Tüketim Çağının Midas’ı: Amerikan Psikesinde Meta Fetişizminin Yükselişi
Kartvizitlerin Semiyotik Düzeni
Bret Easton Ellis’in “Amerikan Sapığı” eserindeki kartvizit sahnesi, postmodern kapitalizmin kimlik krizini bütün çıplaklığıyla ortaya koyar. Bateman ve meslektaşlarının “Bone Tiffany” kartvizitlerini karşılaştırdıkları o unutulmaz diyalog, aslında 1980’ler Wall Street’indeki sosyal hiyerarşinin mikrokozmik bir temsilidir. Kartvizitlerin kağıt kalitesi, yazı karakterinin silikliği, kenar boşluklarının milimetrik ölçümleri, bu dünyada insan değerinin nasıl materyal parametrelere indirgendiğinin kanıtıdır. Adorno’nun kültür endüstrisi teorisinde vurguladığı standartlaşma, burada bireylerin kişiliklerinin bile tüketim nesneleri üzerinden tanımlandığı bir noktaya ulaşır.
Midas Mitinin Postmodern Adaptasyonu
Antik Frigya Kralı Midas’ın dokunduğu her şeyi altına çevirme yeteneği, günümüz tüketim toplumunda yeni bir form kazanmıştır. Bateman’ın dünyasında her nesne -Visconti marka kartvizitler, Valentino kıyafetler, Sony Walkman’ler- statü sembolüne dönüşür. Ancak bu dönüşüm, Midas’ınkinden farklı olarak kolektif bir lanettir. Neoliberal ekonomi, bireyleri sürekli tüketmeye zorlarken, bu nesneler insani ilişkilerin yerini alır. Bateman’ın apartmanındaki lüks eşyalar, onun duygusal yoksunluğunu örtmeye yetmez; tıpkı Midas’ın altına dönüşen kızının cansız bedeni gibi.
Kültür Endüstrisinin Kimlik İnşası
Adorno ve Horkheimer’ın “Aydınlanmanın Diyalektiği”nde tanımladığı kültür endüstrisi, Bateman’ın sosyal çevresinde mükemmel bir şekilde tezahür eder. Pierce & Pierce çalışanlarının hepsi aynı Brooks Brothers takımları giyer, aynı Harvard Business Review makalelerini okur, aynı Dorsia restoranında rezervasyon yapmaya çalışır. Bu homojenleşme, kartvizitlerdeki minimal farklılıkları abartılı bir rekabet konusu haline getirir. Bateman’ın “Paul Allen’ın kartvizitindeki silik yazıyı” takıntı haline getirmesi, aslında bu standartlaştırılmış dünyada farklılaşma çabasının patolojik bir dışavurumudur.
Tüketim Toplumunun Mitolojik Kökenleri
Jean Baudrillard’ın simülasyon teorisi, Midas miti ile günümüz tüketim çılgınlığı arasındaki bağı aydınlatır. Antik çağda altın, mutlak değerin sembolü iken, postmodern dünyada bu rolü markalar üstlenmiştir. Bateman’ın “Business Card Scene”de yaşadığı varoluşsal kriz, aslında gerçek değer ile simgesel değer arasındaki uçurumu yansıtır. Tıpkı Midas’ın sonunda açlıktan ölme tehlikesi yaşaması gibi, Bateman da lüks tüketim nesneleriyle beslenmeye çalışan ama manen açlık çeken bir karakterdir.
Şiddetin Tüketimsel Kökenleri
Bateman’ın seri cinayetleri, tüketim kültürünün doğurduğu duyarsızlaşmanın mantıksal sonucudur. Adorno’nun “sahte bireyleşme” kavramı, burada korkunç bir biçimde somutlaşır. Bateman için insanlar da tüketilebilir nesnelerdir – tıpkı bir menüden yemek seçer gibi kurbanlarını seçer. Cinayet sahnelerindeki aşırı detaycılık (örneğin kurbanın cildini yüzme sahnesi), bir nevi perverse bir tüketim ritüeline dönüşür. Bu, kapitalizmin insan ilişkilerini metalaştırmasının en uç noktasıdır.
Lanetin Çağdaş Tezahürleri
Midas mitinin modern yorumunda, lanet kolektif hale gelmiştir. Bateman’ın son monoloğunda “Bu gömleği giymem gerektiğini biliyordum” diyerek itiraf ettiği kimlik krizi, aslında tüm toplumun yaşadığı bir yabancılaşmadır. Kartvizitlerdeki isimlerin sürekli karıştırılması, Bateman’ın “Ben aslında yokum” itirafı, Adorno’nun kültür endüstrisinin yarattığı sahte benliklerin trajik sonucudur. Tüketim toplumu bireylere sürekli “olmak” yerine “sahip olmayı” dayatırken, gerçek kimlikler giderek silikleşir.
Arınmanın İmkansızlığı Üzerine
Antik mitlerde Midas, Pan’ın flüt yarışmasında yanlış karar vererek lanetlenmiş, ancak Paktolos Nehri’nde yıkanarak arınmıştır. Bateman’ın dünyasında ise böyle bir arınma imkanı yoktur. Romanın sonundaki “Bu itirafa gerek yok” cümlesi, tüketim çılgınlığının yarattığı ahlaki çöküşün sistemik olduğunu gösterir. Adorno’nun öngördüğü gibi, kültür endüstrisi o kadar güçlüdür ki, bireyler kendi yabancılaşmalarını bile fark edemez hale gelmiştir. Bateman’ın terapistinin cesedini görmemesi, bu kolektif körlüğün mükemmel bir metaforudur.