The Crucible (1996) filmi ve toplumsal paranoyanın, kolektif projeksiyonun ve günah keçisi yaratmanın psiko-politik anatomisi

Arthur Miller’ın The Crucible (1996) filmi — ki kökleri 1953 tarihli oyununa dayanır — yalnızca Salem cadı mahkemelerini değil, toplumsal paranoyanın, kolektif projeksiyonun ve günah keçisi yaratmanın psiko-politik anatomisini sunar. Şimdi bu yapı üzerinden günümüz dünyasına bakalım:

🎥 Kısa Hatırlatma: 

The Crucible ’da Ne Olur?

1692’de Salem kasabasında bazı genç kızlar “cadı olmakla” suçlanır.

Başta korku ve suçlulukla başlayan süreç, kısa sürede histerik bir toplumsal linç dalgasına dönüşür.

Film boyunca insanların kişisel arzuları (kıskançlık, cinsellik, iktidar arzusu), “cadı avı” bahanesiyle meşrulaştırılır.

Aslında yargılanan kişiler değil, toplumun bastırdığı karanlık duygulardır.

🔥 GÜNÜMÜZDEN ÖRNEKLERLE KARŞILAŞTIRMA

🧕🏻 1.  İran’da Kadınlar ve ‘Ahlaki Düşman’

Olay:

Mahsa Amini’nin 2022’de ahlak polisince öldürülmesi, kadınların “başörtüsüzlük” gerekçesiyle cadılaştırıldığını tüm dünyaya gösterdi.

Psikodinamik Bakış:

Toplumun bastırdığı cinsellik, özgürlük arzusu ve dişil öfke, “kadın bedeni” üzerinden kontrol edilmeye çalışılıyor.

Tıpkı The Crucible’da genç kadınların “şeytani” sayılması gibi.

Kadın figürü → arzuların taşıyıcısı → kontrol edilmesi gereken kaos → düşman.

👩‍💻 2.  Sosyal Medyada Linç Kültürü ve ‘Günümüz Cadıları’

Olay:

Bir tweet, bir video, bir söz… ve ardından gelen dijital infazlar. Sosyal medyada insanlar bir anda “cadı”ya dönüşebiliyor.

Psikodinamik Bakış:

Bu, kolektif projeksiyonun en güncel biçimi.

İçimizdeki öfkeyi, yetersizliği, kontrolsüzlüğü bir figüre yöneltiyoruz.

Ve onu “temsil ettiği değerler” üzerinden değil, bizde uyandırdığı rahatsızlık üzerinden hedef alıyoruz.

Tıpkı Abigail’in Elizabeth Proctor’a yaptığı gibi: “Seni suçlamıyorum çünkü suçlusun, seni suçluyorum çünkü sen benim içimi hatırlatıyorsun.”

🚸 3.  Trans Bireyler Üzerinden Yaratılan ‘Ahlaki Panik’

Olay:

Birçok ülkede özellikle trans bireyler “çocuklara zarar verir”, “toplumsal düzeni tehdit eder” gibi gerekçelerle hedef alınıyor.

Psikodinamik Bakış:

Cinsiyetin akışkan doğası, toplumun “düzenli” cinsiyet normlarına karşı bir tehdit gibi kodlanıyor.

Bireylerin kendi içindeki cinsiyet karmaşası ya da bastırılmış arzuları, bu gruba yöneltilen düşmanlıkta açığa çıkıyor.

Jungiyen anlamda bu, anima/animus’un reddi ve içsel bütünleşmeye karşı dirençtir.

💣 4. Mülteciler ve “İçimizdeki Tehdit” Algısı

Olay:

Dünyanın birçok yerinde mülteciler, ekonomik krizlerin, artan suç oranlarının ve “kültürel yozlaşmanın” günah keçisi hâline getiriliyor.

Psikodinamik Bakış:

Burada da bir projeksiyon mekanizması var:

Kendi yetersizliklerimiz, korkularımız, yıkılmış gelecek umutlarımız bu “öteki”ye yükleniyor.

Dışarıdan gelen değil, içimizde çözülemeyenler bizi tehdit ediyor.

🧠 DERİN YAPI: Jungiyen ve Psikanalitik Perspektiften

  • Projeksiyon:
    Bastırılmış öfke, suçluluk, cinsellik ya da kontrolsüzlük başka bir figüre atfedilir.
  • Günah Keçisi:
    Rene Girard’a göre toplumlar kendi içsel çatışmalarını çözmek için bir günah keçisi seçer.
    Düşmanlaştırma bu yüzden yalnızca politik değil, ritüelistik bir olaydır.
  • Toplumsal Kompleks:
    Jung’un “kolektif kompleks” kavramı burada devreye girer:
    Toplumun tarihsel ve kültürel bastırmaları, belirli dönemlerde düşman imgeleriyle patlak verir.

🎭 SONUÇ:

Tıpkı The Crucible’da olduğu gibi, bugün de düşmanlık çoğu zaman adalet için değil, ruhsal rahatlama için yapılır.

Modern “cadılar” bazen bir kadındır, bazen bir mülteci, bazen bir tweet sahibidir.

Ama özde hep aynıdır:

“Bize kendimizi kötü hissettiren her şeyi, bir başkasında görüp cezalandırmak isteriz.”