Adam Smith Pekin’de / 21. Yüzyılın Soykütüğü – Giovanni Arrighi

Türkiyeli okurların Uzun Yirminci Yüzyıl kitabıyla tanıdığı Arrighi, büyük yankılar uyandıran bu yeni kitabında asıl olarak iki gelişme üzerinde duruyor:
Birincisi, Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi?nin yükselişi ve çöküşü; ikincisi ise, Çin?in Doğu Asya?da yaşanan iktisadi rönesansın lideri olarak ortaya çıkışı. Bu iki gelişmeye katkıda bulunan birçok devlet ile devlet dışı aktöre de gerekli dikkat gösteriliyor, fakat çözümlemenin ana ilgi odağını küresel dönüşüme yol veren başat aktörler olarak ABD ve Çin devletleri oluşturuyor.

Kitabın amacı, küresel ekonomi politiğin merkez üssünün Kuzey Amerika?dan Doğu Asya?ya kayışını Adam Smith?in iktisadi gelişme teorisi ışığında yorumlamak olduğu kadar, Adam Smith?in ünlü eseri Ulusların Zenginliği?nin bir yorumunu da sunmaktır.
Arrighi, ABD?nin küresel imparatorluk yaratma yönündeki girişimlerinin Çin?in 1990?lardan bu yana sergilediği iktisadi başarıları boşa çıkarma amacı taşıdığını ve gene ABD?nin Irak?ta batağa saplanmasının Çin?i ABD?nin ?Teröre Karşı Savaş?ının asıl galibi yaptığını sağlam dayanaklarla ileri sürmektedir.

Arrighi?ye göre, ABD?nin küresel Güney?in güçlenmesini önleme çabaları geri tepecektir. Bu çabalar ABD hegemonyasının ?ölümcül krizini? çabuklaştırmakta, Smith?in öngördüğü türden bir devletler uygarlığının kurulmasına elveren koşulları yaratmaktadır. Sonuç olarak nasıl bir dünya düzeninin ya da düzensizliğinin gerçekleşeceği, büyük ölçüde, Güney ülkelerinin, Batı?nın benimsediği yolda ilerlemeye çalışmaktansa, kendilerine ve dünyaya sosyal açıdan daha hakkaniyetli ve ekolojik açıdan daha sürdürülebilir bir kalkınma yolu açmalarına bağlıdır.

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR
GİRİŞ
I. Kısım
ADAM SMITH VE YENİ ASYA ÇAĞI
1 MARX DETROIT?TE, SMITH PEKİN?DE
2 ADAM SMITH?İN TARİHSEL SOSYOLOJİSİ
3 MARX, SCHUMPETER VE SERMAYE İLE GÜCÜN ?SONSUZ? BİRİKİMİ
II. Kısım
KÜRESEL TÜRBÜLANSIN İZİNİ SÜRMEK
4 KÜRESEL TÜRBÜLANSIN EKONOMİSİ
5 KÜRESEL TÜRBÜLANSIN TOPLUMSAL DİNAMİKLERİ
6 HEGEMONYA KRİZİ
III. Kısım
HEGEMONYA ÇÖZÜLÜRKEN
7 HEGEMONYASIZ HÂKİMİYET
8 TARİHSEL KAPİTALİZMİN TERİTORYAL MANTIĞI
9 HİÇ GERÇEKLEŞMEYEN PROJE: DÜNYA DEVLETİ
IV. Kısım
YENİ ASYA YÜZYILININ SOYKÜTÜĞÜ
10 ?BARIŞÇIL YÜKSELİŞ?İN MEYDAN OKUMASI
11 DEVLETLER, PİYASALAR, KAPİTALİZM: DOĞU VE BATI
12 ÇİN?İN YÜKSELİŞİNİN KÖKENİ VE DİNAMİKLERİ
EPİLOG
KAYNAKÇA
DİZİN

ÖNSÖZ VE TEŞEKKÜR
Daha önce yayınlanan iki yapıtın, Th e Long Twentieth Century (Uzun Yirminci Yüzyıl) ile Chaos and Governance in the Modern World System (Modern Dünya Sisteminde Kaos ve Yönetişim)1, devamı ve geliştirilmiş hali olan bu kitap dünya politikasını, ekonomiyi ve toplumu başka her şeyden çok daha fazla biçimlendiren iki gelişme üzerinde durmaktadır.
Birincisi, yeni-muhafazakâr Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi?nin yükselişi ve çöküşü; ikincisi ise, Çin?in Doğu Asya?da yaşanan iktisadi rönesansın lideri olarak ortaya çıkışıdır. Bu iki gelişmeye katkıda bulunan birçok devlet ile devlet dışı aktöre de gerekli dikkat gösterilmektedir, fakat çözümlemenin ana ilgi odağını küresel dönüşüme yol veren başat aktörler olarak ABD ve Çin devletleri oluşturmaktadır.
Son kez gözden geçirmemden önce metni okuyan ve yorumda bulunan dostlarım, öğrencilerim ve meslektaşlarım her bir bölüm üzerinde birbirine epey ters düşen değerlendirmeler yaptılar. Kimilerinin çok beğendiği bölümleri kimileri hiç beğenmedi. Kimilerinin kitabın argümanı açısından merkezi önemde bulduğu kısımları ve bölümleri kimileri yalınkat buldu. Okurların tepkisinde görülen bu farklılıklar normaldir, ama benim bu kitapla ilgili olarak yaşadığım durum normalin ötesinde bir durumdu.
Sanırım bu anomali, kitabın ?adından da anlaşılacağı üzere? iki ayrı amacının olmasına ve bu amaçlar peşinde koşarken farklı metotlar uygulamasına bağlanabilir.
Kitabın amacı, küresel politik ekonominin merkez üssünün Kuzey Amerika?dan Doğu Asya?ya ?halen devam edegelen? kayışını Adam Smith?in iktisadi gelişme teorisi ışığında yorumlamak olduğu kadar, bu kayma bağlamında The Wealth of Nations?ın bir yorumunu da sunmaktır.

1 Giovanni Arrighi, Th e Long Twentieth Century: Money, Power and the Origins of our Times (Londra, Verso, 1994) [Türkçe basımı: Uzun Yirminci Yüzyıl, Ankara, İmge, 2000]; Giovanni Arrighi ve Beverly J. Silver, Chaos and Governance in the Modern World System (Minneapolis, MN, University of Minnesota Press, 1999).

Kitap boyunca bu iki amaç hep gözetilmeye çalışılmıştır; fakat bazı kısımlar teorik tartışmalar üzerinde dururken, bazıları tarihsel analizlere, bazıları da çağdaş fenomenlere ilişkin tartışmalara yoğunlaşmıştır.
Teoriye, uzak ve bilinmedik geçmişin analizine ya da halen oluşum süreci içerisindeki tarihe fazla sabır gösteremeyen okurların kitabın bazı kesimlerini ve hatta bölümlerini atlamaya yönelmeleri kaçınılmaz olabilir. Bu olasılığın farkında olduğumdan, böylesi bir tavrı sergileyen okurların da kitabın iki genel argümanından en azından birini ?temel yönleriyle? kavrayabilmesini sağlamak için elimden geleni yaptım ?bu argümanlardan biri küresel politik ekonominin merkez üssünün Doğu Asya?ya kaymasına, diğeriyse Ulusların Zenginliği?ne ilişkindir. Bunun karşılığında istediğim tek şey kitabın ayrı ayrı bölümler bazında değil, bir bütün olarak değerlendirilmesidir.
Kitabın oluşması epey bir zaman aldı ve düşünsel yönden borçlu olduklarımın listesi de kabardı. Doğu Asyalı meslektaşlarımın yardımı olmasaydı Çince ve Japonca yazılmış anahtar kitaplara ulaşamazdım ?bu kitaplardan bazılarının künyesi Kaynakça?da verilmiştir. Ikeda Satoshi, Hui Po-keung, Lu Aiguo, Shih Miin-wen, Hung Ho-fung ve Zhang Lu bu hususta yardımcı oldular. Ayrıca, Ikeda beni, Çin merkezli haraç-ticaret sistemi üzerine yazılmış Japonca literatürle tanıştırdı; Hui bana Braudel?i Doğu Asya perspektifinden okumayı öğretti; Hung çabalarımı geç emperyal Çin?in toplumsal dinamiklerine yönlendirdi; Lu Aiguo ise Çin?in son zamanlardaki başarılarının niteliği konusundaki aşırı iyimserliğimi dizginledi.
II. Kısım?ın ilk ve kısa versiyonu ?Küresel Türbülansın Toplumsal ve Siyasal İktisadı? başlığıyla New Left Review?da, II/20 (2003), s. 5-71, yayınlandı. Robert Brenner?ın eserini eleştirel bir bakışla ele alan bu makale, 1. Bölüm?de de yaptığım üzere, benim Brenner?ı tarihsel sosyolojiyi iktisattan daha fazla önemsemeye ikna etme yolundaki çabalarımın bir parçasıdır. Bob?a, eseriyle düşünsel ufk umu açtığı ve eleştirilerimi dikkate aldığı için müteşekkirim. III. Kısım, ilk olarak New Left Review?da ?Hegemonya Çözülürken-I? (II/32, 2005, s. 23-80) ve ?Hegemonya Çözülürken-II? (II/33, 2005, s. 83-116) başlıklarıyla yayınlandı. Bu iki makale bu kitap için bütünüyle yeniden kurgulandı ve yazıldı, fakat 8. Bölüm?deki pek çok fikir David Harvey?le Johns Hopkins Üniversitesi?nde ortak verdiğimiz bir seminerden kaynaklanmaktadır. David?e ve seminere katılanlara The Long Twentieth Century ve Chaos and Governance?ın kilit tezlerini daha derli toplu ve sağlam bir analitik çerçeve içerisinde şekillendirmeme yardımcı oldukları için minnettarım.
1., 11. ve 12. Bölümler, kısmen, Hui Po-keung, Hung Ho-fung ve Mark Selden tarafından ?Tarihsel Kapitalizm, Doğu ve Batı? başlığıyla ortaklaşa kaleme alınan ve G. Arrighi, T. Hamashita ve M. Selden tarafından derlenen The Resurgence of East Asia. 500, 150 and 50 Year Perspectives adlı kitapta (Londra: Routledge, 2003) yer alan bir bildiriye ve de M. Miller tarafından derlenen World of Capitalism. Institutions, Economic Performance, and Governance in the Era of Globalisation (Londra, Routledge, 2005) adlı kitapta ?Devletler, Piyasalar ve Kapitalizm, Doğu ve Batı? başlığıyla yayınlanan tek yazarlı bir başka bildiriye dayanmaktadır. Hui ve Hung?a olan entelektüel borcumdan daha önce söz etmiştim. Onların yanı sıra Mark Selden?a da, hem Doğu Asya deneyimini kavramaya yönelik çabalarıma yüksünmeden yol gösterdiği, hem de 1. Bölüm hakkında yorumda bulunduğu için teşekkür ederim.
Benjamin Brewer, Andre Gunder Frank, Antonina Gentile, Greta Krippner, Th omas Ehrlich Reifer, Steve Sherman, Arthur Stinchcombe, Sugihara Kaoru, Charles Tilly ve Susan Watkins, kitapta bir araya getirilen bildiri ve makaleler üzerinde faydalı değerlendirmeler yaptılar. Astra Bonini ve Daniel Pasciuti?nin şekillerin çizilmesinde yardımları oldu; Dan ayrıca spesifik konular üzerinde kaynak taraması yaptı. Barış Çetin Eren 7. Bölüm?deki materyalin güncellenmesine katkıda bulunurken, Ravi Palat ve Kevan Harris beni ileri sürdüğüm tezleri çürüten ve destekleyen tanıt yağmuruna tuttu. Kevan bunun yanı sıra metni baştan sona okudu ve çok değerli tözel ve ve editoryal önerilerde bulundu. Patrick Loy bana bazı mükemmel alıntılar sağladı, James Galbraith?se hem Adam Smith?le hem de çağdaş Çin?le ilgili olarak faydalı ipuçları verdi. Joel Andreas, Nicole Aschoff , Georgi Derluguian, Amy Holmes, Richard Kachman, Vladimir Popov, Benjamin Scully ve Zhan Shaohua?nın kitabın son şeklini almasında büyük yardımları dokundu.
Perry Anderson ve Beverly Silver her zaman olduğu gibi benim başlıca danışmanlarım oldular. Sırasıyla oynadıkları ?iyi polis? (Perry) ? ?kötü polis? (Beverly) rolleri bu yapıtın gerçekleşmesinde eşit derecede pay sahibi oldu. Her ikisine de entelektüel rehberlikleri ve moral destekleri için çok müteşekkirim.
Bu kitabı aziz dostum Andre Gunder Frank?in anısına ithaf ediyorum. 1969?da Paris?te tanışmamızdan ölümüne dek geçen otuz altı yıl boyunca küresel haksızlıkların kökeninde neyin yattığı konusunu açıklığa kavuşturmak için birlikte çaba harcadık ve birbirimizle didiştik. Birçok konuda görüş ayrılığına düştük, fakat ikimiz de aynı yolda yürüyorduk ve sonunda keşfettik ki yönümüz de büyük ölçüde aynıymış. Onun Bob Brenner?e yönelttiğim eleştirilerimin büyük kısmına katılmadığını biliyorum
(çünkü bunu bana kendisi söylemişti), fakat kitabımı okuyabilseydi o da Brenner?ın düşüncesinin bu kitabın genel argümanları üzerindeki kalıcı etkisini fark ederdi.
Mart 2007

