Sosyal Medyanın Psişik ve Politik Sahnesi: Différance, Kimlik ve Algoritmik Özne

Sosyal medya, bireylerin kimlik arayışını ve toplumsal dinamiklerini yeniden şekillendiren bir ayna, bir tiyatro, bir kürasyon alanıdır. Bu alan, bireyin özne oluşumunu, bilinçdışını ve kolektif bilinçle ilişkisini karmaşık bir psişik ve politik gerilim ağına sokar. Jacques Derrida’nın différance kavramı —anlamın sürekli ertelenmesi, farklılık ve erteleme oyunu— bu süreçte hem bireysel hem de toplumsal düzlemde belirleyici bir rol oynar. Sosyal medyanın birey üzerindeki etkileri, psişik gerilimlerden algoritmik manipülasyona, trend olma arzusundan toplumsal narsisizme kadar uzanan bir yelpazede, felsefi, etik, metaforik ve hatta mitolojik bir okuma gerektirir. Bu metin, sosyal medyanın birey ve toplum üzerindeki etkilerini, différance ekseninde, provokatif bir dille ele alır.


Bireysel Kimlik ve Psişik Gerilim

Sosyal medyada birey, sürekli “farklı” olma çabasıyla bir kimlik performansı sergiler. Bu performans, bir özgünlük arayışı gibi görünse de, aslında différance’ın ikircikli doğasıyla doludur: Birey, kendini tanımlamak için diğerlerinden farklılaşmaya çalışırken, anlam sürekli ertelenir, sabit bir özne konumu mümkün olmaz. Bu süreç, bireyde psişik bir gerilim yaratır; çünkü sosyal medya, özgünlüğü ödüllendiriyor gibi görünse de, aslında kullanıcıyı algoritmik olarak belirlenmiş bir kürasyon döngüsüne hapseder. Her “farklı” paylaşım, beğeni ve yorum beklentisiyle standartlaşır, birey bir özgürlük yanılsamasına kapılır. Bu, mitolojik bir Sisyphos cehennemidir: Birey, kayayı tepeye çıkarmaya çalışır, ancak kaya her seferinde yuvarlanır. Özgünlük arayışı, bireyin özne oluşumunu parçalar; çünkü différance, sabit bir kimlik yerine sürekli bir kayma, bir eksiklik hissi üretir. Politik olarak bu, bireyi tüketim toplumunun bir dişlisi haline getirir; etik olarak ise, bireyin kendi otantikliğini sorgulamasına yol açar, bir ahlaki ikilem yaratır: Özgünlük mümkün müdür, yoksa hep bir kopyanın kopyası mıyız?


Algoritmaların Bilinçdışı: Manipülasyon ve Différance

Algoritmalar, sosyal medyanın görünmez tanrılarıdır; kişiselleştirilmiş içerik önerileriyle kullanıcıların bilinçdışını şekillendirirler. Bu süreç, différance’ın psişik etkileriyle kesişir: Algoritmalar, bireyin arzularını, korkularını ve eğilimlerini veri noktalarına indirger, ancak bu noktalar asla tam bir anlam üretmez, sürekli bir erteleme döngüsü yaratır. Kullanıcı, kendisine sunulan içeriğin “özel” olduğunu düşünür, oysa bu içerik, bireyin bilinçdışını manipüle etmek için tasarlanmış bir aynadır. Bu ayna, Freud’un das Unheimliche (tekinsiz) kavramını anımsatır: Tanıdık ama aynı zamanda yabancı bir yansıma. Algoritmalar, bireyin arzularını öngörerek ve yönlendirerek, bilinçdışını bir kukla tiyatrosuna çevirir. Politik psikoloji bağlamında, bu manipülasyon distopik bir kontrol mekanizmasıdır: Birey, özgürce seçtiğini sanırken, aslında algoritmik bir senaryonun aktörüdür. Metaforik olarak, bu bir rüya fabrikasıdır; kullanıcı, kendi arzularını sandığı bir uyku halinde, algoritmaların yazdığı bir mitolojiye hapsolur. Etik bir soru ortaya çıkar: Algoritmaların bilinçdışını şekillendirme gücü, bireyin özerkliğine ne ölçüde gölge düşürür?


Trend Olma Arzusu: Toplumsal Narsisizm ve Kolektif Bilinç

Sosyal medyada “trend olma” arzusu, bireyin kolektif bilinçle ilişkisini yeniden tanımlar. Bu arzu, bireyi bir toplulukla birleştiriyor gibi görünse de, différance bağlamında bir tür toplumsal narsisizmi besler. Trend, bir anlam merkezi gibi sunulur, ancak bu merkez sürekli kayar; bir trend biter, diğeri başlar. Birey, beğeni, paylaşım ve görünürlük peşinde koşarken, kendi imgesini kolektif bir aynada arar. Bu, mitolojik Narcissus’un göle yansıyan görüntüsüne bakması gibidir: Birey, kendini severken aslında bir yanılsamaya âşık olur. Politik olarak, bu arzu, bireyi kolektif bilincin bir kölesi haline getirir; çünkü trendler, algoritmalar ve toplumsal dinamikler tarafından yönlendirilir. Felsefi olarak, bu bir varoluşsal krizdir: Birey, kendini toplulukta bulmaya çalışırken, kendi öznesini kaybeder. Alegorik olarak, sosyal medya bir tiyatro sahnesidir; birey, seyircilerin alkışları için rol yapar, ancak sahne sürekli değişir, oyuncu hep yeni bir maske takmak zorundadır. Bu süreç, ütopik bir bağlantı vaadiyle başlar, ancak distopik bir yalnızlığa sürükler. Toplumsal narsisizm, bireyin kolektif bilince katılımını bir özgürlük gibi sunar, ama aslında bir bağımlılık yaratır.


Différance’ın Psişik ve Politik Mirası

Sosyal medya, bireyin özne oluşumunu, bilinçdışını ve kolektif bilinçle ilişkisini différance’ın kaygan zemininde yeniden inşa eder. Farklı olma çabası, algoritmik manipülasyon ve trend olma arzusu, bireyi psişik bir gerilim, politik bir kontrol ve etik bir sorgulama sarmalına sokar. Bu sarmal, hem distopik bir hapishane hem de ütopik bir özgürlük yanılsamasıdır. Metaforik olarak, sosyal medya bir aynalar salonudur: Her yansıma, bireyi hem kendine hem de başkalarına yaklaştırır, ama aynı zamanda uzaklaştırır. Mitolojik olarak, bu bir Pandora kutusudur; açıldığında umut vaat eder, ancak kaos ve belirsizlik salıverir. Sosyal medyanın bu sahnesi, bireyi ve toplumu sürekli yeniden tanımlayan bir felsefi, ahlaki ve politik meydan okumadır. Birey, bu sahnede özgür müdür, yoksa yalnızca bir gölge oyununun figüranı mı? Bu soru, différance’ın bitmeyen dansında cevapsız kalır.