Carl Gustav Jung’un Yoga ve Meditasyon Sembolizmini Yorumlama Şekli
Carl Jung’un metinlerdeki sembolleri nasıl psikolojik olarak yorumladığını ve bu psikolojik sembol okumasını nasıl yaptığını şu şekilde anlayabiliriz:
Carl Jung, Doğu mistisizmindeki (Yoga, Budizm, Tantra) ve Batı hermetik geleneklerindeki (özellikle simya ve Hristiyan mistisizmi) sembollerin ve kavramların derin birer psikolojik anlam taşıdığına inanıyordu. Bu metinleri “spiritüalist metinler” olarak tanımlar ve bunların bilinçdışı psikolojisini anlama konusunda önemli içgörüler sunduğunu belirtir.
İşte Jung’un sembolleri psikolojik olarak yorumlama şekli ve yöntemleri:
- Psikolojik Paralellikler Bulma: Jung, farklı kültür ve geleneklerdeki sembollerin şaşırtıcı benzerlikler gösterdiğini fark etti. Örneğin, Doğu’daki Mandala sembolizmini, kendi spontane görümlerindeki (kale imgesi gibi) ve hastalarının rüyalarındaki imgelerle karşılaştırdı. Simyanın sembol dizisini, Tantrik yoganın sembol dizisinin Batı’daki muadili olarak sundu. Güneş ve ay sembolizmini hem Doğu’da hem de Batı’da (simya) bulur. Bu paralellikler, kolektif mitolojik malzemenin bireysel düzeyde tekrar edebileceği teorisini (arketip kavramına yol açan) destekliyordu.
2. Sembolleri Kendi Psikolojik Kavramlarına Bağlama: Jung, bu geleneksel sembol ve kavramları analitik psikolojinin temel kavramlarıyla eşleştirdi:
Mandala: Jung için mandala, bireyleşme sürecinde rüyalarda görünen Kendiliğin (Self) sembolik temsilidir. Hem bir bütünlük, hem de ego bilinci ile bilinçdışının toplamını bir araya getiren merkezdir. Aynı zamanda kutsanmış bir alanı veya tanrının bedenini temsil edebilir.
◦ Purusha ve Prakriti: Yoga Sutra’daki Purusha’yı ebedi bilinç, Prakriti’yi ise fenomenler dünyasındaki çokluk, doğa veya madde/Şakti olarak yorumlar. Yoganın amacını, ego-bilinç ile nesneleri ayırt ederek Purusha’ya ulaşmak olarak görür.
◦ Simya Süreci (Opus): Simyadaki temel aşamaları (Kaos, ayrışma/tetrameri, birleşme/coniunctio, quinta essentia) psikolojik süreçler olarak yorumlar.
Kaos, analiz gerektiren karanlık bir bilinçdışı durumdur.
Ayrışma/tetrameri, psikolojik farklılaşma ve dört işlev sisteminin (düşünme, hissetme, duyum, sezgi) ortaya çıkmasıdır.
Birleşme/coniunctio, bilinç ve bilinçdışı arasındaki birleşimi, karşıtların kaynaşmasını temsil eder.
Quinta essentia ise bu sentezlenen bütünlüktür.
Simyadaki altın, sıradan altın değil, ruhun altınıdır. Simyanın taşı (lapis) veya çocuğu (homunculus), birleşimin sonucudur ve Kendiliğe karşılık gelir.
◦Dişil ve Eril Sembolleri (Ay/Güneş, Syzygy): Simyadaki dişil (ay) ve eril (güneş) sembollerini, bilinçdışındaki dişil yön (anima) ve bilinçteki eril yön olarak yorumlar. Bu karşıtların birliği (syzygy), bilinçdışı psikolojisinde önemli bir motiftir.
