir güç olana dek kullanılırlar. İnsan doğasının doymak bilmez arzularını tatmin etmek için ?çirkin varlıkları?na katlanılan bu arka ayakları üzerinde yürüyebilen sürüngenler, zamanla insanları çirkin bulmaya başlar.
Uygarlığa adapte olmaya başladıkları ilk yıllarda Oxford?lu öğrencilerin bile taş atarak kovaladığı bu ?ucubeler?, zamanla eğitim, sağlık, barınma gibi konularda haklar kazanırlar, üniversiteye bile girerler. Sayıları çoğalınca insanların yaşam alanına müdahale eden semenderler zamanla dünyaya hâkim olmaya başlar. Avrupa?lı yöneticilerin semenderlerle anlaşma yapıp, kendilerince değersiz gördükleri ?Çin?i pazarlık aracı olarak kullanmaları da Capek?in bir başka öngörüsü olmuş: ?Avrupa?ya dokunmayın, mesela Çin?i işgal edebilirsiniz? derkenki pişkinliklerinde değişen bir şey yok.
Kitabın yazıldığı dönemde Sovyetler Birliği var olduğu halde, yazar, insanın hırslı kâr arayışına bir çözüm, bir ütopya olarak bile sosyalizmden söz etmiyor.
(…) Henüz bilimkurgu diye bir türün adı anılmazken bilimkurgu yazan, ?Rossum?s Universal Robots? adlı eseriyle robot sözcüğünü insanlığa kazandıran yazarın bu eseri çağının çok ötesinden sesleniyor. Aynı zamanda sosyolojik bir inceleme olarak okunabilecek bu roman şu sözleriyle insanın acziyetini açıkça ortaya koyuyor. ?İnsanlık hiç bir zaman mutlu olmadı. İnsanın bütün talihsizliği insan olmak zorunda kalmasından ya da çok geç bir zamanda zaten akıllanması imkansız bir şekilde uluslar, ırklar, inançlar, sınıflar, mezhepler, zengin, yoksul, eğitimli, eğitimsiz, efendi ve köle diye ayrıldığı zaman insan olmuş olmasından kaynaklanıyor. Eğer atları, kurtları, koyunları, kedileri, tilkileri, geyikleri, ayı ve keçileri alıp bir ağıla koyar, toplumun kuralları denen bu anlamsız karışımda yaşamaya zorlar, onlara bu kuralları dayatırsanız o zaman mutsuzluk, hoşnutsuzluk ve ölüm Tanrı?nın bile kendini evinde hissedemediği bir toplum elde edersiniz?.
Aslında insanlığın semenderlerle savaşı hiç bitmedi. Sermayenin içinden geçen hiç bir şey yok ki faşistleşmesin ve yine hiçbir şey yok ki sermayenin içinden geçmesin. Semenderlerin şefi, radyo kanallarından yaptığı yayınla dünyayı işgal ettiklerini bildirdiğinde ?İnsanlar! korkmayın, biz dostuz? diyordu. İnsanın gayrî-insan karşısında duymayı beklediği, iç rahatlatan, derin nefes aldıran bu ilk cümle yeryüzünden silinene kadar, bu cümleye karşılık ?başka ne olabilirsin ki?? demek mümkün olana kadar semenderlerle savaş sürecek sanırım. İyimser olamayacağım.”
*Elif Türkömez, Radikal Gazetesi Kitap Eki 18/07/2008

Çevirmen Önsözü: Sabri Gürses
“1997?den beri çevirmeyi hayal ettiğim Karel ?apek?in bir kitabı sonunda gün yüzünü gördü: Semenderlerle Savaş . Rusya?ya ilk kez gittiğimde bir dizi Rus eserinin yanı sıra, iki edebiyat devinin, ?apek ve Stanislav Lem?in bir dizi Rusça çevirilerini toplamıştım. ?apek kitaplıkta bekleyip durdu ve sonunda, belki de Türkiye?nin gündemi için tam zamanında, Türkçeye kavuştu. Beğenilmesi, ilgi görmesi ve işe yaraması umuduyla.. Aslı Çekçe olan kitabın çevirisi, İngilizceden Rusça çeviriyle karşılaştırmalı olarak yapıldı, yani bir ikinci dilden çeviri oldu; fakat Çekçe çevirmen yokluğundan kaynaklanan bu tutum, İngilizce çeviri yerine Rusça çevirinin norm alınmasıyla olabildiğince zenginleştirildi. Kitabın çarpıcı kapak tasarımı Utku Lomlu?ya ait.”Ve sonra? iki yıl sonra ?apek, Almanya?nın 1938 Çekoslovakya işgalinden kısa bir süre önce, tuberkülozdan öldü. O sırada Gestapo?nun arananlar listesindeydi ve ressam kardeşi Yosef ?apek de 1945 yılında toplama kampında ölecekti. 1930?lardan başlayarak Avrupa?yı yükselen faşizm tehlikesine karşı uyarmaya çalışmış; yazılarını, oyunlarını, radyo konuşmalarını bu konuya ayırmış, bir Uluslararası PEN üyesi olarak mücadele etmiş ve Avrupa yönetimlerinin bu konudaki kayıtsızlığı karşısında hayal kırıklığına kapılmıştı. Semenderler ?in son kısmında, Baş Semender?in bir zamanlar Dünya Savaşı?nda çavuş olarak yer almış olduğunun belirtilmesi, romanı bu güncelliğe gönderiyor: semenderlerin Naziler olduğunu söylemek olası. Fakat romanda Almanların ayrıca yer alması, bu güncel göndermeyi sorunlu kılıyor ya da başka çağrışımlara sürüklüyor. Her koşulda, romanın genel olarak totalitarizme karşı olduğunu, genel bir insanlık durumu betimlemesi olduğunu düşünmek daha yararlı olabilir. Sonuçta Semenderlerle Savaş , tıpkı Wells?in Dünyalar Savaşı gibi temelde insan ve gayrıinsan arasındaki mücadeleyi, insan olmanın bu iki kutup arasında gidip gelişini konu ediyor: uzaylılar ya da semenderler, hep öteki-insan.

Ve sonra? hepimiz semenderiz. Ne olduğunu ?apek sadece öngörmüş olsa bile, biz, biliyoruz: toplama kampları, holokost, büyük göçler.. ?apek, tehcir ve pogromlar gibi uygarlığın on dokuzuncu yüzyıl icatlarının gideceği noktayı öngörmüştü: semenderlerin yaşama alanlarının çevresine çekilen katranlı çitler, gelecekte toplama kamplarının tel örgüleri haline geldi. ?apek belki sadece uçan ve yüzen işkencehaneleri öngörmemiş olabilir, bunu da insan zekasının inceliklerine yazmak gerekir.

Ve sonra? atom bombası, nötron bombası, Soğuk Savaş?ın nükleer füzeleri, portakal gazları, Asya savaşları, Ortadoğu savaşları, durmak bilmeyen İsrail-Filistin savaşı, sözde medeniyetler savaşı, biyokimyasal silahlar, sibersavaş, Irak İşgali.. küresel sistemin yeryüzüne tümden yerleşmesi ve matrisin görünür bir şekilde ortaya çıkması: mobil iletişim araçları ve bilgisayarlardan kurulu bir ağın başına oturmuş, biyo-enerjileriyle sistemi besleyen ve sistemin ağdan onlara yolladığı hayalleri yaşayan semenderler, hayır, insanlar. Nesi var bu İnsanın? Neden bu dehşetengiz sistemi kurup kendini yok ediyor? Gizemli buluşlarla ömrünü uzatıyor ve aynı zamanda bu ömrü acı dolu bir hale getiriyor?

