Recep Dönmez “Deniz, yaşamıma renk kattı”

recep-donmezTürkiye’de sualtı fotoğrafı denince akla gelen önemli isimlerden birisi, Recep Dönmez. Sualtı fotoğrafçılığı dalında birçok ödülün sahibi olan Dönmez için, deniz ve fotoğraf büyük bir tutku. Deniz insanı olmanın yaşama değişik bir gözle bakmayı öğrettiğini vurgulayan Dönmez, “En azından yok edici pozisyondan onu geleceğe aktarıcı pozisyona geçiyorsunuz. Bu biraz da düşünsel bir gelişim. Denizle ilişkim, kendi benliğimi bulmamda etkili oldu. Estetik kaygılarım, anlatım kaygılarım, anlamlandırma kaygılarım arttı. Yaşamıma bir renk verdi deniz” diyor.

SÖYLEŞİ: Elif Şahin Hamidi

Engin mavi peşinden sürükledi
Ortaokul yıllarında, kamp izciliği ile birlikte doğayla tanıştım, doğa sevgisini kazandım, yaban hayatını tanıdım. Fotoğraf süreci de doğayla tanışmamla başladı. Buradaki hayatı tekrar yaşatmak, anıları canlı tutmak için de tek çare fotoğraftı. Oradaki anları belgeleyip, o yaşama sürecini tekrarlamak için küçük yaşlarda başladığım bir çalışmaydı fotoğraf. Sonra uzun bir müddet dağları dolaştım, 18 yaşıma kadar dağcılık yaptım. Dağcılık yaptığım sırada bir kampta denizle tanıştım. Ondan sonra da engin bir mavi, derinlik, deniz peşinden sürükledi beni. Sonrasında uzun yıllar dalışa devam ettim. 1979 yılında Caddebostan Balıkadamlar Spor Kulübü’nün sporcu kadrosuna katıldım. O yıldan beri de bu kulübün üyesiyim. Hala da orada hizmet veriyoruz. Şu an orada bir fotoğraf bölümü oluşturduk, hem sualtı hem de su üstü için. Sporun çeşitli kademelerinde bulundum; eğitmenlik yaptım, yönetiminde bulundum.
Yaklaşık 1992 yılında standart bir dalışın ve eğitmenlik amacıyla yapılan dalışın bana pek keyif vermediğini fark ettim. Çünkü birtakım şeyleri sürekli tekrar ediyorsunuz. Bir de balık avlıyordum, ama avlandığımız yerlerde balıkların yok olduğunu görünce bu işin kötü olduğunu anladım ve bu işi bırakıp sualtında video çekmeye başladım. Yaptığım ilk çekimlerle, girdiğim yarışmalarda ulusal ve uluslararası ödüller aldım. 1995 yılında videonun da yeterli gelmediğini gördüm; kolaydı, herkesin yapabileceği bir şeydi sanki. O nedenle daha zor bir alan olan bir “an” tespitiyle hikâye yazılabilen fotoğrafa yöneldim. Fotoğraf, bana çok şey kazandırdı. Bugün üniversitelerde fotoğraf dersi veriyorum, yurtiçinde ve yurtdışında birçok ödül kazandım. Yurtdışında, minicik bir adada bile birileri sizi tanıyor, imza istiyor. Malezya’da bir dalış noktasına adım verilmiş. Artık şimdi öğrencilerim var ve ödüller alıyorlar. Bu çok güzel bir şey, insana keyif veriyor.

Sualtında fotoğraf çekmek daha zor
İster sualtında, ister karada, ister gökyüzünde, nerede çekerseniz çekin, fotoğrafın genel ilkelerine bağlı kalmak zorundasınız; yaptığınız şey ışığı kullanmaktır. Işığı kullanırken çeşitli kompozisyon şemalarına, anlatım biçimlerine dikkat edeceksiniz. Yani teknik olarak doğru mu çekiyorsunuz yanlış mı çekiyorsunuz, bunu bilmek gerek. Ama teknikten ziyade fotoğrafa anlam yükleyebilmek daha önemli bence. Tüm bunları sualtında da su üstünde de yapmak zorundasınız. Tabii ki sualtında fotoğraf çekmek, su üstünde çekmeye oranla çok daha zor. Sualtında fotoğraf çekmek için öncelikle çok iyi dalmak zorundasınız. Dalmayı ve nefes almayı düşünmemek, fotoğrafa konsantre olmak gerekiyor. Bu, tecrübeyle birlikte oluşan bir refleks. Akıntıyla, görüntüyle, planktonla mücadele ediyorsunuz, canlılara uyum sağlamanız onlarla ilişki kurmanız lazım. Havanız bitebiliyor, maskeniz buğu yapmış olabiliyor, malzemenizde bir problem çıkabiliyor. Pek çok sorunla karşılaşabilmek mümkün. Bir dalışta en fazla yirmi beş dakika ile iki saat arasında sualtında kalabiliyoruz. Çok iyi dalış bilgisi ve fotoğraf bilgisine sahip olmak gerekiyor. Ayrıca sualtı dünyasını da çok iyi bilmek gerekiyor. Hangi canlı nerede yaşar, hangi davranışlara hangi tepkileri verir; bunları bilerek sualtında fotoğraf çekmek lazım. Mesela bir deniztavşanı çekeceğimiz yere geniş açılı objektifle girmenin pek bir faydası olmaz. Bilgi sahibi olmanın önemi büyük. İyi bir sualtı fotoğrafçısı olmak için çok iyi bir dalıcı olmak lazım. Karada yürür gibi sualtında hareket etmesi gerekiyor insanın. Bunun için de en az 500 dalışı devirmiş olmak lazım.

Dalacağım bölgeyi araştırıyorum
Fotoğraf, ussal bir eylem. Önce neyi çekeceğinizi planlıyorsunuz ve daldığınız zaman fotoğrafı bekliyorsunuz. Nerede fotoğraf çekecek olursam olayım, ilk kez gideceksem, orayla ilgili çok ciddi araştırmalar yapıyorum. Dalış noktalarını araştırıyorum, orada yaşayan canlıları tespit ediyorum, şekillerini, tepkilerini öğrenmeye çalışıyorum. Daldığım zaman bir sürpriz olmaması gerekiyor benim için. Orada ne göreceğimi biliyorum. Örneğin bir vatoz göreceğim; hangi tür vatoz göreceğimi, davranış biçiminin nasıl olduğunu, ona nasıl yaklaşacağımı, nasıl ilişki kuracağımı, beni nasıl yok sayacağını öğrenerek gidiyorum. Yerle ilgili öncelikle kapsamlı bir araştırma yapıyorum.

Yelkenle keyifli anlar yaşadım
Caddebostan Balıkadamlar Kulübü’nün yanında yelken kulübü var. Kardeş kulüpler bunlar. Oğlum 10 yaşındayken yelkenle ilgilenmeye başlamıştı. Biraz onu kıskandım galiba. Baktım, su üstünde, rüzgârla beraber özgürce uçup gidiyor. Sanırım biraz oradan heveslendim. Oğlumun yetişmesinde yelkenin çok büyük katkısı oldu. Şöyle ki doğaya karşı mücadele veriyor, rüzgâra karşı mücadele ediyor, rüzgâra karşı gidiyor ama gitmek için rüzgârı kullanıyor. Çok doğru kararlar vermek zorunda, gücünü ve gücünün sınırını bilmek zorunda. Bu müthiş bir şey, anne-babanın bir çocuğa vereceğinden daha fazlasını bir doğa sporu ona veriyor. Bundan çok etkilendim ve ben de dragona başladım. Çok keyifli anlar yaşadım, yarışmalara katıldım. Ama artık eskisi kadar sık yapamıyorum. Ayrıca oğlumun adını taşıyan Özgür Deniz adında bir teknem var.

Pek çok balık türü yok oldu
Benim dalış sürecim otuz yılı aşan bir süreç. İlk daldığım yıllarda Marmara’nın pırıl pırıl hallerini biliyorum. Yukardan baktığınızda aşağıda 20-30 metrede balıkların menevişlerini görüyorsunuz. Karagözlerin, eşkinoların. İniyorsunuz dibe, üstünüzde gölgeler dolaşıyor; bakıyorsunuz 200-300 kiloluk orkinoslar… Ben bunları yaşadım. Daldığımız yerlerde, karagözler, sinaritler, eşkinalar, barbunlar gördüm. Sanırım Marmara’nın yok olma süreci sahillerin doldurulmasıyla başladı. Çok bilinçsiz bir şekilde dolduruldu. Dip çamur oldu. Bir denizin yaşaması için “dip” çok önemli. Oksijen alışverişinin yapıldığı, canlıların ürediği, yumurta bıraktığı yer burası. Burayı çamurla örterseniz canlıların yaşam halkasını kesmiş oluyorsunuz. Marmara’nın yaşam süreci, sahillerin doldurulduğu dönemde durmuştu. Ama doğa kendine bir çözüm arıyor, değişim sürecini sürekli olarak yaşıyor. Şu anda Marmara’da yeni yaşam normları, yeni yaşam formları oluşmaya başladı. Daha önce hiç görmediğimiz denizyıldızları, sünger yapılar görüyoruz. Farklı türler burada barınmaya başladılar. Ama o eski deniz, mavi görüntü kayboldu gitti. Yeşil bir görüntü hakim; sualtına iniyorsunuz, gece mi gündüz mü belli olmuyor. Pek çok balık türü, yengeç türü, kabuklu türü yok oldu.

Deniz insanı olmak
Deniz insanı olmak, yaşama değişik bir gözle bakmayı öğretiyor. En azından yok edici pozisyondan onu geleceğe aktarıcı pozisyona geçiyorsunuz. Bu biraz da düşünsel bir gelişim. Denizle ilişkim, kendi benliğimi bulmamda etkili oldu. Estetik kaygılarım, anlatım kaygılarım, anlamlandırma kaygılarım arttı. Yaşamıma bir renk verdi deniz.

NOT : Recep Dönmez ile bu söyleşi, 2008 yılında yapılmıştır. Malezya, Kızıldeniz, Endonezya, Sudan gibi dünyanın farklı bölgelerinde çektiği sualtı fotoğraflarıyla, birçok ödül alan Recep Dönmez, 2012 yılında 58 yaşındayken, yaşamına kendi eliyle son vermiştir☹

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir