Antik Yakın Doğu’da Hukuk ve Toplum: Hammurabi Kanunları ile Tevrat’ın Karşılaştırması
Lex Talionis: Ortak Köken mi, Bağımsız Gelişim mi?
Hammurabi Kanunları’nda (MÖ 18. yüzyıl) yer alan “göze göz, dişe diş” ilkesi, yani lex talionis, cezalandırmada karşılıklılık ilkesini temel alır. Bu ilke, suçun niteliğine uygun bir ceza verilmesini öngörerek toplumsal düzeni sağlamayı amaçlar. Tevrat’ta, özellikle Çıkış (21:23-25) ve Tesniye (19:21) kitaplarında, benzer bir ilke açıkça ifade edilir. Bu benzerlik, iki sistem arasında kavramsal bir süreklilik mi, yoksa bağımsız bir paralel gelişim mi sorusunu gündeme getirir. Mezopotamya ve İsrail toplumları, coğrafi ve kültürel yakınlık nedeniyle ortak hukuk geleneklerinden etkilenmiş olabilir. Ancak, lex talionis ilkesinin Mısır ve Hitit gibi diğer antik kültürlerde de görülmesi, bu ilkenin bağımsız bir şekilde, evrensel bir adalet anlayışı olarak ortaya çıkmış olabileceğini düşündürür. Hammurabi Kanunları’nın yazılı bir kodeks olarak erken dönemde sistemleşmesi, Tevrat’taki yasaların daha sonra yazılı hale gelmesiyle karşılaştırıldığında, Babil hukukunun Yahudi yasalarına dolaylı bir etkisi olabileceği ihtimalini güçlendirir. Yine de, Tevrat’taki ilkenin dini bir çerçeveye oturtulması, bu benzerliğin doğrudan bir aktarımdan ziyade ortak bir kültürel zeminden kaynaklandığını gösterir.
Toplumsal Hiyerarşi ve Eşitlik: Hukuki Yaklaşımların Karşıtlığı
Hammurabi Kanunları, Babil toplumunun hiyerarşik yapısını yansıtan cezai düzenlemelerle dikkat çeker. Örneğin, özgür bir vatandaş ile köle arasındaki suçlarda farklı cezalar öngörülür; bir asilin gözüne zarar veren asil aynı cezayı alırken, bir köleye zarar veren asilin maddi tazminat ödemesi yeterlidir (Madde 196-199). Bu, sınıfsal ayrımları koruyan bir hukuk sistemini ortaya koyar. Tevrat ise, özellikle toplumsal adalet vurgusuyla, daha eşitlikçi bir yaklaşım sergiler gibi görünür. Örneğin, Çıkış 21:26-27’de, bir efendinin kölesinin gözüne veya dişine zarar vermesi durumunda kölenin özgürlüğüne kavuşacağı belirtilir. Bu, kölelere yönelik bir koruma sağlasa da, Tevrat’taki yasalar da tamamen eşitlikçi değildir; yabancılar ve köleler, İsrailoğulları’na kıyasla farklı muamele görür. Hammurabi’nin hiyerarşik yapıyı koruma amacı, Tevrat’ın dini ve toplumsal dayanışmayı önceliklendiren yaklaşımıyla kuramsal bir karşıtlık oluşturur. Ancak, her iki sistem de cezalandırmada orantılılık ilkesini benimseyerek bir tür tamamlayıcılık sunar: Hammurabi maddi ve sınıfsal düzeni, Tevrat ise dini bir toplumu hedefler.
Babil Sürgünü: Yasaların Yeniden Yorumlanması
Babil Sürgünü (MÖ 6. yüzyıl), Yahudilerin Hammurabi Kanunları’nın uygulandığı bir toplumda yaşamalarını sağlamış ve bu etkileşim, Tevrat’taki yasaların yeniden yorumlanmasında önemli bir rol oynamış olabilir. Sürgün döneminde Yahudi bilginler, Babil’in gelişmiş hukuk sistemine tanık olmuş ve bu, Tevrat’taki yasaların sistemleştirilmesinde etkili olmuş olabilir. Örneğin, Tesniye’deki yasaların daha ayrıntılı ve yapılandırılmış hale gelmesi, Babil hukukunun yazılı ve sistematik doğasından ilham almış olabilir. Ancak, Tevrat’taki yasalar, Tanrı’nın vahiy yoluyla verdiği bir hukuk olarak sunulduğundan, Hammurabi Kanunları’nın doğrudan bir kopyası olmaktan ziyade, Yahudi kimliğini koruma çabasıyla yeniden şekillendirilmiştir. Sürgün, Yahudilerin kendi hukuklarını Babil sistemiyle karşılaştırma ve dini kimliklerini güçlendirme fırsatı buldukları bir dönem olmuştur. Bu, Tevrat yasalarının hem Babil hukukundan etkilenip hem de ona karşı bir alternatif olarak geliştirildiği bir dönüşümü işaret eder.
Bu karşılaştırma, antik Yakın Doğu’da hukukun toplumsal ve dini bağlamda nasıl farklı işlevler üstlendiğini gösterir. Hammurabi Kanunları ve Tevrat, ortak ilkeler paylaşsa da, her biri kendi toplumunun ihtiyaçlarına göre şekillenmiş ve farklı öncelikleri yansıtmıştır.