Kadim Mirasın Direnci ve Etik Labirentleri
Mezopotamya’nın kadim halklarının, Yezidilerden Asurlara, Süryanilerden Babil’e uzanan kültürel ve ahlaki mirası, insanlığın etik sorgulamalarının hem kökenini hem de sınırlarını aydınlatır. Bu halkların asırlık dirençleri, zulmün gölgesinde şekillenen ahlaki çerçeveler, modern dünyanın etik sistemleriyle karşılaştığında, insan değerlerinin kırılganlığına ve direncine dair derin bir anlatı sunar. nacak; her biri, insanlığın kendi varoluşsal sorularıyla yüzleştiği bir aynaya dönüşecek.
Yezidi Direncinin Etik Manifestosu
Yezidilerin, yüzyıllar boyu süren katliamlar, sürgünler ve asimilasyon çabalarına rağmen dini pratiklerini sürdürmesi, yalnızca kültürel bir hayatta kalma öyküsü değil, aynı zamanda etik bir başkaldırıdır. Bu direnç, hegemonik güçlerin dayattığı homojenleştirici şiddete karşı, insan ruhunun kimlik ve inançla örülü bir meydan okumasıdır. Yezidi mitolojisindeki Tavus Melek, kozmik bir sembol olarak, ne saf iyiliği ne de mutlak kötülüğü temsil eder; bu ikilik, modern etik sistemlerin indirgemeci ahlak anlayışına karşı bir eleştiri sunar. Yezidiler, dış dünyadan gelen baskıya karşı, kendi kozmolojilerini bir kalkan gibi kullanarak, etik bir duruş sergiler: Kimlik, zorbalığın karşısında bir özgürlük kalesidir. Ancak bu direnç, aynı zamanda bir paradoks barındırır; kültürel koruma, dışlayıcı pratiklere dönüştüğünde, evrensel insan haklarıyla çelişebilir mi?
Kadim Kozmolojilerin Modern Ahlakla Dansı
Yezidi, Süryani ve Asur kozmolojileri, evrenin kaotik doğasına anlam katan ahlaki çerçeveler sunar. Bu kadim sistemler, modern etik paradigmaların utilitarist veya deontolojik yaklaşımlarından farklı olarak, varoluşsal bir bütünlük arayışına dayanır. Örneğin, Yezidilerin dualist evren tasavvuru, iyilik ve kötülüğün birbirine dolanmışlığını kabul eder; bu, modern seküler ahlakın net kategorilerine meydan okur. Süryani teolojisi ise, eskatolojik umutlarıyla, acı çeken bir halkın ruhsal direncini yansıtır. Bu kadim ahlak sistemleri, modern dünyanın bireyci ve rasyonalist etik anlayışına karşı, topluluk ve metafizikle yoğrulmuş bir alternatif sunar. Varoluşsal tehditler karşısında, bu çerçeveler bize, insanın anlam arayışının, bireysel çıkarların ötesinde, kolektif bir bağla güçlendiğini öğretir. Ancak bu bağ, modern bireysellik karşısında ne kadar sürdürülebilir?
Asur Krallığının Pragmatik Gölgesi
Asurların ilahi krallık ve militarizm vurgusu, Mezopotamya’nın kaotik jeopolitiğinde bir düzen arayışı mıydı, yoksa despotizmin erken bir biçimi mi? Asur kralları, tanrısal otoritelerini, savaş ve fetihle pekiştirirken, kaosa karşı bir istikrar projesi inşa ettiler. Ancak bu proje, insan hayatının araçsallaştırıldığı bir makineye dönüştü. Asur sanatındaki zafer kabartmaları, güç ve korkunun estetize edilmiş bir anlatısıdır; bu, modern otoriter rejimlerin propaganda sanatıyla ürkütücü bir paralellik taşır. Asurların militarist etiği, pragmatik bir yanıt olarak okunabilir: Hayatta kalmak için güç, kaosun tek panzehiridir. Yine de, bu düzenin bedeli, bireysel özgürlüklerin ve etik özerkliğin feda edilmesiydi. Asur mirası, gücün etik sınırlarını sorgulamaya zorlar: Kaosla mücadele, tiranlığı meşrulaştırır mı?