?apek?in yapıtının başarısı, bu soruya sitem bile yüklü olmayan bir alayla yanıt vermesi; bu soruyu yanıtlamaması ya da ciddi bulmaması olabilir. (?İnsan? gerçekten pişman mı kalabalıkların acı çekmesinden?) Romanın temel kalıcılığını bu sağlıyor: neden her şey olabilir, hiçbir şey olmayabilir. Ama durum böyle: bir kaptan inci avına gönderilir, semenderleri keşfeder, onları insanlaştırır, çalıştırır, semenderler çiftliklere toplanır, uluslar arası pazarda alınıp satılacak mal haline gelir, uzun bir sürecin sonunda insanlara karşı örgütlenip yeryüzünü yok ederler. Bu arada, kaptanın bütün bu semender çiftliklerini kurmak için para verecek olan yatırımcıyla tanışmasını sağlayan, kaptana yatırımcının evinin kapısını açan uşak pişmanlık içinde düşünüp durur: Yeryüzünün yok olması benim yüzümden. Tıpkı sinik ve çaresiz bir halde yaptığımız her alışverişte şöyle düşünen bizler gibi: X malını tükettiğim için küresel ısınma oldu, yeryüzü benim yüzümden yok olacak. Gerçekten doğru mu bu? Kimbilir. Köle ticaretinin o korkunç tarihinin sorumlusu köle kullanan o Dersaadetli ya da Teksaslı ev hanımları mı; küresel ısınmanın sorumlusu nükleerle ısınan ve çamaşırlarını plastik sepetlere dolduran insanlar mı; Dostoyevski?nin tefecisinin çağdaş versiyonu olan o kredi kartlarının neden olduğu cinayet ve intiharların sorumlusu, kredi kartı sistemi mi, varolan herkesi borçlandırma sisteminin mucidi mi, yoksa yetersiz geçinme ve da tüketim olanaklarını zorlayan kullanıcılar mı? Kimbilir.

Günümüzde insanlarla semenderler arasındaki mücadele hep yenilenen ama özünde aynı kalan metaforlarla karşımıza çıkıyor. Semenderler ?in ya da onun kullandığı şemanın süregiden güncelliğini gösteren bir şey bu. Örneğin son dönemde çekilen Syriana (2005), Charlie Wilson?s Story (2007) adlı, her ikisi de gerçek-tarihsel olayların sinema uyarlamaları olan filmler, bu konuyu Ortadoğu ve doğal kaynaklar çerçevesinde ele alan parlak örnekler: ikinci filmde milletvekili Charlie Wilson, Afganistan?a Sovyetler Birliği?ne karşı kullanılacak silah ulaştırmak için 1 milyar dolar tedarik etmeyi başarırken, Afganistan?ın bağımsızlığının ardından okul yapılması için gerekli 1 milyon doları tedarik edemiyor; ya da Syriana ?da ülkesini Atatürk gibi modernleştirmek isteyen (meclis kurmak, kadınlara eşitlik getirmek, eğitimi yaygınlaştırmak, fabrika açmak isteyen) emirin oğlu, petrol şirketleri ve CIA arasındaki bir uzlaşmanın sonucunda, uydudan gönderilen bir füzeyle buharlaştırılıyor. Şaşırtıcı bir biçimde, bu filmlerde Afganlar, Araplar ya da genel olarak, Batı dışındaki insanlar, tam da ?apek?in semenderleri gibi sunuluyor. Daha da ilginç olan şey, bu tür filmlerin büyük kısmında Batı dışındaki insanlara karşı, tıpkı semenderlere olduğu gibi, genel bir güvensizlik sergileniyor olması: onlar elde edecekleri güçleri yıkıcı amaçlarla kullanırlar, çünkü güçleri elde ettikleri kaynaklar da yıkıcıdır (ilginç bir Amerikan dış politikası eleştirisi olan Syriana ?nın başkahramanı aslında bir füze ? filmin başında bir CIA görevlisinin elindeyken radikal bir İslamcı grubun eline geçen ve filmin sonuna dek aranan, sonunda iki intihar eylemcisinin bir petrol tankerinde havaya uçurduğu Amerikan yapımı bir füze). Semenderler de önce gelişmiş ülkelerin askerleri olarak yetiştirilip sonra insanlara karşı savaşmıyor mu?

Komünizm, Platonov ve ?apek
Semenderler ?in ilginç bir yönü, yazıldığı tarihte romanın temel konularından birini oluşturan hırslı kâr arayışına karşı büyük bir girişim, Sovyetler Birliği girişimi var olduğu halde, böyle bir girişimin getirdiği ütopyaya hiçbir yer vermemesi. Semenderler ?in dünyasında ideolojik kamplaşma sadece bir dipnotta, alaylı bir anma olarak yer alıyor. Bugünden geriye bakarken bu şaşırtıcı bir durum: yükselen Hitler tehlikesi karşısında Sovyetler bir kurtuluş olasılığı değil miydi? ?apek neden Sovyetler?i bir başka dünya olarak görmemişti?

