Psikanalizin “Altın Çağı”

Psikanalizin “altın çağı” genellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonraki yıllar ve 1950’ler boyunca Amerika’daki dönemi ifade eder…. Bu dönem, psikanalizin egemen psikanalitik çevre tarafından psikiyatrinin bir alt uzmanlığı olarak kabul edildiği ve psikoterapiden ayrı tutulduğu bir “mutabakat dönemi” olarak tanımlanır….

Bu dönemin “altın çağ” olarak nitelendirilmesinin temel nedenleri ve özellikleri şunlardır:

1. Yüksek Prestij ve Popülerlik: Psikanaliz, en bilimsel psikolojik tedavi yöntemi olarak görülüyor ve prestij ve popülerlik bakımından zirveye oturuyordu….

2. Ekonomik Başarı: Analistlerin uzun bekleme listeleri ve az sayıda boş saati vardı… Psikanaliz, ülkenin en çok kazandıran tıbbi branşlarından biri haline gelmişti….

3. Kurumsal Kabul ve Finansman: İkinci Dünya Savaşı’nın ardından psikanaliz, içeride kabul gördüğü bir döneme girmiştir. Ulusal Ruh Sağlığı Enstitüsü gibi kurumlar psikanalitik eğitimleri ve analiz ücretlerini finanse ediyordu. Psikiyatri bölümleri arasında egemen bir konuma sahipti. Bu dönemde genç psikiyatristlerden çok sayıda eğitim başvurusu gelmişti.

4. Psikanalizin Tanımlanması: Bu dönemde egemen analistler, psikanalizi psikoterapiden keskin çizgilerle ayırma eğilimindeydi…. Psikanaliz “standart”, “klasik” veya “dört başı mamur” olarak adlandırılıyor…. Psikanaliz derin değişimlerle, psikoterapi ise yüzeysel değişimlerle ilişkilendiriliyordu…. Psikanaliz, psikolojik açıdan daha gelişkin ve “analize uygun” hastalar için düşünülüyordu….

5. Elit ve Sınırlı Erişim: Psikanaliz, bu dönemde “analize uygun” görülen, genellikle beyaz, orta sınıf veya zengin bireylere yönelik elit bir yöntem olarak konumlanmıştı…. Amerikan refah devleti içinde “analiz edilebilir” nevrotik orta sınıf bireylerle sınırlı bir uygulama alanı buldu…. Psikanalizin elit konumu, “saf altının” elit hastalara saklanması sayesinde korunuyordu…

6. Ortodoksi ve Dışlama: Freudyen ortodoksi bu dönemde baskındı ve alternatif teoriler “heterodoks” olarak dışlandı. Tıbbi dernekler psikanalizi öncelikli olarak psikiyatristlere açarak, tıp dışı analistlerin (“düz analistler”) dışlanmasına yol açtı….

7. Eleştirel Bakış Açısı: Bu “sözde altın çağın” aslında kısa dönemli bir belirti, kayıp ve kırılganlık karşısında ortaya çıkan bir “manik savunma” olabileceğini öne sürmektedir… Holokost’un, göçün ve yerinden edilmenin etkisinin klinik pratikte ve kurum kültüründe inkar edildiği bir dönem olarak da yorumlanır…. Ayrıca, psikanalizin maskülen tıbbi tedavi modeliyle özdeşleşerek, bakım ve feminenlikle ilişkili unsurları psikoterapinin alanına ittiği de belirtilir….

Özetle, psikanalizin “altın çağı”, dışarıdan bakıldığında prestijin, popülerliğin ve ekonomik başarının zirveye ulaştığı bir dönem iken, kaynaklar aynı zamanda bu dönemin kurumsal dışlamalar, ortodoksi, elitizm ve travmaya karşı geliştirilmiş bir savunma gibi içsel sorunları barındırdığını göstermektedir….