GİRİŞ
?Yirminci yüzyıla girildiğinde,? diye yazıyordu Geoffrey Barraclough 1960?ların ortasında, ?Avrupa?nın Asya ve Afrika?daki gücü doruk noktasındaydı; görünen oydu ki, hiçbir ülke Avrupa?nın silah ve ticaretteki üstünlüğüyle boy ölçüşecek durumda değildi. Altmış yıl sonra bu Avrupa hâkimiyetinden geriye sadece kırıntılar kaldı. ? Tüm bir insanlık tarihinde böylesine devrimci bir alt üst oluşun bu denli büyük bir hızla gerçekleştiği vaki değildir.? Asya ve Afrika halklarının konumundaki değişme ?yeni bir çağın gelişinin en kesin işaretiydi.? Barraclough, yirminci yüzyılın birinci yarısını anlatan tarih ?çoğu tarihçiye göre bu döneme hâlâ Avrupa?nın savaşlarıyla problemleri damgasını vuruyordu? daha uzun bir perspektiften yazılmaya başlandığında ?hiçbir tekil konunun Batı?ya karşı isyan olgusundan daha önemli olmadığı?nın açığa çıkacağı konusunda kendinden emindi.1 Elinizdeki kitabın teziyse şudur: Yirminci yüzyılın ikinci yarısının tarihi de böylesine uzun bir perspektiften yazıldığında, hiçbir tekil konunun Doğu Asya?daki iktisadi rönesanstan daha önemli olmadığı gün gibi meydana çıkacaktır.
Batı?ya karşı isyan, Batılı olmayan dünya halklarının toplumsal ve iktisadi açıdan güç kazanmalarının siyasal koşullarını yarattı. Doğu Asya?da yaşanan iktisadi rönesans böylesi bir güç kazanımının başladığının ilk ve en açık işaretidir.
Rönesanstan söz ediyoruz, çünkü ?Gilbert Rozman?ın sözleriyle? ?Doğu Asya geçmişin muazzam bölgesidir, en az iki bin yıl dünyadaki gelişmenin ön cephesini oluşturmuştur ve bu durum on altıncı, on yedinci ve hatta on sekizinci yüzyıllara dek devam etmiş, on sekizinci yüzyıldan sonra nispeten kısa fakat derinlemesine hissedilen bir karanlığa girmiştir.?2 Bu rönesans, bir dizi Doğu Asya ülkesindeki iktisadi ?mucizeler?le bağlantılı bir süreç sayesinde gerçekleşti: 1950?lerle 1960?larda Japonya?da başlayan bu süreç, yuvarlandıkça büyüyen bir kartopu gibi, 1970?ler ve

1 Geoff rey Barraclough, An Introduction to Contemporary History (Harmondsworth, Penguin, 1967), s. 153-154.

2 Gilbert Rozman, Th e East Asian Region: Confucian Heritage and its Modern Adaptation (Princeton, NJ, Princeton University Press, 1991), s. 6.

1980?lerde Güney Kore, Tayvan, Hong Kong, Singapur, Malezya ve Tayland?ı bünyesine kattı ve 1990?larla 2000?li yılların başında Çin?in dünyanın en dinamik iktisadi ve ticari genişleme merkezi olarak yükselişiyle birlikte tepe noktasına ulaştı. Doğu Asya?nın yükselişini betimlemek için yuvarlanan kartopu nosyonunu ilk kullanan kişi olan Terutomo Ozawa?ya göre, ?Çin mucizesi, henüz başlangıç aşamasında olsa da, hiç kuşku yok ki, dünyanın geri kalanı üzerinde, özellikle de Çin?e komşu ülkeler üzerinde, yarattığı etki bakımından en dramatik olgudur.?3 Aynı minvalde Martin Wolf da şöyle demektedir:
[Asya?nın yükselişi] geçen yirmi-otuz yılda olduğu gibi devam ederse, Avrupa?nın ve sonrasında ondan devasa biçimde sürgün veren Kuzey Amerika?nın o iki yüzyıllık küresel egemenliği sona erecektir. Japonya, geleceğin Asya?da olduğunun habercisi olmaktan öteye geçemedi; dünyayı dönüştüremeyecek ölçüde küçük ve içe kapalı bir ülke olduğunu tanıtladı. Onun ardından gelenlerse ?hepsinden önce Çin? bu özellikte olmadıklarını ortaya koyuyorlar. ? Avrupa küresel ekonominin geçmişini, ABD bugününü, Çin?in güdümündeki Asya ise geleceğini ifade ediyor. Bu gelecek gelmeye mahkûm gözüküyor. Buradaki büyük mesele bunun ne denli çabuk ve pürüzsüz gerçekleşeceğiyle ilgili.4
Wolf ?un öngördüğü türden bir gelecek onun ima ettiği ölçüde kaçınılmaz olmayabilir. Fakat kısmen haklı olsa bile Doğu Asya rönesansı, Adam Smith?in fetheden Batı?nın gücüyle fethedilen (Batı dışındaki) bölgelerin gücünün en sonunda eşitleneceği yolundaki tahmininin eninde sonunda gerçekleşebileceğini akla getiriyor. Kendisinden sonra gelen Karl Marx gibi Smith de, Avrupalıların Amerika?yı ve Ümit Burnu yolundan Doğu Hint Adalarını ?keşfetmelerini? dünya tarihinin belli başlı dönüm noktalarından biri olarak görüyordu. Ancak Smith, bu olayların insanlığa kazandırdığı nihai faydalar konusunda Marx kadar ümitli değildi.
Bunlar büyük sonuçlar doğurdu, fakat bu keşifl erin yapılmasının ardından geçen o iki-üç yüzyıllık kısa dönemde bu keşifl erin sonuçlarının bütün boyutlarıyla görülebilmesi imkânsızdır. Bu olayların bu andan itibaren insanlığa ne gibi faydalar ya da belalar getireceğini kimse önceden göremez. Dünyanın en uzak köşelerini belli ölçüde birleştirmesi, bu yerleri birbirlerinin ihtiyaçlarını karşılamaya muktedir kılması, birbirlerinin mutluluklarını artırması ve birbirlerinin çalışmalarını teşvik etmesine bakıp bunların genel eğiliminin faydalı olduğu söylenebilir.

3 Terutomo Ozawa, ?Pax Americana-Led Macro-Clustering and Flying-Geese-Style Catch-Up in East Asia: Mechanisms of Regionalised Endogenous Growth,? Journal of Asian Economics, 13 (2003), s. 700, vurgulama özgün metindedir. ?Yuvarlanan kartopu? metaforunu ilk kez
Terutomo Ozawa şu makalesinde kullanmıştır: ?Foreign Direct Investment and Structural Transformation: Japan as a Recycler of Market and Industry,? Business and the Contemporary World, 5, 2 (1993), s. 30-31.

4 ?Asia is Awakening,? Financial Times, 22 Eylül, 2003.