1990?la birlikte Sovyetler Birliği?nin, iki kutuplu dünya ve Soğuk Savaş füzelerinin ortadan kalktığını gören bizler, aslında ?apek?ten farklı bir şekilde görüyoruz dünyayı: bir bakıma atom bombasına dek Semenderlerle Savaş ?ın yaşandığı, ardından soğuk savaşların yaşandığı, ardından yeniden on dokuzuncu yüzyıl ve sonundakilere benzer neo-milliyetçi ve neo-kolonyalist savaşlar yaşayan bir dünya var karşımızda. Bu yüzden ?Ve sonra?? sorusuna kurgusal yazarın verdiği ?En ufak fikrim yok? yanıtının tersine, ?Çok fikrimiz var.? Bu yüzden Semenderler ?i okurken, ister istemez kaçırılmış olabilecek somut olanakları ya da o olanakların sorunları üzerine yeniden düşünmek durumundayız.

Rus ütopya ya da distopya yazarı Andrey Platonov?un 1938 yılında yazdığı eleştiriyi, ?apek?in sanki bu eleştiriye yanıt verircesine 1924 yılında yazdığı bir yazıyla birlikte okumak bu açıdan yararlı. Günümüzde eleştirmenler, Platonov?u, Sovyet sonrası dönemde yeniden keşfediyor (örneğin Fredric Jameson Zamanın Tohumları ?nda) ve Platonov?un 1920?lerde yazdığı (Kotlovan, Çevengur gibi) eserlerle Sovyet ütopya-uygulamasını eleştiren bir yazar olarak anıyor, bu açıdan Platonov?un ?apek?e yönelttiği eleştiri oldukça anlamlı: ?apek?i Sovyet ütopyasını dikkate almadığı için eleştiren ve ona katılmaya çağıran Platonov, aynı zamanda bu ütopyayı reddeden bir yazar olabilir mi? Tuhaf bir şekilde her iki yazar da, ?insanın? önemi üzerinde durur: Platonov altı saatte insanüstü bir şekilde kömür çıkartan maden işçisi Stahanov?u överken, ?apek makine başındaki yoksul işçinin neşesini över. ?apek bir bakıma 1924 yılında ?ütopya gelecekte değil burada? derken, Platonov 1938 yılında ?ütopya gelecekte değil SSCB?de? demektedir. Peki tam olarak 1924?le 1936 arasındaki süreçte ?apek?i derin bir şekilde etkileyen bir şey (Platonov?un hiç anmadığı bir şey) ortaya çıkmış olabilir mi: Alman faşist hareketi ülkenin Dünya Savaşı?nın birinci perdesinden sonraki sıkıntılarını Alman olmayanlara yükleyerek, Yahudi Sorunu diye bir sorun atmadı mı ortaya? Platonov ?apek?i eleştirdiği sırada ve sonrasında Stalin büyük kovuşturmalarını yapmış, Rus-Alman savaşından sonra, bugün sanki semenderler tarafından zehirlenmiş gibi duran Hazar Denizi?nin kıyısında, Kafkasların bütün etnik haritasını dağıtıp sürgüne yollayarak, bölge halkını kömür, pamuk, vb. maddeler üreticisi olan insanüstü fabrika işçileri haline getirmemiş miydi?

