Lidyalıların Ticaret Modeli ve Neoliberalizmin Şirketleşen Devleti: Bir Karşılaştırma

Lidyalıların ticaret devleti modeli, antik çağın ekonomik ve toplumsal dinamiklerini şekillendiren bir yapı olarak, modern neoliberalizmin devletin şirketleşmesi eğilimiyle çarpıcı bir benzerlik taşır mı? Bu soru, insanlık tarihinin kadim bir uygarlığını günümüz küresel ekonomik düzeninin karmaşık yapısıyla karşılaştırmayı gerektirir. Lidyalılar, parayı icat ederek ticareti standartlaştıran, piyasayı merkeze alan bir sistem kurmuşlardır. Neoliberalizm ise devleti bir şirket gibi yönetme eğilimiyle, piyasanın mutlak egemenliğini savunur. Bu metin, Lidyalıların ekonomik modelini ve neoliberal devletin şirketleşmesini, tarihsel, felsefi, etik ve toplumsal açılardan derinlemesine inceler.

Antik Çağın Piyasa Devrimi

Lidyalılar, MÖ 7. yüzyılda parayı icat ederek ekonomik ilişkileri kökten değiştirdi. Altın ve gümüşten basılan sikkeler, takasın belirsizliklerini ortadan kaldırarak ticareti hızlandırdı ve standartlaştırdı. Bu, yalnızca bir ekonomik yenilik değil, aynı zamanda toplumsal hiyerarşileri ve güç ilişkilerini yeniden tanımlayan bir devrimdi. Lidyalılar, zenginliklerini Sardes’in bereketli topraklarından ve ticari ağlarından elde ederken, devleti bir tür “ticaret merkezi” olarak konumlandırdılar. Kralları Krezüs’ün efsanevi zenginliği, bu sistemin sembolü haline geldi. Ancak bu model, sadece ekonomik bir yapı mıydı, yoksa devletin piyasaya tabi kılınmasının ilk adımları mıydı? Lidyalıların sistemi, bireylerin ve toplulukların ekonomik ilişkilerle yeniden şekillendirildiği bir düzen sunuyordu; bu, neoliberalizmin devleti bir işletme gibi görme anlayışıyla örtüşen bir erken prototip olarak değerlendirilebilir.

Neoliberalizmin Şirket-Devlet Anlayışı

Neoliberalizm, devleti bir şirket gibi yönetmeyi önerir; verimlilik, kârlılık ve piyasa rekabeti, devlet yönetiminin temel ilkeleri haline gelir. Kamu hizmetleri özelleştirilir, sosyal politikalar piyasa mantığına tabi kılınır ve devlet, bireyleri “girişimci özne” olarak yeniden tanımlar. Bu, Lidyalıların ticaret devletine benzer bir şekilde, piyasanın toplumsal ilişkilerin merkezine yerleşmesini sağlar. Ancak neoliberalizm, bu modeli küresel bir ölçeğe taşır; ulus-devletler, uluslararası sermayenin taleplerine göre yeniden yapılandırılır. Lidyalılar, parayı bir araç olarak kullanırken, neoliberalizmde para ve piyasa, devletin kendisini tanımlayan bir ideolojiye dönüşür. Bu dönüşüm, devletin vatandaşlarına karşı sorumluluklarını değil, piyasaya karşı “kârlılık” yükümlülüklerini önceler.

Felsefi ve Etik Çıkmazlar

Lidyalıların ticaret modeli, zenginlik ve refah vaadiyle toplumsal düzeni yeniden şekillendirdi, ancak bu düzen eşitlikçi miydi? Ticaretin merkezileşmesi, elit bir tüccar sınıfının doğuşuna yol açarken, alt sınıfların ekonomik bağımlılığı arttı. Neoliberalizmde de benzer bir tablo görülüyor: Piyasa özgürlüğü söylemi, bireysel girişimciliği yüceltirken, eşitsizlikleri derinleştiriyor. Felsefi açıdan, her iki sistem de bireyin özgürlüğünü piyasaya katılma kapasitesine indirgiyor. Etik olarak, bu durum bir soru doğuruyor: Devletin amacı, vatandaşlarının refahını mı sağlamaktır, yoksa piyasanın çıkarlarını mı korumaktır? Lidyalıların sistemi, zenginliği toplumsallaştırmaktan çok, elit bir azınlıkta topladı; neoliberalizm de benzer şekilde, serveti küresel şirketlerde ve elitlerde yoğunlaştırıyor.

Toplumsal Dinamiklerin Dönüşümü

Lidyalıların parayı icat etmesi, toplumsal ilişkileri ticari bir çerçeveye oturttu. İnsanlar, mallarını ve emeklerini parayla ölçmeye başladı; bu, bireylerin kimliklerini ve toplumsal rollerini ekonomik değer üzerinden tanımlamaya itti. Neoliberalizm, bu süreci daha da ileri götürerek, bireyleri “insan sermayesi” olarak yeniden kurgular. Eğitim, sağlık, hatta kişisel ilişkiler bile birer yatırım ve kâr-zarar hesabı haline gelir. Lidyalılar döneminde, ticaret devleti bir toplumu birleştiren bir araçken, neoliberalizmde bireyler arasındaki bağlar, rekabet ve bireysellik üzerinden çözülür. Bu dönüşüm, toplumsal dayanışmayı zayıflatırken, bireyleri piyasanın görünmez eline teslim eder.

Geleceğe Dair Yansımalar

Lidyalıların ticaret devleti, kendi zamanında bir yenilik olarak görülse de, aşırı zenginlik ve güç yoğunlaşması, sonunda imparatorluklarının çöküşüne katkıda bulundu. Neoliberalizmin şirketleşen devleti de benzer bir kırılganlık taşıyor mu? Küresel sermayenin sınırsız hareketliliği, çevresel yıkım ve toplumsal eşitsizlikler, bu sistemin sürdürülebilirliğini sorgulatıyor. Lidyalılar, paranın gücüne taparken, kendi sonlarını hazırlamış olabilirler; neoliberalizm de, piyasanın mutlak egemenliğini savunurken, toplumsal ve ekolojik sınırları zorluyor. Gelecek, bu iki modelin kesişiminde, insanlığın piyasaya mı yoksa kendi ortak değerlerine mi öncelik vereceğine bağlı gibi görünüyor.