Ne var ki, gerek Doğu gerek Batı Hindistan yerlileri açısından, bu olayların doğurabileceği bütün ticari faydalar, yaşanan o korkunç
felaketler içerisinde batmış ve kaybolmuş durumdadır. ? Bu keşifl erin
yapıldığı belli zaman diliminde kuvvet üstünlüğü bir şekilde Avrupalılardan yanaydı; öylesine büyük bir üstünlüktü ki bu, Avrupalıların bu uzak ülkelerde uyguladıkları her türlü adaletsizliğin yanlarına kâr kalmasına imkân veriyordu. Bu andan itibaren, belki de, bu ülkelerin yerlileri giderek güçlenebilir ya da Avrupalılar giderek zayıfl ayabilir ve dünyanın farklı bölgelerinin sakinleri o cesaret ve güç eşitliğine erişebilir; bu da karşılıklı olarak birbirinden korkmayı doğuracağı için bağımsız ulusların adaletsiz davranmaktan çekinip birbirlerinin haklarına saygı göstermelerini sağlayabilecektir.5
Avrupa yerlilerinin zayıfl aması ve Avrupa dışında kalan ülke halklarının güçlenmeleri şöyle dursun, Ulusların Zenginliği?nin yayınlanmasının üzerinden geçen neredeyse iki yüzyıllık süre içerisinde Avrupalılardan ve onların Kuzey Amerika ile diğer yerlerdeki torunlarından yana olan ?kuvvet üstünlüğü? daha da arttı, dolayısıyla onların dünyanın Avrupalı olmayan kısmında yanlarına kâr kalarak uyguladıkları her türlü adaletsizlik de arttı. Gerçekten de, Smith?in bu satırları yazdığı sırada, Doğu Asya?nın ?karanlık? bir döneme girdiğine dair pek bir işaret yoktu. Tam tersine, on sekizinci yüzyılın büyük bir bölümünde Çin?in yaşadığı o olağanüstü barış ve refah ortamı ile nüfus artışı, Avrupa Aydınlanması?nın önde gelen simalarına esin kaynağı oldu. Leibniz, Voltaire ve Quesnay ve diğerleri ?hayırhah mutlakıyetçilik, meritokrasi ve tarıma dayalı ulusal ekonomi gibi çeşitlilik arz eden davalarını savunma yolunda destekleyici kanıtlar bulmak, ahlaki eğitim ve kurumsal gelişmede kendilerine rehber almak için bakışlarını Çin?e çevirmişlerdi.?6 Avrupa devletleriyle karşılaştırıldığında Çin imparatorluğunun genişliği ve nüfusu onun en çarpıcı yönünü oluşturuyordu. Quesnay?in nitelemesiyle ?tüm Avrupa tek bir hükümranın yönetimi altında birleşse ancak Çin imparatorluğu kadar eder?di ?bu niteleme, Smith?in, Çin?in ?iç pazar?ının büyüklüğünün ?Avrupa?nın bütün ülkelerinin bir araya gelmesiyle oluşan pazardan pek aşağı kalır yanı olmadığı?7 yolundaki ifadesiyle benzeşmektedir.

5 Adam Smith, An Inquiry into the Nature and Causes of the Wealth of Nations, 2 cilt (Londra, Methuen, 1961), c. II, s. 141, vurgulama eklenmiştir.

6 Michael Adas, Machines as Measure of Men: Science, Technology and Ideologies of Western Dominance (Ithaca, NY, Cornell University Press, 1989), s. 79; ayrıca bkz. Ho-fung Hung, ?Orientalist Knowledge and Social Th eories: China and European Conceptions of East-West
Diff erences from 1600 to 1900,? Sociological Th eory, 21, 3 (2003).

7 François Quesnay, ?From Despotism in China,? F. Schurmann ve O. Schell (haz.), Imperial China (New York, Vintage, 1969), s. 115; Smith, Wealth of Nations, c. II, s. 202.

Sonraki yarım yüzyıllık sürede Avrupa?nın askeri gücünde gerçekleşen büyük sıçrama Çin?in bu olumlu görüntüsünü darmadağın etti.
Avrupalı tacirler ve maceraperestler, Çin?le ticaret yaparken karşılaştıkları bürokratik ve kültürel handikaplardan şiddetle yakınırken, bir alim soylular sınıfı tarafından yönetilen imparatorluğun askeri yönden zayıf olduğunu öteden beri vurguluyorlardı. Bu sıkıntılar ve yakınmalar Çin?in bürokratik açıdan baskıcı, askeri açıdansa zayıf bir imparatorluk olduğu yolundaki olumsuz görüntüsünü güçlendirdi. 1836?da, yani Britanya?nın Çin?e karşı ilk Afyon Savaşı?nı (1839-1842) başlatmasından üç yıl önce, Kanton?da yayınlanan imzasız bir makalenin yazarı meşum bir yaklaşımla şöyle diyordu: ?Halihazırda, uygarlığa ve toplumların ilerlemesine ilişkin olarak, her ikisinin de ?öldürme sanatı?nda ulaştıkları yeterlikten (karşılıklı yıkım için kullandıkları araç gereçlerin çeşitliliği ve mükemmeliyetinden) ve bunları beceriyle kullanmayı öğrenmiş olmalarından daha şaşmaz bir ölçüt, muhtemelen, yoktur.? Yazar, daha sonra, eskimiş toplarının ve başına buyruk ordularının Çin?i ?karada zayıf? düşürdüğünü ileri sürmek ve bu zayıfl ıkları bir bütün olarak Çin toplumunun sahip olduğu temel bir eksikliğin belirtisi olarak mütalaa etmek için Çin imparatorluk donanmasını ?korkunç bir burlesk? diye niteleyip bir kenara atıyordu. Bu görüşleri bize aktaran Michael Adas, ?Avrupalıların, Batılı olmayan halkların genel meziyetlerine ilişkin değerlendirmelerini şekillendirmede? askeri gücün giderek artan önemi ?Çinliler açısından kötü bir kehanet oldu,? diye ekler, ?o Çinliler ki kendi güney kapılarına dayanan saldırgan ?barbarların? çok gerisinde kalmışlardı.?8
Birinci Afyon Savaşı?nda Çin?in yenilgiye uğramasını izleyen yüzyılda Doğu Asya?nın içine girdiği karanlık, Ken Pomeranz?ın tabiriyle, ?Büyük Iraksama?ya dönüştü.9 Dünyanın o zamana dek benzer yaşam standartlarıyla karakterize olmuş bu iki bölgesinin siyasi ve iktisadi gelişim çizgileri birbirinden hızla uzaklaştı: Avrupa hızla gücünün doruğuna çıkarken, Doğu Asya gene aynı hızla dibe vurdu. İkinci Dünya Savaşı?nın sonuna gelindiğinde Çin dünyanın en yoksul ülkesi, Japonya?ysa askeri işgale maruz kalan ?yarı-egemen? bir devlet haline gelmişti; bölgedeki diğer birçok ülke ya hâlâ sömürge idaresine karşı mücadele ediyordu ya da beliren Soğuk Savaş?ın etkisi sonucu parçalanmak üzereydi. Diğer bölgelerde olduğu gibi Doğu Asya?da da Smith?in küresel ekonomi içerisinde giderek daha geniş bir alanı kapsayan ve derinleşen ticaretin Avrupa halkları ile Avrupa dışında yaşayan halklar arasında bir güç eşitleyicisi olarak işlev göreceği yolundaki iddiasını geçerli kılan hemen hiçbir işaret yoktu.

8 Adas, Machines as Measure of Men, s. 89-93, 124-125, 185-186. Ayrıca bkz. Geoff rey Parker, ?Taking Up the Gun,? MHQ: Th e Quarterly Journal of Military History, 1, 4 (1989), s. 98-99.

9 Kenneth Pomeranz, Th e Great Divergence: Europe, China, and the Making of the Modern World Economy (Princeton, NJ, Princeton University Press, 2000).

Şurası muhakkak ki, İkinci Dünya Savaşı Batı?yı hedef alan isyan dalgasına müthiş bir itki kazandırmıştı. Asya ve Afrika?nın her yerinde eski egemen yapılar yıkılıp yeniden kuruluyor ve pek çok yeni devlet oluşuyordu. Fakat bu dekolonizasy ona, Batı?nın dünyanın o ana dek gördüğü en büyük ve potansiyel olarak en yıkıcı güç aygıtının oluşumu eşlik etmekteydi.10
Bu durum 1960?ların sonuyla 1970?lerin başında değişmeye başladı, bu dönemde o kudretli ABD askeri aygıtının Vietnam halkını ?Soğuk Savaş?ın getirdiği bölünmeler uyarınca? kalıcı bir yarılmaya zorlama girişimi başarısızlığa uğradı. Paolo Sylos-Labini, Ulusların Zenginliği?nin yayınlanmasının iki yüzüncü yıldönümü münasebetiyle ve Birleşik Devletler?in Vietnam?dan çekilme kararı almasının hemen ardından yazarken, Smith?in öngördüğü zamanın nihayet gelip gelmediğini, yani dünyanın farklı bölgelerinde insanların, karşılıklı korku uyandırarak bir cesaret ve güç eşitliğine ulaşıp ulaşmayacaklarını, bunun da bir başına bağımsız ulusların adaletsiz uygulamalardan vazgeçip birbirlerinin haklarına saygı göstermelerini sağlayıp sağlamayacağını soruyordu.11
Ekonomik konjonktür de Üçüncü Dünya?yı oluşturan ülkelerin lehine gözükmekteydi.12 Bu ülkelerin doğal kaynaklarına, ucuz ve bol miktardaki işgücüne büyük talep vardı. Birinci Dünya?dan Üçüncü (ve İkinci) Dünya?ya yönelik sermaye akışları büyük bir artış yaşadı; Üçüncü Dünya ülkelerinin hızla sanayileşmesi Birinci (ve İkinci) Dünya ülkelerinde yoğunlaşmış sınai üretim faaliyetlerine büyük darbe vurdu. Üçüncü Dünya ülkeleri de aralarındaki ideolojik bölünmelerin ötesine geçip yeni bir Uluslararası Ekonomik Düzen talep etmek üzere birleşmişlerdi.

10 İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında ABD tarafından dünyanın dört bir yanına kurulan yarı-kalıcı denizaşırı askeri üslerin oluşturduğu ağın, Stephen Krasner?in sözleriyle, ?tarihte bir benzeri yoktu; daha önce hiçbir devlet kendi askerlerini başka ülkelerin egemenlik sahaları içerisine bu denli uzun bir barış dönemi boyunca böylesine çok sayıda konuşlandırmamıştı? (Stephen Krasner, ?A Trade Strategy for the United States,? Ethics and International Affairs, 2 [1988], s.21).

11- Paolo Sylos-Labini, ?Competition: Th e Product Markets,? T. Wilson ve A.S. Skinner (haz.), Th e Market and the State: Essays in Honor of Adam Smith (Oxford, Clarendon Press, 1976), s. 230-232.

12- 1950?lerde ?Üçüncü Dünya?nın ortaya çıkması Batı?ya yönelik isyan dalgasıyla Soğuk Savaş?a dayalı dünya düzeninin ortak ürünüydü. Tarihsel açıdan Batı dışında kalan ülkelerin neredeyse tamamı Üçüncü Dünya?yı oluştururken, tarihsel Batı üç ayrı parçaya bölündü. Batı?nın refah düzeyi daha yüksek olan bölgeleri (Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Avustralya), Japonya?nın da katılımıyla, Birinci Dünya?yı oluşturdu. Batı?nın refah düzeyi daha düşük kısımları (SSCB ile Doğu Avrupa) İkinci Dünya?yı meydana getirirken, bir başka bölge (Latin Amerika) Üçüncü Dünya?ya katıldı. Soğuk Savaş?ın sona ermesi ve İkinci Dünya?nın ortadan kalkmasıyla birlikte Birinci Dünya ve Üçüncü Dünya ifadeleri anakronistik kavramlar haline geldi, onların yerini küresel Kuzey ve küresel Güney ifadeleri aldı. Elinizdeki kitapta, bağlamı göz önüne alarak bu yeni ve eski nitelemelerden bazen birini bazen diğerini kullanıyoruz.
Sylos-Labini?nin düşüncelerini on sekiz yıl sonra yeniden okurken, dünya halklarının dünyada süregelen ekonomik entegrasyon sürecinden  faydalanmak üzere bir fırsat eşitliğine kavuşmalarıyla ilgili umut ya da korkularının hep güdük kaldığını not ettim. 1980?lerde ABD?nin başını çektiği bir gelişme olarak dünya finans piyasalarındaki rekabetin kızışması, Üçüncü ve İkinci Dünya ülkelerine sağlanan fonları aniden kurutmuş ve dünyanın bu ülkelerin ürünlerine duyduğu talepte büyük bir daralmaya yol açmıştı. Ticaret hadleri, 1970?lerdeki gibi hızlı ve sert bir biçimde, ama bu kez Birinci Dünya?nın lehine işlemeye başlamıştı. Küresel ekonominin giderek türbülansa girmesi sonucu yönünü tayin edemeyen ve düzensizliğe sürüklenen, silahlanma yarışının yeni bir ivme kazanması karşısında iyice köşeye sıkışan Sovyet imparatorluğu çözülmüştü. Üçüncü Dünya ülkeleri artık, iki süper gücü birbirine karşı kullanmak yerine, Birinci Dünya?nın kaynaklarıyla pazarlarına erişebilme yolunda eski İkinci Dünya ülkeleriyle rekabet etmek zorundaydılar. Bu arada, Birleşik Devletler ile Avrupalı müttefikleri, SSCB?nin çöküşünün yarattığı fırsata balıklama dalıp şiddetin meşru kullanımı üzerinde küresel bir ?tekel? kurma iddiası güttüler; bu tutum, onların güç üstünlüğünün hiç olmadığı kadar büyük ve bütün pratik amaçlar nezdinde alt edilemez olduğu inancını güçlendirdi.13
Ancak, gene işaret ettiğim bir başka şey de, bu gelişmeye verilen tepkinin, güç ilişkilerini 1970 öncesi koşullara döndürmeye yetmediğiydi.
Zira Sovyet gücünün zayıfl amasına, Bruce Cumings?in tabiriyle, Doğu Asya?nın ?kapitalist takımadaları?nın parlayışı eşlik etmişti.14 Japonya bunlar arasında en büyük ?adalar? grubuydu. Diğer adalar içinde en önemlileriyse Singapur ve Hong Kong şehir devletleri, Tayvan garnizon devleti ve yarı ulusal Güney Kore devletiydi. Geleneksel ölçülere vurulduğunda bu devletlerden hiçbiri güçlü değildi. Hong Kong hükümran bir devlet bile sayılmazdı, diğer üç büyük devletse ?Japonya, Güney Kore ve Tayvan? hem askeri koruma, enerji ve besin ikmallerinin büyük bölümü bakımından hem de kendi imalat sanayii ürünlerini kârlı biçimde elden çıkarabilmeleri bakımından bütünüyle Birleşik Devletler?e bağımlıydı.

13 Giovanni Arrighi, Th e Long Twentieth Century: Money, Power and the Origins of our Times (Londra, Verso, 1994), s. 21-22.

14 Bruce Cumings, ?Th e Political Economy of the Pacific Rim,? R.A. Palat (haz.), Pacific-Asia and the Future of the World System (Westport, CT, Greenwood Press, 1993), s. 25-26.

Gelgelelim, bu takımadaların dünyanın yeni ?atölyesi? ve ?para kasası? olarak sahip olduğu kolektif ekonomik güç, kapitalist gücün geleneksel merkezlerini ?Batı Avrupa ve Kuzey Amerika? kendi sanayilerini, ekonomilerini ve yaşam biçimlerini yeniden yapılandırmaya ve yeniden örgütlemeye zorlamaktaydı.15
Gücün askeri ve ekonomik olmak üzere bu şekilde çatallanmasının kapitalizm tarihinde daha önce hiç benzeri görülmeyen bir durum olduğunu ve bunun birbirinden çok farklı üç doğrultuda gelişebileceğini ileri sürmüştüm.
Birleşik Devletler ve onun Avrupalı müttefikleri Doğu Asya?nın yükselen kapitalist merkezlerinden bir ?koruma bedeli? almak için kendi askeri üstünlüklerini kullanma yoluna gidebilirlerdi. Bu girişim başarılı olsa dünya tarihinde gerçek anlamda ilk küresel imparatorluk vücut bulabilirdi.
Böyle bir girişimde bulunulmaması, ya da bulunulduğu halde bunun başarısızlıkla sonuçlanması durumunda, Doğu Asya zamanla Adam Smith?in öngördüğü türden dünya-pazar toplumunun merkezi haline gelebilirdi.
Fakat bu çatallanmanın dünya ölçeğinde sonsuz bir kaosa yol açması da mümkündü. Joseph Schumpeter?in söyledikleri üzerinde dururken belirttiğim gibi, insanlık Batı merkezli bir küresel imparatorluğun ya da Doğu Asya merkezli bir dünya-pazar toplumunun zindanında (ya da cennetinde) boğulmadan (ya da keyif çatmadan) önce ?Soğuk Savaş düzeninin tasfiyesine eşlik eden o büyük şiddet ortamının dehşeti (ya da ihtişamı) içerisinde pekâlâ yanıp küle dönebilir.?16
Bunları yazmamın üzerinden geçen on üç yılın olayları ve eğilimleri bu sonuçlardan her birinin gerçekleşme olasılığını kökten değiştirdi.
Şiddet dünyanın her yerinde daha da arttı ve, III. Kısım?da öne sürüldüğü gibi, Bush yönetiminin 11 Eylül 2001 olaylarına cevaben Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi?ne sarılması, esas olarak, dünya tarihinde gerçek anlamda ilk küresel imparatorluğa varlık kazandırma girişimi oldu. Bu projenin Irak?ta büyük hüsrana uğraması, Batı merkezli bir küresel imparatorluğun gerçekleşme şansını tamamen ortadan kaldıramadıysa da büyük ölçüde azalttı. Dünyanın her yerinde bitmez tükenmez bir kaos yaşanması olasılığı arttı. Bu arada, Doğu Asya merkezli bir dünya-pazar toplumunun oluşumuna tanıklık etme olasılığımız da arttı. Bu gelişmenin içerdiği parlak olasılıklar, kısmen, bir dünya gücü olarak ABD?nin Irak macerasının doğurduğu felaketlerden, büyük ölçüde de Çin?in 1990?ların başından itibaren kaydettiği göz alıcı ekonomik ilerlemeden dolayı karşımıza çıkmaktadır.
Çin?in yükselişinin önemli içermeleri vardır. Çin, ne Japonya ve Tayvan gibi Birleşik Devletler?in vassalı, ne de Hong Kong ve Singapur gibi basit bir şehir devletidir.

15 Arrighi, Th e Long Twentieth Century, s. 22.

16 A.g.e., s. 354-356, orijinal ifade Joseph Schumpeter?e aittir: Capitalism, Socialism, and Democracy (Londra, George Allen & Unwin, 1954), s. 163.

Ulaşmış olduğu askeri güç Birleşik Devletler?inkiyle boy ölçüşemese ve imalat sanayisinin büyümesi hâlâ ABD pazarına yaptığı ihracata dayansa bile, ABD?nin zenginliğinin ve gücünün ucuz Çin mallarının ithaline ve Çin?in ABD Hazine bonoları almasına bağlı olması da aynı ölçüde önem taşımaktadır. Daha da önemlisi Çin, Doğu Asya ve diğer bölgelerdeki ticari ve ekonomik genişlemenin ana itici gücü olarak giderek Birleşik Devletler?in yerini almaktadır.
Bu kitapta ileri sürülen genel tez şudur: Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi?nin hüsranla sonuçlanması ve Çin?in ekonomik gelişmede sağladığı başarı bir arada değerlendirildiğinde, Smith?in dünyadaki uygarlıklar arasında eşitliğe dayalı bir dünya-pazar toplumu vizyonunun gerçekleşmesini ?Ulusların Zenginliği?nin yayınlanmasından bu yana geçen yaklaşık iki buçuk asırlık zaman dilimi göz önüne alındığında? hiç bu denli olası kılmadığı görülür. Kitap, biri ağırlıklı olarak kuramsal, diğer üçü ağırlıklı olarak empirik nitelikli, dört kısımdan oluşuyor.
I. Kısım?da yer alan bölümler çalışmanın kuramsal dayanaklarını serimliyor.
İlkin Adam Smith?in ekonomik gelişme kuramının Pomeranz?ın ?Büyük Iraksama?sını anlamak açısından yenilerde keşfedilen önemini soruşturuyor, sonra da Smith?in kuramını yeniden inşa ederek onu Marx?ın ve Schumpeter?in kapitalist gelişme kuramlarıyla karşılaştırıyorum.
Benim I. Kısım?daki ana iddiam şudur: Birincisi, Smith, kapitalist gelişmenin ne savunucusu ne de kuramcısıdır; ikincisi, Smith?in bir egemenlik gereci olarak piyasa kuramı kapitalist olmayan pazar ekonomilerinin anlaşılması açısından özellikle geçerlidir; örneğin, küreselleşen Avrupa devlet sistemine eklemlenmeden önceki Çin. Çin, yirmi birinci yüzyılda, bütünüyle farklı iç ve dünya-tarihsel koşullar altında, yeniden eski parlak günlerine dönebilir.
II. Kısım?daki bölümler I. Kısım?da geliştirilen Smithyen perspektifi, ABD?nin Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi?ne sarılması ve Çin?in ekonomik bakımdan yükselişe geçmesi için sahneyi hazırlayan küresel türbülansın izini sürmek üzere kullanıyor. Bu türbülansın izini yirminci yüzyılın birinci yarısındaki Batı?ya karşı isyan hareketleri ile diğer devrimci kalkışmalarca biçimlenen aşırı sermaye birikimine (küresel bir bağlamda) dek sürdüm. Sonuç, ABD hegemonyasının 1960?ların sonuyla 1970?lerde ilk derin krizini yaşaması oldu, ki ben bunu ABD hegemonyasının ?sinyal krizi? olarak adlandırmaktayım. Birleşik Devletler 1980?lerde bu krize, küresel finans piyasalarında sermaye için saldırganca rekabet ederek ve SSCB ile girdiği silahlanma yarışına büyük bir ivme kazandırarak cevap verdi. Birleşik Devletler?in siyasi ve iktisadi alanda yıldızının parlaması kendi destekçilerinin toz pembe beklentilerini fazlasıyla karşılasa da, küresel politik ekonominin yaşadığı türbülansın şiddetlenmesi ve Birleşik Devletler?in ulusal zenginliği ile gücünün yabancı yatırımcılar ve hükümetlerden alınan borçlara, onların tasarruf ve sermayelerine giderek daha fazla bağımlı hale gelmesi gibisinden istenmedik sonuçlar da doğurdu. III. Kısım, Bush yönetiminin önceki ABD politikalarının bu istenmedik sonuçlarına bir cevap olarak Yeni Amerikan Yüzyılı Projesi?ni benimsemesini irdeliyor. Proje?nin çöküş sebeplerini çözümledikten sonra, onun nasıl benimsendiğine ve sonrasında nasıl başarısızlığa uğradığına I. Kısım?da geliştirilen ve II. Kısım?da daha da ilerletilen geniş bir Smithyen perspektift en bakıyorum. Irak macerasının, Vietnam Savaşı sonucunda oluşan hükmü ?yani, Batı?nın güç üstünlüğünün son sınırına dayandığı ve artık içe patlama yönünde kuvvetli eğilimler gösterdiği yolundaki hüküm? kesenkes doğruladığı ileri sürülebilir. Dahası, Vietnam ve Irak?a ilişkin hükümler birbirinin âdeta tamamlayıcısı gibidir. Vietnam bozgunu Birleşik Devletler?i, askeri yenilginin siyasi hasarlarını alt sınırda tutmak için, Çin?i tekrar dünya siyasetine sokmaya zorlarken, Irak bozgununun doğuracağı sonuçlar pekâlâ Çin?i ABD?nin ?Teröre Karşı Savaş?ının asıl galibi olarak öne çıkarabilir.
IV. Kısım özel olarak Çin?in yükselişinin dinamiklerini ele alıyor.
Birleşik Devletler?in şişeden çıkan cini tekrar şişeye koyma girişiminde, yani ABD?nin Çin?in ekonomide sağladığı büyümeyi kendi güdümüne sokma doğrultusunda harcadığı çabalarda karşılaştığı zorluklara işaret ettikten sonra, Çin?in gelecekteki davranışını geçmişin Batılı devletler sistemi deneyimi temelinde Birleşik Devletler, onun komşuları ve genel olarak dünya üzerinden öngörme girişimlerinin nasıl hatalı olduğunu vurguluyorum.
Bir defa, Batı sisteminin küresel ölçekte yayılması bu sistemin işleyim biçimini dönüştürmekte, onun geçmişte yaşadığı deneyimin büyük bir kısmını günümüzde yaşanan dönüşümleri anlamada geçersiz kılmaktadır.
Daha da önemlisi, Batılı devletler sisteminin bıraktığı tarihsel mirasın geçerliği azaldıkça, önceki yüzyılların Çin merkezli sisteminin geçerliği artmaktadır. Şu kadarını söyleyebiliriz: yeni Asya yüzyılı, eğer böyle bir yüzyıl olacaksa, esas olarak bu iki mirasın taşıyıcısı/melez bir yüzyıl olacaktır.
Epilog, ABD?nin küresel Güneyin güçlenmesini eski düzeyine indirme yönündeki çabalarının niçin geri teptiğini özetliyor. Bu çabalar ABD hegemonyasının ?ölümcül krizini? çabuklaştırmakta, Smith?in öngördüğü türden bir devletler uygarlığının kurulmasına ?daha öncesinde hiç olmadığı kadar? elveren koşulları yaratmaktadır. Böylesi bir devletler topluluğunun doğuşu kesin olmaktan uzaktır. Batının hâkimiyeti, geçmişe kıyasla, çok daha incelikli yollarla yeniden üretilebilir; her şeyden öte, dünyanın uzunca bir süre yükselen şiddet dalgasına ve sonsuz kaosa maruz kalması bir olasılık olarak önümüzde durmaktadır. Nasıl bir dünya düzeninin ya da düzensizliğinin ensonu gerçekleşeceği, büyük ölçüde, nüfusu fazlasıyla kalabalık Güney ülkelerinin, öncelikle Çin ve Hindistan olmak üzere, Batı?nın ilerlediği yoldan ziyade, kendilerine ve dünyaya sosyal açıdan daha hakkaniyetli ve ekolojik açıdan daha sürdürülebilir bir kalkınma yolu açmalarına bağlıdır.

Giovanni Arrighi?yle Bir Söyleşi – Korkut Boratav
http://haber.sol.org.tr/yazarlar/14116.html

New Left Review dergisinin Mart-Nisan 2009 sayısında, David Harvey?in çağımızın önde gelen sosyal bilimcilerinden Giovanni Arrighi?yle yaptığı uzun bir söyleşi yayımlandı. Harvey?in de katkılarıyla söyleşi, hem Arrighi?nin görüşlerine, hem de günümüzün pek çok önemli sorununa ışık tutacak bir doğrultuda gelişiyor. Bazı öğelerini bu köşenin okurlarıyla paylaşmak istedim.

Arrighi, söyleşiye, 1937?de Milano?da doğduğunu, Bocconi Üniversitesi?nde iktisat eğitimi gördüğünü ve asistanlığa başladığını anlatarak başlıyor. Kısa zamanda fark ediyor ki, iktisat bölümünde öğrendiği ?neoklasik iktisadın şık genel denge modelleri üretimin ve bölüşümün kavranmasında hiçbir işe yaramamaktadır.?

Ancak, Arrighi?nin burjuva iktisadından kesin kopuşu, 1963?te Rodezya (bugünkü adıyla Zimbabwe) Üniversitesi?nin iktisat bölümüne öğretim üyesi olarak atanmasıyla başlar. O tarihlerde, ırkçı beyaz azınlığın yönetiminde olan Rodezya?daki gözlemleri ona gösteriyor ki, ?neoklasik gelenek Afrika?nın gerçekleri hakkında hiçbir şey söylememektedir? ve ?neoklasik iktisattan karşılaştırmalı-tarihsel sosyolojiye ulaşan uzun yolculuğa? orada başlayacaktır.