◦Yansıtma (Projection): Simyacıların bilinçdışının sırrını maddede aramalarını, psikolojik bir yansıtma süreci olarak görür. Bilinçdışındaki dişil içeriğin (anima) ilk olarak anneye, sonra maddeye yansıtıldığını açıklar; materianın (madde), materden (anneden) geldiğini ve Doğu’daki maya (yanılsama/yapı) kavramına benzediğini belirtir. Kendi içsel içeriğimizin dış dünyaya veya diğer insanlara yansıtıldığını, bunun ancak analiz yoluyla geri çekilebileceğini vurgular.
◦ Sambhogakaya: Budist metinlerdeki ara dünya Sambhogakaya’yı, kolektif bilinçdışı ve arketipsel formların (ilahi varlıklar/devatalar) alanı olarak tanımlar.
◦ Sangskara: Karma ile ilişkili Sangskara kavramını, psikolojik açıdan bilinçdışı yatkınlıklar veya karakter özellikleri olarak yorumlar (“ailede dolaşıyor”)
◦ Dört İşlev: Bilincin dört işlevini (düşünme, hissetme, duyum, sezgi) hem Tantrik metinlerdeki dört yöne/renge/Budaya, hem de simyadaki dörde bölünme (tetrameri) ve dördüncü kaliteye (sezgi) bağlar.
3. Deneyime ve Bilinçdışına Odaklanma: Jung, bu sembollerin soyut kavramlardan ziyade psişik deneyimleri temsil ettiğini savunur…. Batılı filologların metinleri anlamak için yoga deneyiminden yoksun olabileceğini, uygulayıcılarla konuşmanın veya pratik psikoloji yapmanın bu sembollerin anlamını kavramak için gerekli olduğunu ima eder.
Kendi “etkin imgeleme” tekniği ve kişisel görümleri, bu sembolik dilin psikolojik anlamını keşfetmesinde merkezi rol oynamıştır…. Simyayı, “bilinçdışı ruhun koşulsuz özgürleşmesine yönelik” bir Batı metodolojisi olarak tanımlar. Eski çağlarda “büyüsel” olanın, psikoloji bilinmediği için aslında psikolojik süreçler anlamına geldiğini belirtir.
4. Doğu ve Batı Zihin Farklılıklarını Vurgulama: Jung, Doğu ve Batı zihin yapıları arasındaki temel farklılığın, Batı bilincinin kesinlikle egosal ve dışa dönük olması, Doğu bilincinin ise daha içe dönük ve ego sınırlarının daha akışkan olması olduğunu gözlemlemiştir…. Bu farklılık, sembollerin farklı yorumlanmasına ve deneyimlenmesine yol açar. Batı’nın mantığa dayalı yaklaşımının, metinlerdeki çelişkileri ve paradoksları (örn. hem Buda olmak hem olmamak) anlamayı zorlaştırdığını, oysa bu paradoksların insan psikolojisinin çelişkili doğasının doğru bir tasviri olduğunu belirtir…
5. Dönüşüm Hedefini Görme: Jung’a göre, hem Doğu’daki yogik/Budist uygulamalar hem de Batı’daki simya, temelinde tüm insanın dönüşümünü veya bireyin kurtuluş durumuna kendini sokmasını hedefler3…. Semboller, bu dönüşüm sürecinin aşamalarını ve psikolojik durumlarını anlatır….
Özetle, Jung’un sembol okuması, bu sembolleri evrensel insan psikolojisinin, özellikle de bilinçdışının arketipsel içeriğinin ve bireyleşme sürecinin ifadeleri olarak görmeye dayanır. Farklı geleneklerdeki sembolik sistemleri karşılaştırarak, kendi klinik ve kişisel deneyimleriyle ilişkilendirerek ve metinlerdeki kavramları psikolojik terimlere çevirerek, bu eski bilgelik geleneklerinin aslında derin bir psikolojik bilgi içerdiğini ortaya koymayı amaçlamıştır.
Kaynak : Yoga ve Meditasyon Psikolojisi