Göçmenlik ve Mültecilik: Kapitalist Sistemin Çatlakları

Küresel Eşitsizliğin Aynası

Göçmen ve mülteci hareketleri, kapitalist dünya sisteminin derin eşitsizliklerini bir ayna gibi yansıtır. Küresel kuzeyin refahı, güneyin yoksulluğuyla beslenirken, bu hareketler, zenginlik ve fırsatların adaletsiz dağılımını görünür kılar. İnsanlar, savaş, yoksulluk ya da çevresel felaketler nedeniyle evlerini terk ederken, bu göçler yalnızca bireysel trajediler değil, aynı zamanda sistemin yapısal kusurlarının birer göstergesidir. Kapitalizm, emek ve kaynakları sömürerek biriken serveti az sayıda merkezde toplarken, göçmenler bu birikimin bedelini ödeyenler olarak sınırlara yığılır. Bu hareketler, refahın bir avuç ülkede yoğunlaşmasının, diğerlerini nasıl çoraklaştırdığını ifşa eder.

İdeolojik Çatışmaların Kaynağı

Göçmenlik, ideolojik fay hatlarını keskinleştirir. Bir yanda, evrensel insan hakları ve dayanışma vurgusuyla hareket eden hümanist söylemler yer alır; diğer yanda, ulusal egemenlik ve “öteki” korkusuyla şekillenen milliyetçi tepkiler. Kapitalizmin eşitsizlikleri, bu çatışmayı körükler: Zengin ülkeler, kendi refahlarını koruma içgüdüsüyle sınırlarını tahkim ederken, göçmenler “tehdit” ya da “mağdur” olarak etiketlenir. Bu etiketler, ideolojik kamplaşmaları derinleştirir; kimi için göçmen, sistemin kurbanıdır, kimi için ise ulusal kimliğin gölgesinde bir davetsiz misafir. Her iki söylem de, kapitalist düzenin eşitsizliklerini sorgulamaktan çok, kendi ahlaki üstünlüklerini savunur.

İnsanlığın Yitip Giden Hafızası

Göçmen ve mülteci hareketleri, tarihsel bir yaranın izlerini taşır. Kolonyalizmden modern sömürü düzenine, insanlık, kaynakların talanı ve sınırların çizilmesiyle şekillendi. Göçmen, bu tarihin canlı bir hatırlatıcısıdır; geçmişi bugüne taşıyan, unutulmuş acıları yeniden görünür kılan bir figür. Ancak bu hatırlatma, çoğu zaman reddedilir. Kapitalist sistem, kendi tarihsel suçlarını örtbas etmek için göçmenleri suçlu ya da kurban olarak çerçeveler. Bu çerçeve, sistemin sürekliliğini sağlarken, göçmenin insanlığını silikleştirir, onu bir istatistiğe indirger.

Varoluşun Sınırlarında Bir Çığlık

Göçmenlik, insan varoluşunun kırılganlığını ve direncini aynı anda açığa vurur. Evini terk eden birey, hayatta kalma mücadelesinde hem umudu hem de çaresizliği taşır. Bu çığlık, kapitalist düzenin sınırlarında yankılanır: Sınırlar, yalnızca coğrafi değil, aynı zamanda ahlaki ve felsefi birer engeldir. Göçmen, bu sınırları zorlayarak, insanlığın ortak kaderini sorgular. Neden bazıları özgürce dolaşırken, diğerleri dikenli tellere takılır? Bu soru, kapitalizmin ahlaki çelişkilerini gün yüzüne çıkarır ve bireylerin sistem içindeki yerini yeniden düşünmeye zorlar.

Geleceğin Belirsiz Yüzü

Göçmen hareketleri, kapitalist sistemin sürdürülemezliğini de işaret eder. İklim krizi, savaşlar ve ekonomik çöküşler, milyonları yerinden ederken, bu akınlar, sistemin kendi yarattığı kaosun bir yansımasıdır. Göçmenler, sadece bugünün değil, yarının da habercisidir; distopik bir dünyada, insanlığın hayatta kalma mücadelesinin öncüleri. Ancak bu mücadele, aynı zamanda bir umut taşır: Farklı kültürlerin, hikayelerin ve direnişlerin bir araya gelmesi, yeni bir dayanışma biçimini mümkün kılabilir. Soru şu: Sistem, bu dayanışmayı bastıracak mı, yoksa göçmenlerin taşıdığı bu tohumlar, daha adil bir dünyanın filizlenmesine mi yol açacak?