Bu açıdan, Semenderler ?i milliyetçilikten ırkçılığa geçişin ince çizgisini görünür kılan, hatta bu ince çizginin sermayenin içinden geçtiğini ortaya koyan bir satirik distopya olarak görmek yararlı olabilir: kaptan van Toch?un Hollanda Doğu Hindistan Şirketi?ndeki ?Yahudilere? yönelik sözleri, semender ticaretini başlatan Bay Bondy?nin bir Yahudi olması? Bütün bunlar ?apek?in Semenderler ?i temelde anti-semitizme karşı bir eser olarak kurguladığını, fakat sorunun sıradan anti-semitizmden çok daha derinlerde yattığının farkında olduğunu düşündürüyor. Semenderler 1924?te ?apek?e göre ?yoksullar?dı belki de, 1936?da ?semender? oldular ? ama hep insandılar. Platonov?un ?apek?te gözden kaçırdığı şey bu olmalı, ?apek?in konusunun Stahanov?lar değil, sıradan insanlar olması, köklerini geçmişte (milliyetçilik, muhafazakarlık) ya da gelecekte (komünizm) değil, bugünde, bir aradalıkta gören, canlı insanlar olması. ?apek?in 1936?da net bir şekilde gördüğü şu olabilir belki: sorun bugünde, çözümü de eğer varsa, bugünde olmalı. Yoksa Kaptan van Toch?la Bay Bondy arasında geçen şu konuşmanın derin mizahı anlamsız kalır:

?Hatırlıyor musunuz,? diye sordu Bay Bondy hatıralara dalarak, ?bana nasıl bağırıyordunuz siz: Yahudicik, Yahudicik, cehenneme gidecik.?

?Ja,? diye kabul etti kaptan ve duygulu bir şekilde mavi mendiline sümkürdü. ?Ah evet, o zamanlar hoş zamanlardı, ahbap. Ama şimdi ne önemi var? Zaman geçiyor. Şimdi ikimiz de yaşlı erkekleriz ve ikimiz de kaptanız.?

Bu satırları Türkçeye böyle çevirmek yerine uyarlamaya kalksak, kaç şekilde uyarlayabiliriz?

Türkçede ?apek
?apek?in Türkçede zengin bir tarihi var. Bu tarihi, ?apek?in en önemli çevirmeni olan Hasan Ali Ediz (1904-1972), ilk kez 1953 yılında Kaybolan Bacak adıyla yaptığı ?apek öyküleri derlemesinde ayrıntılı bir şekilde ele alıyor. Ediz?e göre ?apek?ten çevrilen ilk eser R.U.R. adlı tiyatro oyunudur: bu oyun, 1927 yılında Halit Fahri Ozansoy tarafından çevirildi ve M.E.B.?in ?Cihan Edebiyatından Nümuneler? dizisinde yayımlandı. Oyun, ayrıca Yapma Adamlar adıyla 1928-29 döneminde İstanbul Şehir Dram Tiyatrosu?nda sahnelendi. ?apek?in İngiltere Mektupları Fikret Adil tarafından çevrilerek Vakit gazetesinde tefrika edildi. Ahmet Muhit Dranas tarafından çevrilen Ana adlı son eseri, 1941-42?de yine Şehir Tiyatrosu?nda Yaşadığımız Devir adıyla sahnelendi ve bu adla Remzi Kitabevi?nin ?Dünya Muharrirlerinden Piyesler? dizisinde yayımlandı. Yine bu oyun, 1952-53 sezonunda Ankara Devlet Tiyatrosu?nda Vatan İsterse adıyla sahnelendi. Diğer yandan ?apek?in çeşitli öykülerinin çevirileri 1937?den başlayarak birçok gazete ve dergide yer aldı.

Ediz?in Kaybolan Bacak adıyla İngilizceden yapılmış (Servet Moray, İbrahim Hoyi ve kendisine ait) çeviri öyküleri derlediği kitap, daha sonra 1974 yılında Cem yayınevi tarafından yeniden yayımlandı. Son olarak, 1976 yılında ?apek?in Haydut Oğlu Haydut adlı çocuk öyküsü, Can Kapyalı çevirisiyle Gözlem Yayınevi tarafından yayımlandı.