Süryani Teolojisinin Ütopya ile Çatışması
Süryani Hristiyan teolojisi, eskatolojik bir kurtuluş vizyonuyla, tarihsel zulmün distopik gerçekliklerine karşı bir umut sahnesi kurar. Bu teoloji, Tanrı’nın krallığı vaadiyle, dünyevi acıların geçiciliğine işaret eder. Ancak bu ütopik vizyon, Süryanilerin maruz kaldığı sürgünler, katliamlar ve kültürel erozyonla tezat oluşturur. Süryani kiliselerinin ikonografisi, bu çelişkileri sanatsal bir dille yansıtır: Haç, hem acının hem de kurtuluşun sembolüdür. Bu tezat, modern seküler ütopyaların (örneğin, teknolojik ilerleme veya evrensel insan hakları) kırılganlığını hatırlatır. Süryani teolojisi, insanlığın umutla distopya arasında salınan varoluşsal durumunu açığa çıkarır: Kurtuluş vaadi, acı karşısında bir teselli mi, yoksa bir yanılsama mı?
Hammurabi’nin Adalet Dengesi
Hammurabi Kanunları’nın “göze göz” ilkesi, modern adalet sistemleriyle kıyaslandığında hem insancıl hem de acımasız bir çelişki barındırır. Bu ilke, cezada orantılılık ararken, bireysel suçun toplumsallığını vurgular; suç, yalnızca bireye değil, topluluğun düzenine karşı bir tehdittir. Modern adalet sistemlerinin rehabilitasyon odaklı yaklaşımları, bu ilkel mantığı aşmış gibi görünse de, cezalandırma arzusu insan psişesinin derinliklerinde hâlâ yankılanır. Hammurabi’nin yasaları, adaletin hem bir denge hem de bir şiddet aracı olduğunu gösterir. Bu, modern toplumların cezalandırma etiğini sorgulamaya iter: Adalet, intikamın kibar bir maskesi midir?
Asur Tüccarlarının Kapitalist Fısıltıları
Kültepe tabletleri, Asur tüccarlarının ekonomik yazışmalarını belgeleyerek, erken bir kapitalist etiğin izlerini taşır. Bu tabletler, kâr arayışının, güven ve ahlaki sorumlulukla dengelenmeye çalıştığını gösterir; tüccarlar, borç ve ödeme düzenlemelerinde, bir tür proto-etik sözleşme geliştirirler. Bu, modern kapitalizmin bireyci ve çoğu zaman etik dışı kâr hırsıyla tezat oluşturur. Asur tüccarları, ekonomik ilişkileri bir topluluk ahlakıyla bağlarken, kapitalizmin erken bir eleştirisini mi sunuyorlardı? Bu tabletler, kârın insan ilişkilerini gölgelemediği bir ekonomik etiğin mümkün olduğunu ima eder. Ancak bu etik, modern dünyanın hiper-bireyci piyasalarında ne kadar yankı bulabilir?
Yezidi Dış Evlilik Yasağının Etiği
Yezidilerin dış evlilik yasağı, kültürel bir savunma mekanizması olarak mı okunmalı, yoksa insan haklarına aykırı bir dışlama pratiği mi? Bu yasak, Yezidi kimliğini koruma çabasının bir yansımasıdır; asimilasyonun yıkıcı gücüne karşı, topluluğun varoluşsal bir kalkanıdır. Ancak bu kalkan, bireysel özgürlükleri kısıtlayarak, evrensel etik ilkelerle çatışır. Yezidi mitolojisi, bu yasağı kozmik bir düzenin parçası olarak meşrulaştırırken, modern insan hakları söylemi, bireyin özerkliğini merkeze alır. Bu gerilim, kimlik ve özgürlük arasındaki evrensel bir ikilemi açığa çıkarır: Toplumsal hayatta kalma, bireysel hakların feda edilmesini meşru kılabilir mi?
Bu kadim miraslar, insanlığın etik sorularıyla yüzleştiği bir ayna gibidir. Yezidilerin direnci, Asurların pragmatizmi, Süryanilerin umudu ve Babil’in adaleti, modern dünyanın ahlaki labirentlerinde hâlâ yankılanır. Her biri, insan değerlerinin hem kırılganlığını hem de direncini hatırlatır; bu, ne bir zafer ne de bir yenilgi öyküsüdür, sadece insan olmanın karmaşık dansıdır.