Dostoyevski’nin Budala romanının karakteri Prens Mışkin’in iyiliği saf haliyle var olabilir mi, yoksa modern dünyada “budalalık” olarak mı görünür?
Dostoyevski’nin Budala romanında Prens Lev Nikolayeviç Mışkin, saf iyiliğin ve mutlak ahlaki duruluğun timsali olarak resmedilir. Ancak bu saflık, çevresindeki insanlar tarafından genellikle bir tür “budalalık” olarak algılanır. Mışkin’in karakteri, ahlaki idealizmin ve insani iyiliğin, modern dünyanın pragmatik ve çıkarcı yapısında nasıl karşılandığını sorgulayan bir deney gibidir.
İyiliğin Metafiziği: Prens Mışkin ve Hristiyan İdealizm
Prens Mışkin, Dostoyevski’nin Hristiyan sevgi anlayışını vücuda getiren bir figürdür. O, kötülüğe kötülükle değil, sevgi ve merhametle karşılık veren bir kişidir. Hristiyan ahlakına göre bu, en yüce erdemlerden biri olsa da, modern toplumun değer sisteminde bir tür saflık veya naiflik olarak değerlendirilir. Mışkin’in en önemli özelliklerinden biri, insanları koşulsuz anlamaya çalışması ve onları kendi içlerindeki iyilikle yüzleştirme çabasıdır. Ancak bu yaklaşım, çoğu zaman çevresindekilerin ahlaki çelişkilerini su yüzüne çıkarır ve onun düşüşünü hızlandırır.
Örneğin, Mışkin’in Nastasia Filipovna’ya duyduğu merhamet, toplumsal normlar açısından “budalalık” olarak görülür. Nastasia, geçmişte aşağılanmış ve toplumdan dışlanmış bir kadındır. Mışkin, ona sadece şefkatle yaklaşmakla kalmaz, aynı zamanda onun değerli ve sevilebilir bir insan olduğuna inanır. Ancak Nastasia’nın kendi geçmişine dair suçluluk ve toplumun onu yargılayışı, Mışkin’in saf iyiliğini kabul edememesine neden olur. Mışkin’in sevgisi, dünyadaki çıkar ilişkilerine dayalı aşk anlayışına terstir; bu yüzden de anlaşılamaz ve sonuçta trajik bir şekilde başarısız olur.
İyiliğin Ontolojisi: Mışkin ve Modern İnsan
Modern toplumda iyilik, genellikle karşılıklılık ilkesine dayanır: İnsanlar, iyi olmanın kendilerine ne kazandıracağını düşünerek hareket ederler. Mışkin’in iyiliği ise tamamen karşılıksızdır; o, bir fayda gözetmeksizin iyidir. Bu, günümüz dünyasında ahlaki bir ütopya gibi görünse de, aslında Mışkin’in trajedisinin temel sebebidir. Çünkü onun iyi niyeti, zamanla çevresindeki insanlarda huzursuzluk yaratır. Gerçek iyilik, maskeleri düşürür ve bireyleri kendi bencillikleriyle yüzleşmeye zorlar.
Roman boyunca Ganya, Rogojin ve General İvolgin gibi karakterler, Mışkin’in iyiliğini zayıflık olarak algılarlar. Onun saf dürüstlüğü ve doğrudanlığı, alay konusu olur ve manipüle edilmeye çalışılır. Burada Dostoyevski’nin temel argümanı şudur: Mutlak iyi, yozlaşmış bir dünyada kendine yer bulamaz ve çoğu zaman trajediyle sonuçlanır.
Örneğin, Prens Mışkin’in Rogojin ile ilişkisi de bu noktada çarpıcıdır. Rogojin, tutkulu ve sahiplenici bir aşkın temsilcisidir; onun için aşk, sahip olmak demektir. Mışkin’in Nastasia’ya olan sevgisi ise tamamen özveriye dayanır. Ancak bu iki bakış açısı birbiriyle çatışır ve sonunda Rogojin, Nastasia’yı öldürerek onun üzerindeki “hak iddiasını” mutlak bir sonuca ulaştırır. Mışkin, bu olaydan sonra tamamen çöker ve sonunda deliliğe teslim olur. Bu, mutlak iyiliğin, çıkarlar dünyasında ancak marjinal bir varoluşa sahip olabileceğinin göstergesidir.
İyilik Bir Budalalık mı?
Dostoyevski’nin sunduğu perspektife göre, Prens Mışkin’in trajedisi, iyiliğin modern dünyada nasıl bir yer bulamayacağını gösterir. Saf iyilik, pragmatik ve çıkarcı bir toplumda genellikle güçsüzlük veya naiflik olarak algılanır. Bu yüzden de Mışkin, en sonunda dışlanmış ve yalnız kalmış bir figüre dönüşür.
Ancak bu, Dostoyevski’nin iyiliğin gereksiz veya imkânsız olduğunu savunduğu anlamına gelmez. Aksine, Budala, ahlaki saflığın ve insan sevgisinin, modern dünyada ne kadar zor bir mücadele gerektirdiğini ve bu ideali yaşamanın kaçınılmaz olarak trajediye dönüşebileceğini gösterir. Prens Mışkin’in hikâyesi, Nietzsche’nin “iyi ve kötü ötesi” kavramına da yaklaşır: Belki de mutlak iyilik, ahlaki sistemler tarafından şekillendirilmiş bir dünyada her zaman anlaşılmaz ve marjinal kalmaya mahkûmdur.
Bu bağlamda, modern insanın sorusu şudur: İyilik gerçekten “budalalık” mı, yoksa onun değeri tam da anlaşılmaz ve ulaşılmaz olmasıyla mı ilgili? Dostoyevski, bu soruya doğrudan bir cevap vermez; ama Budala romanıyla, bizi iyiliğin doğası üzerine düşünmeye davet eder.