Kültürel Direnç, Dayanışma ve Gazze: Yahudi ve Filistin Diasporalarının Karşılaştırılması
Kültürel Kimliğin Korunması: Babil Sürgünü ve Gazze
Babil Sürgünü (MÖ 587-538), Yahudi toplumunun vatanından koparılıp yabancı bir coğrafyada kimliğini sürdürme mücadelesinin tarihsel bir simgesi oldu. Tapınağın yıkılması ve sürgün, Yahudilerin dini pratiklerini ve kültürel anlatılarını yeniden yapılandırmasını gerektirdi. Yazılı Torah’ın derlenmesi, sinagogların ortaya çıkışı ve Şabat gibi ritüeller, kimliğin sürekliliğini sağlayan araçlar haline geldi. Bu süreç, toplumu bir arada tutan sembolik bir direnç olarak işlev gördü. Gazze’deki Filistinliler ise, İsrail’in ablukası ve savaş politikaları altında, kültürel direnişi şiir, müzik, tiyatro ve sözlü tarih aktarımı gibi pratiklerle sürdürüyor. Örneğin, Gazzeli gençlerin rap müzikle yaşadıkları acıyı ifade etmesi, Yahudilerin sürgündeki ilahileriyle benzer bir işlev görüyor: kolektif hafızayı canlı tutmak. Ancak, Gazze’nin fiziksel izolasyonu, Babil’dekine kıyasla daha yoğun bir distopik baskı yaratıyor; Yahudiler sürgünde kültürel özerklik kazanabilirken, Gazzeliler abluka altında bu özerkliği zorlukla inşa ediyor. Her iki toplumun direnci, kimliğin semboller ve anlatılar aracılığıyla yeniden üretimine dayanıyor, fakat Gazze’deki somut yıkım, bu çabayı daha acil ve kırılgan kılıyor.
Dayanışma Ağlarının Evrimi: Yahudi ve Filistin Diasporaları
Yahudi diasporası, tarih boyunca ekonomik, dini ve sosyal ağlar kurarak dayanışma sergiledi. Orta Çağ’da, İspanya’dan Osmanlı’ya göç eden Sefarad Yahudileri, dil (Ladino) ve ticaret ağlarıyla kimliklerini korudu. 19. yüzyılda ise Siyonizm, diasporayı siyasi bir hedef etrafında birleştirdi. Bu ağlar, hem fiziksel hem de manevi bir bağ kurarak Yahudi toplumunu küresel bir varlık haline getirdi. Filistin diasporası ise, 1948 Nakba’sından bu yana, mülteci kamplarından Avrupa’ya uzanan bir ağ oluşturdu. BDS (Boykot, Yatırımlardan Çekilme, Yaptırım) hareketi gibi küresel dayanışma girişimleri, Filistin davasını uluslararası bir platforma taşıdı. Yahudi diasporasının dayanışması daha kurumsal ve tarihsel olarak köklüyken, Filistin diasporası, dijital çağın araçlarıyla (sosyal medya, çevrimiçi kampanyalar) daha dinamik ve anlık bir dayanışma üretiyor. Farklılık, Yahudi diasporasının devletleşme (İsrail) ile sonuçlanan sürecine karşın, Filistin diasporasının hâlâ devlet talebiyle şekillenmesinde yatıyor. Her iki diaspora, kimliklerini korumak için anlatılarına sığınıyor, ancak Filistin diasporasının mücadelesi, işgalin devam eden somutluğu nedeniyle daha parçalı bir yapı sergiliyor.
Öteki Algısı ve Sosyalleşme: İsrail Toplumunda Kimlik İnşası
İsrail’in Gazze’deki politikaları, sadece Filistinliler için değil, İsrail toplumu için de derin sosyolojik sonuçlar doğuruyor. Abluka, bombardımanlar ve soykırıma varan uygulamalar, Yahudi toplumunda “öteki” algısını pekiştiriyor. Filistinliler, İsrail’in güvenlik söyleminde sürekli bir tehdit olarak kurgulanıyor; bu, kolektif bir korku ve düşmanlık anlatısını besliyor. Tarihsel olarak, Yahudi toplumları, pogromlar ve Holokost gibi travmalarla şekillenmiş bir “öteki” deneyimine sahip. Ancak, İsrail’de bu algı, devlet politikalarıyla birleştiğinde, sosyalleşme süreçlerini militarize ediyor. Zorunlu askerlik, gençleri erken yaşta çatışma kültürüyle tanıştırırken, eğitim sistemi “İsrail’in varoluşsal mücadelesi” anlatısını vurguluyor. Bu, empatiyi sınırlayan ve ötekini insanlıktan çıkaran bir sosyalleşme döngüsü yaratıyor. Aynı zamanda, Gazze’deki insanlık dışı koşullar, İsrail toplumunda vicdani ret gibi aykırı sesleri de doğuruyor, ancak bu sesler ana akım söylemin dışında kalıyor. Yahudi toplumunun tarihsel mağduriyet anlatısı, modern İsrail’de hem birleştirici hem de ayrıştırıcı bir rol oynuyor; Filistinlilere yönelik politikalar, bu anlatıyı diri tutarak toplumu kendi kimliği etrafında konsolide ediyor, ancak ahlaki bir sorgulamayı da zorlaştırıyor.