‘Kitap okumaktan, kitap okuyamaz hale geldik’

“Kitap okumaktan, kitap okuyamaz hale geldik” Bu sözler, önceki gün “Yayınevi emekçileri haklarını arıyor!” başlığı ile Yayınevi Emekçileri Kolektifi (YEK) ile Çevirmenler Birliği (Çev-Bir) tarafından düzenlenen çalıştayda kulaklarımıza çalınıyor. Kimlerden oluşuyor peki yayınevi emekçileri? Çevirmenler, kitap editörleri, redaktörler, kitap kapak tasarımcıları, kitap satış danışmanları, depo çalışanları ve daha nicesi…

Bundan bir sene evvel kurulup hızla yol alan YEK, çoğunlukla evden çalışan ve bir araya gelip örgütlenmeleri zor bir meslek alanında var olan yayınevi emekçilerinin örgütlenme yolunda çok önemli bir adım atıyor. YEK, yayın sektöründe bir kitabın hazırlanış aşamasından basılıp dağıtılmasına ve satışına kadar olan süreçte yer alan tüm emekçileri bir araya getirmeyi amaçlıyor.

İŞ TANIMI YOK, İDEALİZM SÖMÜRÜSÜ VAR

Düzenlenen çalıştay üç ana başlıkta toplanmış: Mesleki tanımlar, Sözleşmeler, iş güvencesi, ücretler ve genele açık tartışma. İlk oturumda yayınevi emekçilerinin mesleki tanımlarının ne kadar belirsiz olduğundan bahsediliyor. Yayınevlerinde tüm işlerin angarya ile tek bir kişiye yüklendiğini, böylece her işe koşturan bu kişinin görünmez hale geldiğini ifade ediyorlar. Sözleşme konusunda hayli sıkıntı yaşayan emekçiler, iş tanımını belirgin hale getirmenin hak arayışı ve bir kişiye tüm işleri yıkmaya engel olma açısından oldukça önemli olduğundan bahsediyorlar.

İdealizm sömürüsü, tüm sorunların başlangıcı aslında. Kitap sevgisiyle yola çıkan yayınevi emekçileri, düşük ücretlerle, evden çalışma ortamının mümkün kıldığı uzun süreli çalışma saatleri ile sözleşmesiz olarak çalıştırılıyorlar. Elbette sosyal güvenceleri de yok. Çev-Bir bu konuda tip sözleşme ile bir adım atmış. Tarafları bağlayacak koşulların, genellikle sözleşmeye taraf olamayan kimselerce belirlendiği bir sözleşme olan tip sözleşmeyi kabul etmeyen hiçbir yayınevi, Çev-Bir üyesi bir çevirmen ile çalışamıyor. Ancak sektörde iş yapmak zorunda kalan ve patronların belirlediği, temel haklardan bile yararlanılamadığı koşullarda çalışmak

mecburiyetinde yüzlerce insan var. Bu yalnızca çevirmenleri değil tüm yayınevi emekçilerini ilgilendiren bir sorun elbet. Zira dişini gösteren, emeğinin maddi ve manevi hakkını arayanla işi kesip başka bir emekçiyi sömürü yoluna gitmeleri anlık bir mesele patronlar için.

ÇEVİRİDE ÖRF, ADET VE GELENEĞE UYGUNLUK

Yine yalnız çevirmenlerin değil tüm yayınevi emekçilerinin ortak sorunlarından biri, sözleşmeli çalışsalar dahi, yayınevlerinin hazırladığı sözleşmelerdeki çoğu maddenin hukuksal bir karşılığı dahi olmadığı. Çevirmenler sunumlarında, yeni hazırlanan yasa tasarısı ile çeviride örf, adet ve geleneğe uygunluk gibi bir madde getirilmeye çalışıldığından bahsediliyor. “Çeviride örf, adet ve geleneklere uygunluk söz konusu olamaz. Çünkü dil ile birlikte kültür de değişir.” diyor bir çevirmen bu konuda; “bizler çeviriyi geleneklere uydurmaya çalışırsak bu çeviri değil uyarlama olur.” Hazırlanan yasa tasarısının bir otosansüre de yol açacağından yakınıyor çevirmenler. Bir bilim kitabında ateizmden bahsedildiğinde bunu geleneklere uygun halde nasıl çevirmek gerektiğini soruluyor haliyle. Bir başkası ise, şu an ülkede en çok satan yazarlardan birinin kitabının, bu tip bir sansüre maruz kaldığı için neredeyse yarısı kesilerek dile getiriyor. Sansür konusunda yeni hazırlanan yasa tasarısı dışında, kitap dağıtıcıları da önlerinde engel yayınevi emekçilerinin. Özellikle Anadolu’ya daha kapsamlı bir dağıtım ağına sahip bazı kitap dağıtıcılarının kitapların içeriğine, “geleneğe uygunluğuna” bakarak kitapları dağıtmayı reddettiklerinden, yahut bu kısımların çıkarılmasını istediklerinden bahsediyorlar.

ÜRETTİĞİMİZ İŞİN KALİTESİNİ BELİRLEYEMİYORUZ

Öte yandan yayınevi emekçilerinin bir sorunu da hız konusu. Nitelikli bir iş yaptıkları halde hız sebebiyle işlerinin niteliksizleştiğinden bahsediyorlar; bir emekçi, ürettiğinin kalitesini tanımlayacak konumda olamıyor. Bu doğrultuda örgütlü mücadele bizlere dayatma gücü verir. Sözleşmelerin tercümesi de bu noktada çok önemlidir. Bu, sansür konusunda da bizlere bir yaptırım gücü sağlayacaktır. İşin niteliğinin azami çalışma süresini belirlemeden mümkün olmadığını da aktaran yayınevi çalışanları, diğer sektörlerde olduğu gibi haftalık belirlenen çalışma sürelerinin yayınevi emekçileri için de kesinleştirilmesi gerektiğini savunuyorlar.

KAR YANSITILMIYOR, ZARAR BİZDEN ÇIKARILIYOR

Bir diğer sıkıntıları ise emeklerinin karşılığında verilen ücretlerin ödenme tarihi. Yayınevi emekçileri, kitap basıldıktan belli bir süre sonra alabiliyor ancak ücretlerini. Baskı sonrasına ötelenen, yeri geldiğinde bölünmüş bir şekilde ödenen ve hatta zaman zaman ödenmeyen ücretlerin kendilerini zor durumda bıraktığını aktarıyorlar. Ödemelerin işi teslim ettikleri ana çekilmesi ve ön ödeme ile avansların iş süresine göre belirlenmesi gerektiğini söylüyorlar.

Hazırlama planı yapılan sözleşmelere gören patronların, başka bir çalışan bulma yoluna gideceğini, dışarıda bu işe muhtaç, olan pek çok insan olduğu tartışılsa da, çalıştaya katılan emekçilerdeki genel kanı, sağlam ve örgütlü olmanın, yeri geldiğinde davaların peşini bırakmamanın emsal teşkil edeceği ve temel hakları kazanmada tek yol olduğu yönünde.

Çalıştayda, geçtiğimiz günlerde, İzmir’deki Remzi Kitabevi’nde sendikalaştıkları için işten çıkarılan iki işçinin davalarının da takibinde olunması konusunda karar da çıkıyor. Yayınevlerinde satış bölümü ve depolarda çalışan emekçilerin hak mücadelelerinde yanlarında olunacağı ve nasıl patronlar kar edince bunlar emekçilere yansıtılmıyorsa zarar edilince de, bunları yüklenmek zorunda olmadıklarını ifade ediyorlar.

Hak ihlallerini ve sektörde hak ihlali yapan yayınevi ile kitabevlerinin teşhiri de çalıştay genelinde tartışılan konulardan biri. Emekçiler, yeterli araştırmanın ardından bu yayınevlerinin teşhirinin, söz konusu yayınevlerine yaptırımda bulunmaları açısından mühim olduğu konusunda da hemfikir.

6 saat süren çalıştay boyunca konuşulanların ve alınan kararların sonuçları ilerleyen günlerde metin haline getirilip kamuoyuna duyurulacak.

YAYINEVLERİ KADRO VERMEMEK İÇİN DİRETİYOR

Çalıştay’da yaşadıkları hak ihlallerinden örnekler de veren yayınevi emekçilerinden biri, bir öğrencisinin başına geleni bizlerle paylaşıyor. Kitap editörlüğü alanında yurtdışında yüksek lisans yapmış olan eski öğrencisine, ülkenin önde gelen yayınevlerinden birinin, bir yıllık ücretsiz staj ile işe alınıp bu süre zarfında yalnızca dip not düzenlettiklerini, ve ancak yedi yıl editör olarak çalışabileceğini söylediklerini iletiyor bize. Bir başka emekçi, bir yıllık ücretsiz çalıştırma süresi sonrası, kadro çıkarsa işe girebildiklerini söylüyor. Bunların yanında, yine önde gelen ve hak savunuculuğuna dair kitaplar basan bir yayınevi tarafından, hiçbir sorun yokken bir saat içinde işine son verildiğinden bahsediyor bir diğer emekçi.

SÖZLEŞMELER KADROLULARI DA KORUR

Sektörün yaklaşık yüzde 80’inin dışarıdan çalışanlardan oluşmasının patronun sorumluluktan kaçmasına yol açtığını belirtiyorlar emekçiler. Kendilerinin alacağı ücretin yayınevi patronlarının insiyatifinde olduğunu ve karşılıklı verilmiş sözlere baktığını söylüyorlar. Bu durumda kapsamlı ve emekçi haklarını koruyan bir sözleşme dayatmasının aslında kadrolu çalışanları ve onların emeğinin niteliğini de koruyacağını dile getiriyorlar. Sözleşmelerdeki muğlak tanımların emeğin maddi karşılığını da belirsiz kıldığını ifade ediyorlar: “Çeviride boşluklu vuruş sayısı, forma ve sayfa ücreti yerine kullanılmalı yahut forma ve sayfa ücreti kesin tanımlarla belirlenmeli. Son okuma, redaksiyon, dizgi gibi alanlarda ise ücretlendirme baremi kesinleşmeli, örneğin kapak fiyatı üzerinden yüzdeler belirlenmeli.”

Mısra BELGE
www.evrensel.net, 30.09.2014

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir