“Tutunamayanlar”- “Buzul Çağının Virüsü” İçin Karşılaştırmalı Bir İnceleme -1 Modern İnsanın Laneti: Donmuşluk, Tutunamama ve Anlamsızlığın Kutsal Boşluğu

Modern İnsanın Ortak Laneti: Yabancılaşma ve Varoluşsal Kriz

Buzul Çağının Virüsü ve Tutunamayanlar, modern insanın ortak “lanetini” farklı biçimlerde ele alır: bireyin kendi varoluşunu anlamlandırma çabası ile toplumun dayattığı anlamlar arasındaki çatışma. Bener’in eserinde bu lanet, bireyin içsel donmuşluğu olarak tezahür eder; karakterler, duygusal ve zihinsel bir buzul çağında sıkışmış gibi hareketsizdir, kendi bilinçleriyle yüzleşmekten kaçınır. Bu donmuşluk, modernitenin bireyi mekanik bir düzene hapseden, duyguları ve anlamı soğuran yapısına bir tepki gibidir. Öte yandan, Atay’ın Tutunamayanlar’ında bu lanet, “tutunamama” haliyle somutlaşır. Selim Işık ve Turgut Özben, toplumun normlarına uyum sağlayamayan, kendi bilinçlerinin karmaşasında kaybolan bireylerdir. Bu tutunamama, yalnızca bireysel bir yenilgi değil, aynı zamanda toplumun sahte anlamlarına karşı bir başkaldırıdır.

Her iki eserdeki lanet, bireyin kendi bilincine hapsolması ile topluma karşı bir isyan arasında bir gerilim yaratır. Bener’in karakterleri, bilincin derinliklerinde donup kalarak sessiz bir içe kapanış sergilerken, Atay’ın karakterleri bilinçlerini oyunbaz bir şekilde dışa vurarak toplumun sahteliğini ifşa eder. Bu lanet, modern insanın hem kendine hem de topluma yabancılaşmasının bir yansımasıdır. Sartre’ın varoluşsal felsefesindeki “bulantı” kavramı, her iki eserdeki bu gerilimi anlamak için bir anahtar sunar: birey, özgürlüğünün farkına vardığında, bu özgürlüğün getirdiği anlamsızlıkla yüzleşmek zorundadır. Bu bağlamda, Bener ve Atay’ın eserleri, modern insanın bu laneti hem bireysel hem de toplumsal düzeyde nasıl deneyimlediğini gösterir.

Anlatım Biçimleri: Sessiz Çığlık mı, Oyunbaz Maske mi?

Bener’in minimalist ve kesik kesik anlatımı, Buzul Çağının Virüsü’nde adeta bir “sessiz çığlık”tır. Kısa, kopuk cümleler ve boşluklarla dolu metin, karakterlerin içsel donmuşluğunu ve iletişimsizliklerini yansıtır. Bu üslup, modern insanın kaotik gerçekliğini doğrudan değil, dolaylı bir şekilde, sessizliğin ve eksikliğin gücüyle ifade eder. Bener’in anlatımı, adeta bir buz kütlesinin altında sıkışmış bir fısıltı gibidir; okuyucuyu, söylenmeyeni anlamaya zorlar. Bu, modernist edebiyatın “az çoktur” ilkesine uygun bir yaklaşımdır ve bireyin iç dünyasındaki çöküşü estetik bir yalınlıkla sunar.

Buna karşılık, Atay’ın Tutunamayanlar’daki oyunbaz ve çokkatmanlı dili, kaotik gerçekliği bir maskeler geçidiyle sunar. Atay, ironiden absürde, parodiden derin felsefi sorgulamalara uzanan bir dil kullanır. Selim Işık’ın iç monologları, mektuplar, şiirler ve anlatı içi anlatılar, modern insanın bilincindeki karmaşayı ve toplumla olan çatışmasını çok boyutlu bir şekilde yansıtır. Atay’ın dili, Bener’in sessiz çığlığına karşı bir “gürültülü isyan” gibidir; ancak her iki yazar da aynı kaotik gerçekliği, yani modern insanın anlamsızlık karşısındaki çaresizliğini ele alır. Bener’in minimalizmi, bu kaosu susturarak, Atay’ın çokkatmanlılığı ise onu çoğaltarak ifade eder. Bu farklı üsluplar, aynı varoluşsal krize farklı aynalar tutar.

Anlamsızlık: Nihilist İsyan mı, Kutsal Boşluk mu?

Her iki eserdeki karakterler, modern dünyanın anlamsızlığı karşısında farklı tepkiler sergiler. Bener’in karakterleri, bu anlamsızlığı bir tür içsel donmuşlukla karşılar; hareketsizlikleri, nihilist bir teslimiyet gibi okunabilir. Ancak bu teslimiyet, pasif bir kabullenişten çok, anlamsızlığın ağırlığı altında ezilen bir bilincin sessiz isyanıdır. Bener’in minimalist anlatımı, bu isyanı açıkça haykırmaz; aksine, boşluklar ve suskunluklar aracılığıyla anlamsızlığın kendisini bir estetik forma dönüştürür. Bu, modern edebiyatın “kutsal boşluk” arayışına işaret eder: anlamsızlık, bir lanet olmaktan çıkar ve varoluşun özünü sorgulayan bir alana dönüşür.

Atay’ın Tutunamayanlar’ındaki karakterler ise anlamsızlığa karşı daha açık bir isyan sergiler. Selim Işık’ın intiharı, toplumun dayattığı sahte anlamlara karşı nihai bir reddiyedir; ancak bu reddiye, aynı zamanda bireyin kendi bilincindeki kaosu kucaklama çabasıdır. Atay’ın oyunbaz dili, anlamsızlığı alaya alarak onu bir tür “kutsal boşluk” haline getirir. Bu, Camus’nün absürd felsefesindeki isyan kavramıyla örtüşür: insan, anlamsızlığın farkına vardığında, bu anlamsızlığı kabul ederek ona karşı bir duruş geliştirmelidir. Atay’ın karakterleri, bu duruşu ironik bir şekilde sergilerken, Bener’in karakterleri anlamsızlığı sessizce içselleştirir.

Modern İnsanın Trajedisi ve Edebiyatın Kurtarıcı Boşluğu

Buzul Çağının Virüsü ve Tutunamayanlar, modern insanın lanetini –yabancılaşma, anlamsızlık ve yalnızlık– farklı estetik yollarla ifşa eder. Bener’in sessiz çığlığı ve Atay’ın oyunbaz maskeleri, aynı kaotik gerçekliği farklı biçimlerde sunar. Her iki eserdeki karakterler, anlamsızlık karşısında nihilist bir isyan ile kutsal bir boşluk arayışı arasında salınır. Bu lanet, bireyin kendi bilincine hapsolması ile topluma karşı bir başkaldırı arasında bir gerilim yaratır; ancak her iki yazar da bu gerilimi, modern edebiyatın estetik ve felsefi bir sorgulamasına dönüştürür. Modern insanın trajedisi, bu eserlerde bir lanet olmaktan çıkar ve edebiyatın kutsal boşluğunda bir anlam arayışına dönüşür.