Etiket: Felsefe

Varlık ile Doğa Arasında: Heidegger ve Spinoza’nın Karşılaşması

Heidegger’in “Varlık” sorusu ile Spinoza’nın “Deus sive Natura” anlayışı, felsefi düşüncenin temel sorularından birine, varlığın anlamına ve insanlığın evrendeki yerine dair iki farklı yaklaşımı temsil eder. Bu iki düşünce sistemi, ontolojik, etik, antropolojik ve dilbilimsel düzlemlerde birbiriyle çatışır ve zaman zaman örtüşür. Heidegger, varlığın kendisini sorgularken, insan varoluşunun geçiciliği ve

OKUMAK İÇİN TIKLA

İnsan Doğasının Çözümlemesi: Nietzsche, Kierkegaard ve Spinoza’da Ahlakın Temelleri

Perspektifin Gücü: Nietzsche’nin Ahlak Anlayışı Nietzsche’nin ahlak anlayışı, bireyin dünyayı yorumlama biçimine, yani perspektifine dayanır. Ona göre ahlak, evrensel bir doğrular sistemi değil, bireyin güç istenci (Wille zur Macht) üzerinden şekillenen bir yaratımdır. Geleneksel ahlak, özellikle Hristiyan ahlakı, Nietzsche için bir zayıflık ifadesidir; çünkü bu ahlak, bireyin özünü bastırır ve

OKUMAK İÇİN TIKLA

Teknolojik Tekillik ve İnsan Özgürlüğü Üzerine Bir İnceleme

İnsanın Kendi Yarattığı Tanrı: Tekillik Kavramı Vernor Vinge’in teknolojik tekillik fikri, insan zekâsını aşan bir süper zekânın ortaya çıkışıyla bilginin ve teknolojinin kontrol edilemez bir hızda ilerleyeceği bir eşik olarak tanımlanır. Bu kavram, insanlığın tarih boyunca kendi sınırlarını zorlama arzusunu yansıtır; ateşten tekerleğe, matbaadan internete uzanan bir serüvenin doruk noktasıdır.

OKUMAK İÇİN TIKLA

Söylemin Sınırlarında: Foucault ve Derrida’nın Karşılaşması

İktidarın Üretkenliği ve Söylemin Dokusu Michel Foucault’nun iktidar anlayışı, bireylerin ve toplumların nasıl şekillendiğini anlamak için söylemi merkezine alır. İktidar, ona göre yalnızca baskıcı bir kuvvet değil, aynı zamanda öznellikleri inşa eden, bilgi üreten ve toplumsal ilişkileri düzenleyen bir mekanizmadır. Söylemler, bu bağlamda, tarihsel arşivlerde biriken ve bireylerin kimliklerini, arzularını,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Lacan ve Foucault Arasındaki Diyalog: Bilinçdışı ve Söylemin Öznellik Üzerindeki Etkileri

Öznelliğin İnşasında Dilin Rolü Jacques Lacan’ın “bilinçdışı dil gibi yapılandırılmıştır” iddiası, öznelliğin oluşumunda dilin merkezi rolünü vurgular. Lacan’a göre, bilinçdışı, dilin simgesel düzeni aracılığıyla işler; bu düzen, bireyin arzularını, kimliğini ve toplumsal varlığını şekillendirir. Bilinçdışı, öznenin kendi içsel gerçekliğini anlamaya çalıştığı bir alan değildir yalnızca; aynı zamanda dilin kodları, imgeleri

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varoluşun Çatışmaları: Fanon, Sartre, Bukowski ve Şiddetin Üç Yüzü

Frantz Fanon, Jean-Paul Sartre ve Charles Bukowski’nin eserleri, insan varoluşunun sınırlarında gezinen farklı isyan biçimlerini ele alır. Her biri, bireyin ya da topluluğun özgürlük arayışını, kendi bağlamlarında ve yöntemleriyle sorgular. Sartre, kaygı (angoisse) üzerinden bireyin varoluşsal boşluğunu ve özgürlüğün ağırlığını merkeze alırken; Fanon, sömürgecilik karşıtı mücadelede şiddeti bir kurtuluş aracı

OKUMAK İÇİN TIKLA

Raskolnikov ve Akhilleus’un Yalnızlıkları Üzerine Bir İnceleme

Bireyin İç Çatışması ve Toplumsal Beklentiler Raskolnikov’un yalnızlığı, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında bireysel bir sorgulamanın derinliklerinde kök salar. Yoksulluk, ahlaki çöküş ve kendi varoluşsal sınırlarını zorlama arzusu, Raskolnikov’u bir tür içsel sürgüne mahkûm eder. Onun yalnızlığı, bireyin kendi vicdanıyla hesaplaşmasından doğar; cinayet işleme kararı, Nietzsche’nin “üstinsan” kavramına benzer bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın Özgürlük ve Kaygı Arasındaki Gerilimi

Spinoza ve Heidegger’in felsefeleri, insan varoluşunun sınırlarını ve potansiyelini anlamaya yönelik iki farklı ama derinlemesine iç içe geçmiş perspektif sunar. Spinoza’nın “conatus” kavramı, her varlığın kendi özünü koruma ve geliştirme çabasını ifade ederken, Heidegger’in “Dasein”ı, varlığın dünya içindeki kırılgan ve kaygılı konumunu vurgular. Bu iki düşünce, insan özgürlüğünün ve sınırlarının

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın Kıyısında: Öznellik, Güç ve Doğa

Kierkegaard’ın Öznelliği: Varoluşun İçsel Çığlığı Søren Kierkegaard, öznelliği insanın varoluşsal hakikatinin merkezi olarak görür. Ona göre öznellik, bireyin kendi varlığını sorguladığı, Tanrı’yla ve kendisiyle yüzleştiği bir alandır. Bu, soyut bir kavram değil, insanın kaygı ve umutsuzlukla yoğrulmuş somut deneyimidir. Kierkegaard için öznellik, evrensel doğruların ötesine geçer; çünkü hakikat, bireyin kendi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Platon’un Düzeni ve Deleuze’ün Akışı: Bir Karşıtlık İncelemesi

Platon’un Devlet adlı eserinde ortaya koyduğu ideal toplum tasavvuru ile Gilles Deleuze’ün “köksüz yığın” (rhizome) kavramı, insan toplumu ve düzen anlayışını ele alış biçimleriyle keskin bir karşıtlık sergiler. Platon’un hiyerarşik, sabit ve idealar dünyasına dayalı sistemi, mutlak bir düzen arayışını yansıtırken, Deleuze’ün köksüz yığın modeli, akışkan, merkezsiz ve çoğulcu bir

OKUMAK İÇİN TIKLA

Varlığın İzinde: Heidegger ve Ulus Baker Üzerinden Toplumsal Hayaller

  1. Varlığın Çağrısı Martin Heidegger’in felsefesi, varlığın ne olduğu sorusunu merkeze alır. Bu soru, yalnızca bir düşünce egzersizi değil, insanın dünya içindeki yerini ve anlamını sorgulayan bir çabadır. Heidegger, *Dasein* (orada-olan) kavramıyla, insanın varlıkla doğrudan bir ilişki kurduğunu ve bu ilişkinin, zaman ve sonluluk üzerinden şekillendiğini öne sürer. Varlık,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Özgürlüğün Gelecekteki İmkânları: Spinoza, Deleuze ve Ulus Baker’in Kesişiminde Bir Vizyon

  Spinoza’nın “özgür insan” ideali, Deleuze’ün “gelecek halk” kavramı ve Ulus Baker’in düşünsel izlekleriyle birleştiğinde, insanlığın toplumsallık, bireysellik ve varoluşsal anlam arayışında yeni bir ufuk açılır. Bu kesişim, bireyin ve topluluğun özgürleşme potansiyelini, tarihsel bağlamları ve toplumsal dinamikleri dikkate alarak yeniden düşünmeyi gerektirir. Aşağıda, bu üç düşünürün fikirlerinin birleşiminden doğan

OKUMAK İÇİN TIKLA

Heidegger’in Poiesis Kavramının Mitolojik ve Medyatik Yankıları

  Martin Heidegger’in “poiesis” kavramı, varlığın ortaya çıkışını ve yaratım sürecini anlamada felsefi bir anahtar sunar. Antik Yunan’da “yapma” ya da “ortaya çıkarma” anlamına gelen poiesis, Heidegger’in düşüncesinde teknoloji, sanat ve insan varoluşu arasındaki ilişkiyi sorgulamak için yeniden ele alınır. Mitolojik yaratım anlatıları, evrenin ve insanın kökenini açıklamaya çalışırken, poiesis

OKUMAK İÇİN TIKLA

Teknoloji, İktidar ve İnsanın Modern Çıkmazı: Heidegger ve Baker’ın Eleştirel Diyaloğu

  Heidegger’de Teknolojinin Metafizik Temelleri Heidegger’in teknoloji eleştirisi, basit bir araçsallık sorgusunun ötesine geçer. Ona göre modern teknoloji, “Gestell” (çerçeveleme) kavramıyla ifade ettiği bir varoluş tarzını dayatır. Bu, dünyanın sadece bir “kaynak deposu” olarak görülmesi ve her şeyin verimlilik mantığına tabi kılınmasıdır. Antik Yunan’da “techne”nin bir “açığa çıkarma” (poiesis) edimi

OKUMAK İÇİN TIKLA

Toplumsal Normların Üç Kuramsal Yorumu: Freud, Jung ve Deleuze

Toplumsal normlar, bireyin topluluk içindeki davranışlarını, arzularını ve kimliğini şekillendiren görünmez kurallar olarak insanlık tarihinin temel taşlarından biridir. Freud’un Oedipus kompleksi, Jung’un arketipler kavramı ve Deleuze’ün anti-Oedipus düşüncesi, bu normların kökenini, işleyişini ve etkilerini açıklamak için farklı yollar sunar. Bu üç yaklaşım, birey ile toplum arasındaki ilişkiyi anlamak için tarihsel,

OKUMAK İÇİN TIKLA

Antik Düşüncenin Günümüz Politikasına Yansımaları

Sokrates’in Bilgisizlik Sembolü ve Politik Meşruiyet Sokrates’in “bilmiyorum” demesi, bir erdem olarak bilgisizliği yüceltirken, modern politik liderlerin meşruiyet arayışında güçlü bir yankı bulur. Günümüz liderleri, halkın güvenini kazanmak için genellikle her şeyi bildiklerini iddia eder, ancak bu, Sokrates’in alçakgönüllü duruşuna ters düşer. Sokrates’in diyalog yöntemi, sorularla gerçeği arayan bir yaklaşım

OKUMAK İÇİN TIKLA