Semenderlerle Savaş
Bu kitap Hasan Ali Ediz?in Kaybolan Bacak ?a yazdığı önsözde ?Semenderlerle Muharebe? olarak anılıyor. Ediz?in, bu romanı ??apek?in hiciv kudretinin en yüksek mertebesine ulaştığı? bir roman olarak andığı halde, kitabın bugüne dek çevrilmemiş olmasında şaşırtıcı bir yan var. Büyük olasılıkla, bunun üç temel nedeni olabilir: bu romanın genel olarak totalitarizme yönelik eleştirisinin öne çıkması ve bu tür tarafsız bir eleştirinin geçmiş yıllarda pek hoş görülmemesi; ?apek?in Demir Perde?nin arkasında, hatta kendi ülkesinde bile açıkça anılmayan bir yazar olarak kalmış olması; basitçe bilinmemesi. Bunun dışında bir başka neden de Çekçe çevirmenliğinin yeterince gelişmemiş olması olabilir. Bu romanın çevirisi War with the Newts adlı, David Wyllie ?ye ait (1996) İngilizce çeviriden, Voyna s Salamandarami adlı, A. Guroviça?ya ait (1960) Rusça çeviriyle karşılaştırmalı olarak yapıldı. Asla olabildiğince yakın bir edisyonla gerçekleşmesi Sırma Köksal sayesinde oldu.

Bütün politik tartışma ve kaygıların ötesinde, Semenderlerle Savaş edebiyatın, özellikle de bilimkurgu-ütopya edebiyatının temel eserlerinden biri. Güncelliğini, şaşkınlık verici bir şekilde yitirmemiş, tersine artırmış durumda: nanorobotların, siberuzay ya da ikinci, üçüncü nesil internetin sözkonusu olduğu bir dünyada, Matrix dünyasında bu roman bir kehanet kitabı gibi.

Thomas Mann, 1937 yılında ?apek?e yazdığı bir mektupta şöyle diyor: ?Sonunda Almancaya çevrilen romanınız, Semenderlerle Savaş ?ı okudum. Uzun zamandır başka hiçbir anlatı beni böyle sarıp heyecana düşürmemişti. Avrupa?nın dizginsiz aptallığına yönelik alaycı bakışınız kesinlikle muhteşem; anlatının grotesk ve kabusumsu olaylarını izlerken, bu aptallık karşısında sizinle birlikte dehşete kapılıyor insan.?

Bize kalan tek şey, böyle ?dizginsiz bir aptallığın? tekrarlanmamasını dilemek. Ama bu da çok semender bir umut değil mi?
Kaynak: http://ceviribilim.com/?p=944

Kitaptan bir bölüm
Bu hayvan konuşuyor
Semender pavyonunun yanından geçerken depolardan birinde bir su sesi duyuldu ve gıcırtılı bir ses, ?İyi akşamlar,? dedi.
?İyi akşamlar,? diye yanıt verdi müdür biraz şaşırarak. ?Kim var orada??
?Affedersiniz,? dedi gıcırtılı ses, ?sizi Bay Greggs sandım.?
?Kim var orada?? diye tekrar etti müdür.
?Andy. Andrew Scheuchzer.? Sör Charles depoya yaklaştı. Tek gördüğü dimdik, kıpırdamadan oturan bir semenderdi.
?Kim konuştu??
?Andy,? dedi semender. ?Siz kimsiniz??
?Wiggam,? dedi Sör Charles şaşkınlıkla.
?Tanıştığımıza memnun oldum,? dedi Andrias kibarca. ?Nasılsınız??
?Kahretsin!? diye gürledi Sör Charles. ?Greggs! Hey, Greggs!? Semender hemen kaçıp suya saklandı. Bay Thomas Greggs telaşla, soluk soluğa ve biraz huzursuz bir halde girdi kapıdan içeri.
?Buyrun efendim??
?Greggs, bu ne demek?? diye başladı Sör Charles.
?Bir şey mi oldu efendim?? diye kekeledi Bay Greggs pek emin olamadan.
?Bu hayvan konuşuyor!?
?Özür dilerim efendim,? dedi Bay Greggs pişmanlık içinde. ?Bunu yapmamalısın Andy. Sana konuşup kimseyi rahatsız etmemen gerektiğini bin kere söylemiştim. Özür dilerim efendim; bir daha olmayacak.?
?Bu semendere konuşmayı sen mi öğrettin??
?Doğrusu ilk o başlattı efendim,? diye savundu kendini Greggs.
?Umarım bu bir daha olmaz Greggs,? dedi Sör Charles sertçe. ?Gözüm üzerinde olacak.?

Semenderlerle Savaş, Karel Capek, Çeviren: Sabri Gürses, Everest Yayınlar, 2008, 320 sayfa

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir