Bulantı’da Varoluşsal Yalnızlık Teması ve Günümüz İnsanı: Felsefi, Psikolojik ve Sosyolojik Bir Değerlendirme
1. Varoluşsal Yalnızlık ve Sartre’ın Ontolojisi
Sartre’ın ontolojik felsefesi, insanı “özünden önce var olan” bir varlık olarak tanımlar. Bu, insanın doğasında hazır bir anlam taşımadığı, tüm anlamları kendi eylemleriyle yaratmak zorunda olduğu anlamına gelir. Bu mutlak özgürlük, aynı zamanda mutlak bir yalnızlığı da beraberinde getirir. Tanrı’nın yokluğu ve aşkın bir anlamın reddi, bireyi kendi kaderinin yegâne mimarı haline getirirken, aynı zamanda onu evrenin mutlak sessizliğiyle baş başa bırakır.Roquentin’in deneyimi bu anlamda, çevresiyle, nesnelerle ve diğer insanlarla bağ kuramayan, onların anlamsızlığını fark eden bireyin yalnızlık deneyimidir. Nesnelerin özlerinden sıyrılması ve saf varlık olarak belirmesi, kahramanda bir “bulantı” hissi yaratır. Bu bulantı, aslında bireyin kendi varlığının çıplak gerçekliğiyle yüzleşmesidir.
2. Psikolojik Açıdan Yalnızlık: Kimlik, Anlam ve KrizPsikolojik olarak ele alındığında, varoluşsal yalnızlık, bireyin anlam krizine girmesiyle paralel ilerler. Viktor Frankl, insanın temel motivasyonunun yaşamda anlam bulmak olduğunu ileri sürerken, bu anlamın yitimiyle bireyin boşluk, anlamsızlık ve yalnızlık deneyimlerine sürüklendiğini savunur. Bulantı’da Roquentin, geçmişin güvencesinden, alışkanlıkların konforundan ve ilişkilerin bağlayıcılığından uzaklaşarak, tamamen “şimdi”de ve “yalnız” kalır.Freud’un psikanalitik kuramında bu durum, egonun süperego ve id arasında sıkışarak benlik bütünlüğünü yitirmesiyle açıklanabilir. Roquentin’in yaşadığı yalnızlık, bir psikopatoloji değil, bireyin benliğini parçalayarak yeniden kurma sürecidir. Bu bağlamda, Sartre’ın ontolojik yalnızlığı ile modern psikolojinin anlam boşluğu arasında doğrudan bir ilişki kurulabilir.
3. Günümüz Yalnızlığı: Sosyolojik ve Dijital YansımalarGünümüzde yalnızlık, bireysel bir duygu olmaktan çok, yapısal bir gerçeklik haline gelmiştir. Teknolojik gelişmeler, dijital bağlantılar ve tüketim toplumu bireyler arasında görünürde bağlar kurarken, derinlikli ilişkileri zayıflatmaktadır. Zygmunt Bauman’ın “akışkan modernlik” kavramı çerçevesinde değerlendirildiğinde, birey sabit kimliklerden uzaklaşmakta, geçici ilişkiler içinde kendini yeniden tanımlamaya çalışmaktadır.Roquentin’in dünyayı anlamsız ve yüzeysel bulması, günümüz dijital bireyinin, sosyal medyada onay arayışıyla yüzeysel bağlar kurmasına benzer. Bugünün bireyi, Sartre’ın özgür özne anlayışından uzaklaşarak, “seyirciye oynayan” bir karaktere dönüşmektedir. Bu da onu daha derin, kimliksel bir yalnızlığa iter.
4. Sonuç: Yalnızlığın Anlamı ve Dönüştürücü Gücü
Bulantı’daki varoluşsal yalnızlık, bir çöküş değil, özgürleşmenin ön koşuludur. Sartre, anlamı dışsal yapılarla değil, bireysel eylemle kurmayı önerir. Bu çerçevede, yalnızlık, bir imkânsızlık değil, bir yaratım alanı olarak görülmelidir. Günümüz insanının yalnızlığı da, benzer şekilde, yapısal nedenlerle ortaya çıksa da, bireyin kendi anlamını ve varoluş biçimini yeniden inşa etme fırsatını barındırır.