Bu yolculuğun başlangıç noktasında Arrighi, doğrudan doğruya Marksist okula ait temel bir sorunsalın içine giriyor: Üretim biçimleri çözümlemesi? Rodezya ortamında bu, sömürgeci kapitalizmin sermaye birikimi gereksinimleriyle Afrikalı köylülüğünün eklemlenmesi sorunsalı olarak ortaya çıkıyor. Arrighi, söyleşide, bu incelemenin sonuçlarını ?proleterleşme kısmî kaldığı süre içinde Afrika köylüleri kendi geçimlik tüketimlerinin bir bölümünü bizzat ürettikleri için sermaye birikimine ek bir destek sağlamaktaydılar; köylülerin tam proleterleşmesi ise sermaye birikimi için çelişkiler yaratacaktı? ifadeleriyle özetliyor.

Bu çözümleme doğrultusu, Arrighi İtalya?ya döndükten sonra, Güney İtalya?lı göçmen işçilerin Kuzey kapitalizmiyle eklemlenme biçimlerini inceleyen bir araştırmayla sürdürüldü. Arrighi, araştırma sonuçlarını daha genel bir çerçeveye oturtarak şunları söylüyor: ?Kapitalist gelişme tam proleterleşmeye dayanmak zorunda değildir. Mülksüzleşmenin gerçekleşmediği yörelerden de göç veriliyor; tarımda tam proleterleşmenin olduğu bazı yörelerde ise, emekçilerin göçmelerine imkân verecek ekonomik güçleri yoktur.?

Arrighi 1979?da İtalya?dan Amerika?ya geçer. ?Dünya sistemi? yaklaşımlı çalışmaların odak noktasını oluşturan Binghamton?daki Braudel Merkezi?ne katılır. Arrighi?nin o tarihten sonraki katkılarının Braudel Merkezi?nin kurucusu Wallerstein?e paralel düştüğü düşünülebilir. Örneğin Türkçeye de çevrilmiş olan Uzun Yirminci Yüzyıl (İmge Yayınları) başlıklı kitabında Arrighi?nin Afrika?da ve İtalya?da geliştirdiği sınıf karşıtlıklarının vurgulandığı sermaye birikimi-üretim biçimi çözümlemelerinin yansımaları arka plandadır.

Buna karşılık Arrighi, söyleşisinde, Braudel, hem de Wallerstein ile ayrılıklarını da vurguluyor: ?Braudel, piyasalar ve kapitalizm üzerinde olağanüstü zenginlikte bir bilgi kaynağıdır; ama kuramsal bir çerçeveden yoksundur? Wallerstein ise üretim ilişkilerini merkez-çevre konumlarına göre belirler.? Bu, Wallerstein?in, aslında, üretim ilişkileri kavramını kullanmamakta olduğunu gösterir. Zira, Arrighi?ye göre, aynı dünya sisteminin çevresinde yer alan ülkelerde, ?tarihsel olarak Merkez?de gözlenmiş olan üç farklı gelişimin [paralelleri] gözlenmektedir. Birincisi Lenin?in tam proleterleşme ve latifundia?ya dayalı Junker modeli; diğeri, yine Lenin?in piyasayla bütünleşmiş küçük-orta çiftliklerden oluşan Amerikan modelidir. Lenin?de yer almayan üçüncü yol ise, uzaklara göç edenlerin memleketlerine tekrar yatırım yapmaları sonunda küçük çifçiliğin pekişmesi modelidir.? Metropol-çevre ilişkilerinin tam/eksik proleterleşme dereceleriyle ve işgücü rezervlerinin göreli büyüklüklerinde gözlenen değişmeler açısından (yani Marksist perspektifle) incelenmesinin önemine Arrighi söyleşide sık sık dönmektedir.

David Harvey yine de Uzun Yirminci Yüzyıl?da emek-sermaye ilişkisinin niçin yer almadığını soruyor. Arrighi, emek-sermaye ilişkilerine kitabının son bölümünde yer vermeyi planladığını söylüyor. Fakat, finansallaşmayı incelerken ulaştığı bulgular ?dengeleri bozdu ve esas olarak, 14. Yüzyıldan bu yana kapitalizmin tarihsel gelişimi içinde finans kapitalin rolü hakkında bir kitap ortaya çıktı.?

Uzun Yirminci Yüzyıl, ?devletler-arası sistemin dinamiklerini, hegemonya kavramı aracılığıyla? incelemektedir. Ulaşılan önemli bir sonuca göre, hegemonik ülkede kapitalizmin finansallaşması, hegemonyanın da sonuna gelindiğini göstermektedir. 1994?te, yani yeni finansallaşma furyası derinleşmeden yayımlanan Uzun Yirminci Yüzyıl, kapitalist sistem üzerindeki Amerikan hegemonyasının son bulmakta olduğunu erkenden ileri sürmekteydi. On beş yıl sonra yapılan söyleşide, ABD finans sisteminin çöküntüye uğraması ve Irak fiyaskosu, Amerikan hegemonyasının defterini artık dürmüştür.

Arrighi?nin son kitabı olan Adam Smith Pekin?de (Türkçesi Yordam Yayınevi) Çin odaklıdır. Söyleşide, hem bu kitap, hem de ABD hegemonyası sonrasındaki ?dünyanın olası hali? tartışılırken Çin sık sık gündeme gelmektedir. Arrighi, ?bugünkü Çin belki kapitalisttir; belki de değil?1990?lı yıllarda işçiler-arası rekabeti sermayenin çıkarı için kamçıladılar. Şimdiki yönetim; Devrimin ve Mao döneminin geleneğini dikkate almaktadır; ama bu değişimin ardındaki ana etken, Çin işçi ve köylülerinin dünyanın başka hiçbir yerinde gözlenmeyen bir direnme-ayaklanma geleneğine sahip olmasıdır. Yönetim, esas olarak bundan ürkmektedir? diyor. Ve daha da önemlisi, Çin?in hem dünya sisteminin yeni (ve ekonomik ağırlıklı) bir güç merkezi, hem de toplumsal gerilimlerin odaklaştığı bir başka merkez olabileceğini belirtiyor. ?Çin?in bağımlı sınıflarının ayaklanmaları yeni bir refah devletine yol açarsa, önümüzdeki 20-30 yıl içinde uluslararası ilişkilerin biçinlemmesi de etkilenecektir.?

Bu, bir anlamda, belli ölçülerde sosyalizme dönüşü gerçekleştiren; ancak, yeni bir hegemonik güç olarak da tarih sahnesine çıkmakta olan Çin?in ağırlık taşıdığı bir dünyanın öngörüsü müdür? Belki?

Bu söyleşiden izlenimler, günümüzün bu dev sosyal bilimcisinin katkılarının sadece küçük bir bölümüne değiniyor. Daha iyisi, doğrudan doğruya bu yazıda sözü geçen kitaplarının okunmasıdır.

Kitabın Künyesi
Adam Smith Pekin’de / 21. Yüzyılın Soykütüğü
Giovanni Arrighi
Çeviri: İbrahim Yıldız
Yordam Kitap, 416 sayfa,
Baskı Tarihi: Ocak 2009

Bir yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir