Ötekine Yönelen Benlik: Dorothea Brooke ve David Lurie’nin Varoluşsal Sorumlulukları

Bu metin, Emmanuel Levinas’ın “öteki” etiği çerçevesinde, George Eliot’un Middlemarch romanındaki Dorothea Brooke ve J.M. Coetzee’nin Utanç romanındaki David Lurie’nin varoluşsal arayışlarını ve ötekine yönelik sorumluluk anlayışlarını incelemektedir. Levinas’ın etiği, benliğin ötekiyle karşılaşmasında ortaya çıkan sınırsız sorumluluğu merkeze alır; bu sorumluluk, bireyin kendi varoluşsal anlamını ötekinin yüzünde bulmasını gerektirir. Dorothea ve David, farklı tarihsel ve toplumsal bağlamlarda, bu sorumluluğu nasıl üstlendikleri ya da üstlenemedikleri üzerinden karşılaştırılacaktır. Metin, her iki karakterin ötekine yaklaşımını, bireysel arzular, toplumsal normlar ve etik yükümlülükler arasındaki gerilimler ışığında derinlemesine ele alacaktır.

Bireysel İdeal ve Ötekinin Çağrısı

Levinas’ın felsefesinde öteki, benliği kendi öznelliğinden çıkmaya zorlayan bir çağrıdır; bu çağrı, bireyin kendi arzularını sorgulamasını ve ötekinin ihtiyaçlarına yanıt vermesini talep eder. Dorothea Brooke, Middlemarch’ta idealist bir vizyonla hareket eder; toplumsal reform arzusu, onun benliğini ötekinin iyiliğine adama çabasını yansıtır. Ancak, Dorothea’nın bu ideali, genellikle kendi romantik hayal gücüyle sınırlanır. Örneğin, Casaubon’la evliliği, onun entelektüel bir ortaklık hayalini ötekinin gerçekliğine tercih ettiğini gösterir. Levinas’ın perspektifinden bakıldığında, Dorothea’nın ötekine yönelik sorumluluğu, onun kendi benmerkezci ideallerini aşabildiği ölçüde gerçekleşir. Ötekinin yüzü, Dorothea için, Lydgate ya da Rosamond gibi karakterlerle karşılaştığında, kendi arzularını yeniden değerlendirme fırsatı sunar. Bu, onun varoluşsal arayışını, bireysel ideallerden kolektif bir sorumluluğa doğru yönlendirir.

Toplumsal Normlar ve Etik Karşılaşma

David Lurie’nin Utanç’taki yolculuğu, Dorothea’nınkinden daha karmaşık bir etik zeminde ilerler. Lurie, başlangıçta, kendi arzularını merkeze alan bir bireydir; öğrencisi Melanie’yle ilişkisi, ötekinin öznelliğini göz ardı eden bir narsisizmi yansıtır. Levinas’ın etiği, ötekinin yüzünün, benliği kendi bencilliğinden koparmasını gerektirir; ancak Lurie, bu karşılaşmayı ilk etapta reddeder. Toplumsal normlar, onun bu reddedişini pekiştirir; çünkü Lurie’nin akademik konumu ve erkek egemen kültürü, ötekine yönelik sorumluluğunu gölgeler. Ancak, kızının yaşadığı travma ve Lurie’nin kırsal yaşama geçişi, onun ötekinin acısına tanıklık etmesini sağlar. Bu tanıklık, Lurie’nin varoluşsal arayışını dönüştürür; ötekine yönelik sorumluluğu, kendi benliğini yeniden inşa etmenin bir yolu haline gelir.

Sorumluluğun Sınırları ve Dönüşüm

Levinas, ötekine yönelik sorumluluğun sınırsız olduğunu savunur; bu, bireyin kendi varoluşsal anlamını ötekinin varlığında bulmasını gerektirir. Dorothea’nın dönüşümü, bu sorumluluğu kısmen üstlenebildiğini gösterir. Middlemarch toplumunun kısıtlayıcı yapısı içinde, Dorothea’nın reformist idealleri, ötekinin ihtiyaçlarına tam anlamıyla yanıt veremez; ancak, Will Ladislaw’la ilişkisi ve toplumsal projelere katkısı, onun benliğini ötekinin hizmetine sunma çabasını yansıtır. Öte yandan, Lurie’nin dönüşümü daha radikaldir. Hayvanlara bakma sürecinde, Lurie, ötekinin acısına tanıklık etmenin ötesine geçer; bu, onun kendi varoluşsal boşluğunu doldurur. Levinas’ın çerçevesinde, Lurie’nin bu eylemi, ötekinin yüzüne yanıt vermenin somut bir biçimidir; çünkü hayvanlar, insan merkezli bir etik anlayışın ötesinde, mutlak bir ötekiliği temsil eder.

Dil ve Ötekinin Temsili

Her iki romanda da dil, ötekinin temsilinde kritik bir rol oynar. Dorothea’nın iç monologları, onun ötekine yönelik ideallerini romantik bir çerçeveye oturtur; bu, Levinas’ın ötekinin yüzünün dolaysızlığına ters düşer. Dorothea’nın dili, ötekini kendi hayal dünyasına indirgeme riski taşır. Buna karşılık, Lurie’nin anlatımı, Utanç’ta daha introspektiftir; kendi arzularını ve hatalarını sorgulayan bir dil kullanır. Ancak, bu dil, ötekinin öznelliğini tam anlamıyla kucaklayamaz; çünkü Lurie’nin anlatısı, hâlâ kendi benliğine odaklanır. Levinas’ın etiği, dilin ötekinin mutlak alteritesini ifade etmekte yetersiz kalabileceğini öne sürer; bu, her iki karakterin ötekine yaklaşımındaki sınırlılıkları açıklar. Dorothea ve Lurie, dilleriyle ötekini anlamaya çalışırken, aynı zamanda kendi varoluşsal sınırlarıyla yüzleşirler.

Toplumsal Bağlam ve Bireysel Sorumluluk

Dorothea’nın 19. yüzyıl İngiltere’sindeki toplumsal bağlamı, onun ötekine yönelik sorumluluğunu şekillendirir. Kadın olarak kısıtlanmış rolleri, onun reformist ideallerini uygulama alanını daraltır; bu, Levinas’ın sınırsız sorumluluk fikriyle çelişir. Ancak, Dorothea’nın küçük ölçekli eylemleri, ötekinin yüzüne yanıt vermenin bir biçimidir. Lurie’nin Güney Afrika’sındaki bağlamı ise, ırk ve cinsiyet dinamikleriyle karmaşıklaşır. Apartheid sonrası toplumun gerilimleri, Lurie’nin ötekine yaklaşımını etkiler; ötekinin acısı, onun kendi suçluluğuyla yüzleşmesini gerektirir. Levinas’ın etiği, bu bağlamda, bireyin toplumsal yapıların ötesine geçerek ötekinin yüzüne doğrudan yanıt vermesini talep eder. Her iki karakter de, toplumsal bağlamlarının sınırları içinde, bu sorumluluğu farklı şekillerde üstlenir.

Varoluşsal Anlam ve Ötekinin Yüzü

Levinas’ın felsefesinde, ötekinin yüzü, bireyin varoluşsal anlamını yeniden tanımlayan bir olaydır. Dorothea için bu anlam, ötekinin iyiliğine adanmış bir yaşamda yatar; ancak, bu adanmışlık, onun kendi arzularıyla çatışır. Lurie için ise, ötekinin yüzü, kendi ahlaki başarısızlıklarını ve insan olmanın kırılganlığını anlamasını sağlar. Her iki karakterin varoluşsal arayışı, ötekinin varlığıyla yeniden şekillenir; bu, Levinas’ın benliğin ötekine yanıt vermeden tam olamayacağı fikrini doğrular. Dorothea’nın idealleri ve Lurie’nin dönüşümü, ötekinin yüzünün, bireyin kendi varoluşsal anlamını bulmasında nasıl bir katalizör olduğunu gösterir. Bu, her iki karakterin ötekine yönelik sorumluluğunun, onların kendi benliklerini yeniden inşa etme sürecinin bir parçası olduğunu ortaya koyar.

Ötekinin Çağrısına Yanıt

Dorothea Brooke ve David Lurie, Levinas’ın “öteki” etiği çerçevesinde, ötekine yönelik sorumluluğun farklı yüzlerini temsil eder. Dorothea’nın idealist ama sınırlı çabaları, ötekinin yüzüne yanıt vermenin romantik bir biçimini sunarken, Lurie’nin travmatik dönüşümü, bu sorumluluğun daha derin ve acı veren bir boyutunu açığa çıkar. Her iki karakterin varoluşsal arayışı, ötekinin varlığıyla anlam kazanır; ancak, bu anlam, toplumsal normlar, bireysel arzular ve dilin sınırları tarafından şekillendirilir. Levinas’ın etiği, bu karakterlerin ötekine yaklaşımını değerlendirmek için güçlü bir çerçeve sunar; çünkü ötekinin yüzü, onların kendi benliklerini ve dünyayla ilişkilerini yeniden tanımlamalarını gerektirir.