Heidegger’in Fırlatılmışlık ve Dasein Kavramları: Endişenin Yıkıcı Etkisi ve İnotantikliğe Sürüklenen Winston
Totaliter Rejim ve Fırlatılmışlık:
Heidegger’in ‘fırlatılmışlık’ kavramı, ‘Dasein’’in (insanın varoluşsal varlığının) dünyaya belirli bir bağlamda, kendi seçimi olmaksızın “atılmış” olduğunu ifade eder. Winston Smith, Okyanusya’nın totaliter rejiminde, Parti’nin her düşünceyi, hareketi ve hatta geçmişi kontrol ettiği bir dünyada doğmuştur. Bu, onun ‘fırlatılmışlık’ durumunun politik bir tezahürüdür: Winston, özgürlüğün ve bireyselliğin bastırıldığı, tarihsel gerçekliğin yeniden yazıldığı bir bağlama mahkûmdur.
Parti’nin “Büyük Birader” ideolojisi, bireyin kendi varlığını sorgulamasını engellemek için tasarlanmıştır; bu, Heidegger’in “das Man” (anonim topluluk) kavramına paraleldir. “Das Man”, bireyin kendi otantik varoluşunu terk ederek toplumsal normlara teslim olduğu bir durumdur. Okyanusya’da, Parti’nin dayattığı “çiftdüşün” ve “yeni dil” gibi mekanizmalar, Winston’ın kendi varlığını özgürce tanımlama yetisini kısıtlar.
Winston’ın isyanı, Parti’nin propaganda aygıtlarına (Telescreen, Düşünce Polisi) karşı bir başkaldırı olarak başlar. Günlük tutması, Julia ile yasak aşk ilişkisi ve O’Brien’a güvenmesi, rejimin dayattığı inotantik varoluşa karşı bir direniş gibi görünür. Ancak politik açıdan, bu isyanın sınırları rejimin mutlak kontrolü tarafından belirlenir. Winston’ın özgürlük arayışı, rejimin manipülasyonuyla (O’Brien’ın ihanetine uğraması) çöker ve Parti, onun bireysel ‘Dasein’ini ezerek onu “das Man”ın bir parçası haline getirir. Bu, totaliter rejimlerin bireyin otantik varoluş potansiyelini nasıl yok ettiğini gösterir: Winston, ‘fırlatılmışlık’ durumundan kaçamaz, çünkü rejim, onun varoluşsal bağlamını tamamen şekillendirir.
Endişe ve Otantik Varoluş Arayışı:
Heidegger’in ‘endişe’ (Angst) kavramı, ‘Dasein’’in kendi varoluşsal sonluluğu ve anlamsızlığıyla yüzleştiği varoluşsal bir durumdur. Endişe, bireyi “das Man”ın konforlu ama inotantik dünyasından kopararak kendi özgürlüğüne ve sorumluluğuna yöneltir. Winston’ın Parti’ye karşı duyduğu rahatsızlık, bu endişenin bir yansımasıdır. O, rejimin dayattığı gerçekliğin sahteliğini sezer: “Geçmişin mutlak kontrolü” ve “2+2=5” gibi absürtlükler, onun varoluşsal bir kriz yaşamasına neden olur. Günlüğüne yazdığı “Özgürlük, iki artı ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir” ifadesi, Winston’ın otantik bir ‘Dasein’ arayışını temsil eder. Bu, Heidegger’in ‘kendi-olma’ kavramına işaret eder; Winston, Parti’nin dayattığı inotantik varoluşu reddederek kendi hakikatini arar.Ancak felsefi açıdan, Winston’ın isyanı tam anlamıyla otantik bir varoluşa ulaşamaz.
Heidegger’e göre, otantik varoluş, Dasein’in “ölüme-doğru-olma” (Sein-zum-Tode) bilinciyle kendi özgürlüğünü ve sorumluluğunu üstlenmesiyle mümkündür. Winston, rejime karşı direnişinde özgürlüğünü arasa da, bu arayış bireysel bir farkındalıktan çok duygusal bir tepkiye dayanır. Julia ile ilişkisi, bir an için otantik bir bağ kurmasını sağlasa da, bu bağ, rejimin ideolojik baskısı karşısında kırılgandır. Sonunda, 101 Numaralı Oda’da korkularıyla (fareler) yüzleştiğinde, Winston’ın ‘endişe’ hali, özgürlüğe değil, teslimiyete dönüşür. “Büyük Birader’i seviyorum” ifadesi, onun otantik varoluş arayışının yenilgisini ve inotantik bir varoluşa geri dönüşünü simgeler.
Endişenin Yıkıcı Etkisi ve İnotantikliğe Sürüklenme
Winston’ın varoluşsal yolculuğu, ‘endişe’nin hem yaratıcı hem de yıkıcı gücünü yansıtır. Heidegger’in ‘endişe’ kavramı, bireyi kendi varoluşsal yalnızlığıyla yüzleştirirken, aynı zamanda özgürleşme potansiyeli taşır. Winston’ın yalnızlığı, Parti’nin kolektif ideolojisi karşısında yoğunlaşır; o, hem fiziksel hem de zihinsel olarak izole edilmiştir. Günlük yazma eylemi, bu yalnızlığın bir ifadesidir ve psikolojik olarak kendi ‘Dasein’ini anlamlandırma çabasıdır. Ancak rejimin baskısı, Winston’ın psikolojik direncini kırar. 101 Numaralı Oda’da yaşadığı travma, onun ‘endişe halini otantik bir farkındalığa dönüştürmek yerine, korku ve çaresizlikle inotantik bir teslimiyete sürükler.Winston’ın Julia’ya ihanet etmesi (“Bunu bana yapma, Julia’ya yap!”), psikolojik olarak ‘Dasein’in kendi varoluşsal sınırlarıyla yüzleşememesinin bir göstergesidir. Heidegger’e göre, otantik Dasein, kendi sonluluğunu ve özgürlüğünü kabul ederken, Winston bu noktada çöker. Parti’nin zihinsel manipülasyonu, Winston’ın kendi varlığını tanımlama yetisini yok eder ve onu “das Man”ın bir uzantısı haline getirir. Bu, psikolojik olarak bireyin totaliter bir sistem altında nasıl kimliksizleştiğini ve inotantik bir varoluşa sürüklendiğini gösterir. Otantik mi, İnotantik mi?Winston’ın rejime karşı isyanı, başlangıçta otantik bir ‘Dasein’ arayışı gibi görünse de, totaliter rejimin mutlak kontrolü altında bu arayış başarısız olur. Rejim onun ‘fırlatılmışlık’ durumunu manipüle eder; endişe hali otantik bir varoluşa değil, teslimiyete yol açar; Winston’ın içsel direnci kırılır ve inotantik bir varoluşa sürüklenir. Heidegger’in perspektifinden bakıldığında, Winston’ın trajedisi, ‘Dasein’in otantik potansiyelinin, totaliter bir sistemin ezici gücü karşısında nasıl bastırıldığının bir örneğidir. Onun isyanı, bir an için otantik bir özgürlük arayışını yansıtsa da, rejimin ideolojik ve psikolojik baskısı, bu arayışı inotantik bir teslimiyetle sonuçlandırır.