Mevlana’yı Bir de Ahi Evran’dan Dinleyin
Anadolu’nun Çalkantılı Dönemi
- yüzyıl Anadolu’su, Moğol istilasının gölgesinde derin bir dönüşüm sürecinden geçiyordu. Selçuklu Devleti, 1243 Kösedağ Savaşı’nda Moğollara yenilerek siyasi otoritesini büyük ölçüde kaybetmişti. Bu yenilgi, Anadolu’nun şehirlerini ve toplumsal yapısını derinden etkiledi. Ahi Evran, yani Şeyh Nasirüddin Mahmud, bu dönemde Türkmenler ve zanaatkârlar arasında bir lider olarak öne çıkıyordu. Onun gözünden, Moğollar yalnızca bir dış tehdit değil, aynı zamanda Anadolu’nun sosyal ve ekonomik düzenini bozan bir güçtü. Ahi Evran’ın Ahilik teşkilatı, zanaatkârları örgütleyerek hem ekonomik dayanışmayı sağlıyor hem de Türkmenlerin Moğol baskısına karşı direncini güçlendiriyordu. Bu bağlamda, Mevlana Celaleddin Rumi’nin Moğollarla olan ilişkileri, Ahi Evran için yalnızca bir siyasi duruş meselesi değil, aynı zamanda Türkmenlerin hayatta kalma mücadelesine karşı bir tavır olarak algılanıyordu. Ahi Evran, Mevlana’nın Moğol idarecilerle yakın ilişkiler kurmasını, Türkmenlerin direniş ruhuna aykırı bir teslimiyet olarak görüyordu. Bu durum, iki figür arasındaki gerilimin temelini oluşturuyordu.
Ahi Evran’ın Direniş Vizyonu
Ahi Evran, Hoylu bir Türkmen alimi olarak, Anadolu’da Ahilik teşkilatını kurarak zanaatkârlar ve Türkmenler arasında bir dayanışma ağı oluşturmuştu. Onun vizyonu, yalnızca ekonomik bir düzen kurmakla sınırlı değildi; aynı zamanda Türkmen kimliğini ve bağımsızlığını koruma mücadelesiydi. Moğolların Anadolu’ya girişi, şehirleri yağmalamış, Ahilere ait tekke ve zaviyeleri tahrip etmiş ve Türkmenleri katliamlarla sindirmeye çalışmıştı. Ahi Evran, Kayseri’de 17 gün boyunca Moğollara karşı direniş örgütlemiş, ancak bu direnişin bedeli ağır olmuş, eşi Fatma Bacı esir düşmüştü. Bu olaylar, Ahi Evran’ın gözünde Moğolların yıkıcı etkisini ve onlara karşı direnmenin gerekliliğini pekiştirdi. Mevlana’nın, Moğol komutan Baycu Noyan’ı “evliya” olarak nitelendirmesi ve Moğol idaresiyle uzlaşmacı bir tavır sergilemesi, Ahi Evran için derin bir hayal kırıklığıydı. Mevlana’nın bu tutumu, Ahi Evran’a göre, Türkmenlerin mücadele azmini zayıflatıyor ve Moğol tahakkümünü meşrulaştırıyordu. Ahi Evran, bu uzlaşmacı tavrın, Anadolu’nun Türk-İslam kimliğini tehdit ettiğini düşünüyordu.
Mevlana’nın Moğollarla İlişkileri
Mevlana Celaleddin Rumi, Belh’ten Konya’ya göç eden bir alim olarak, Anadolu’nun Moğol istilası altındaki kaotik ortamında farklı bir yol izledi. Onun eserleri, özellikle Mesnevi ve Divan-ı Kebir, manevi bir rehber olarak geniş kitlelere hitap ediyordu. Ancak Ahi Evran’ın perspektifinden, Mevlana’nın Moğol idarecileriyle kurduğu yakın ilişkiler, manevi otoritesini siyasi bir teslimiyete dönüştürüyordu. Mevlana’nın, Moğol komutanlarıyla sohbetlere katılması ve onlara karşı açık bir muhalefet göstermemesi, Ahi Evran tarafından bir ihanet olarak algılanıyordu. Örneğin, Ahmed Eflaki’nin “Ariflerin Menkıbeleri”nde, Mevlana’nın Moğol komutanlarına yakın durduğu ve hatta Kayseri’deki Moğol katliamından sonra Seyyid Burhaneddin’in türbesinin Moğollar tarafından inşa edildiği belirtilir. Ahi Evran, bu tür olayları, Mevlana’nın Moğolların yıkıcı politikalarına dolaylı destek verdiğinin kanıtı olarak görüyordu. Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi’nin Ahi Evran’la birlikte Kırşehir’de isyana katılması ve ardından Moğollar tarafından öldürülmesi, bu gerilimi daha da derinleştirdi.
Hacı Bektaş Veli ile Ortak Direniş
Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran ile Türkmenler ve Babailer arasında bir köprü görevi görüyordu. Onun Vilayetname’sinde, Türkmenlerin Moğollara karşı direnişine destek verdiği açıkça görülür. Ahi Evran, Hacı Bektaş ile benzer bir vizyonu paylaşıyordu: Türk-İslam kimliğini koruma ve Moğol tahakkümüne karşı halkı örgütleme. Hacı Bektaş’ın Anadolu’daki Türkmen topluluklarını manevi olarak güçlendirmesi, Ahi Evran’ın zanaatkârlar arasında oluşturduğu dayanışma ağını tamamlıyordu. Her iki figür de, Moğol istilasının Anadolu’nun sosyal ve kültürel dokusunu yok ettiğini düşünüyordu. Mevlana’nın Moğollarla uzlaşmacı tavrı, Hacı Bektaş ve Ahi Evran’ın gözünde, Türkmenlerin birliğini bozan bir unsurdu. Özellikle Ahi Evran, Mevlana’nın Fars kültürüne olan eğilimini ve Moğol idaresine karşı pasif duruşunu, Türkmenlerin mücadele ruhuna aykırı buluyordu. Hacı Bektaş’ın, Ahi Evran’ın Kayseri’deki direnişine manevi destek sağladığına dair rivayetler, bu ittifakın gücünü gösterir. Ancak Mevlana’nın bu ittifaka mesafeli duruşu, Ahi Evran için bir ayrışma noktasıydı.
Şems-i Tebrizi Olayı ve Gerilimin Zirvesi
Şems-i Tebrizi’nin öldürülmesi, Mevlana ile Ahi Evran arasındaki çatışmanın en dramatik noktalarından biriydi. Ahi Evran’ın gözünden, Şems’in ölümü, Mevlana’nın çevresindeki Moğol yanlısı eğilimlere karşı bir tepkiydi. Şems, bazı tarihçilere göre Kalenderi dervişiydi ve Moğolların yanında saf tutan bir figür olarak görülüyordu. Ahi Evran’ın dergâhında düzenlenen bir törende, Şems’in, Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi dahil yedi kişi tarafından öldürüldüğü rivayet edilir. Bu olay, Ahi Evran’ın gözünde, Moğol yanlısı bir figürün bertaraf edilmesi olarak meşruydu. Ancak Mevlana, bu olayı kişisel bir kayıp ve ihanet olarak algıladı. Mesnevi’de Ahi Evran’ı “Cuha” (komik, alaycı kişi) olarak nitelendirip hicvetmesi, bu olayın iki figür arasındaki düşmanlığı körüklediğini gösterir. Ahi Evran, Şems’in ölümünü, Türkmenlerin Moğol tahakkümüne karşı bir duruşu olarak görüyordu, ancak bu olay, Mevlana’nın oğluyla bile arasını açtı ve Ahi Evran’ı daha da yalnız bıraktı.
Kırşehir İsyanı ve Ahi Evran’ın Sonu
Kırşehir’deki isyan, Ahi Evran’ın Moğollara karşı direnişinin son halkasıydı. Mevlana’nın oğlu Alaüddin Çelebi’nin de katıldığı bu isyan, Türkmenlerin Moğol tahakkümüne karşı son çırpınışıydı. Ahi Evran, Kırşehir’de Türkmenleri örgütleyerek Moğol idaresine karşı bir başkaldırı başlatmıştı. Ancak Moğol komutanı Cacaoğlu Nureddin, bu isyanı kanlı bir şekilde bastırdı. Ahi Evran ve Alaüddin Çelebi, 1261’de bu katliamda hayatlarını kaybetti. Ahi Evran’ın gözünden, Mevlana’nın bu isyana karşı pasif kalması ve Moğol idaresiyle uzlaşması, Türkmenlerin yok edilmesine zemin hazırlamıştı. Mevlana’nın, oğlunun cenaze namazını kıldırmaması ve Ahi Evran’ın ölümünden memnuniyetini şiirlerinde ifade etmesi, Ahi Evran’ın çevresinde derin bir öfke uyandırmıştı. Bu olay, Ahi Evran’ın gözünde, Mevlana’nın Moğollarla işbirliğinin en açık kanıtıydı. Moğolların, Ahilere ait tekke ve zaviyeleri Mevlevilere vermesi, bu algıyı daha da güçlendirdi.
Mevlana’nın Manevi Mirası ve Eleştiriler
Mevlana’nın eserleri, özellikle Mesnevi, evrensel bir manevi rehber olarak kabul edilir. Ancak Ahi Evran’ın perspektifinden, bu eserler, Moğol idaresinin meşrulaştırılmasında bir araç olarak kullanılmıştır. Mevlana’nın, Moğol komutanlarını “iman sancakları” olarak nitelendiren beyitleri, Ahi Evran için Türkmenlerin mücadele ruhuna aykırıydı. Mevlana’nın Farsça yazması ve Fars kültürüne olan eğilimi, Ahi Evran tarafından Türkmen kimliğine yabancılaşma olarak görülüyordu. Buna karşın, Mevlana’nın savunucuları, onun Moğollarla ilişkilerinin bir “manevi fetih” stratejisi olduğunu öne sürer. Onlara göre, Mevlana, Moğolları İslam’a kazandırmak için uzlaşmacı bir yol izlemiş ve Gazan Han’ın Müslüman olmasında etkili olmuştur. Ancak Ahi Evran’ın gözünde, bu strateji, Türkmenlerin katliamına sessiz kalmak anlamına geliyordu. Mevlana’nın, Ahi Evran’ı “yılan” olarak nitelemesi ve ona karşı yazdığı hicivler, bu çatışmanın kişisel bir boyuta taşındığını gösterir.
Tarihsel Gerçeklik ve Mitler
Mevlana’nın Moğollarla ilişkileri ve Ahi Evran’ın öldürülmesindeki rolü, tarihsel kaynaklarda tartışmalı bir konudur. Ahmed Eflaki ve İbn-i Bibi gibi dönemin kaynakları, Mevlana’nın Moğollarla yakın ilişkilerini doğrulasa da, onun Ahi Evran’ın öldürülmesine doğrudan neden olup olmadığı net değildir. Ahi Evran’ın çevresi, Mevlana’nın Moğol idaresiyle uzlaşmasının, Türkmen direnişini zayıflattığını ve dolaylı olarak Kırşehir katliamına zemin hazırladığını düşünüyordu. Ancak Mevlana’nın savunucuları, onun cihad-ı ekber (nefse karşı cihad) anlayışıyla hareket ettiğini ve Moğolları İslam’a kazandırmak için bu yolu seçtiğini savunur. Ahi Evran’ın gözünden, bu savunma, Türkmenlerin yaşadığı acıları görmezden gelen bir bahaneydi. Tarihsel gerçeklik, bu iki figürün ideolojik ve siyasi duruşlarının, Anadolu’nun çalkantılı döneminde nasıl farklı yollara saptığını gösterir. Mevlana’nın uzlaşmacılığı, Ahi Evran için bir teslimiyet; Ahi Evran’ın direnişi, Mevlana için bir fitne olarak algılanıyordu.
İki Liderin Çarpışan Yolları
Ahi Evran’ın gözünden Mevlana, Moğol idaresiyle uzlaşarak Türkmenlerin direniş ruhunu zayıflatan bir figürdü. Onun Moğol komutanlarıyla yakın ilişkileri, Şems’in öldürülmesi ve Kırşehir isyanının bastırılması, bu algıyı pekiştiren olaylardı. Mevlana’nın manevi otoritesi ve evrensel mesajları, Ahi Evran için, Moğol tahakkümünü meşrulaştıran bir araç olarak görülüyordu. Buna karşın, Mevlana’nın savunucuları, onun stratejisinin uzun vadede Moğolların Müslümanlaşmasını sağladığını ve Anadolu’nun İslam kimliğini koruduğunu öne sürer. Ahi Evran’ın direnişi, Türkmenlerin onurunu ve kimliğini koruma çabasıyken, Mevlana’nın uzlaşmacılığı, kaosu önleme ve manevi bir dönüşüm yaratma hedefindeydi. Bu iki liderin yolları, Anadolu’nun en karanlık döneminde çarpıştı ve her biri, kendi inandığı yolda bedeller ödedi. Ahi Evran’ın gözünden, Mevlana’nın hikayesi, bir teslimiyet öyküsüydü; ancak tarih, bu hikayenin çok daha karmaşık olduğunu gösteriyor.