Tutunamayanlar’da Selim Işık’ın İntiharı: Anomi ve Absürdün Karanlık Yüzü

Normların Çözülüşü ve Bireysel Kopuş

Durkheim’ın anomi kavramı, toplumsal normların zayıflaması sonucu bireyin yönelim kaybı yaşadığını ve bu durumun intihar gibi patolojik davranışlara yol açtığını belirtir. Selim Işık’ın intiharı, tam da bu anomik durumun bir tezahürü olarak okunabilir. Romanın başlarında, Selim’in gazete haberinde “intihar eden mimar” olarak anılması, onun toplumdaki rolünün –mimarlık gibi bir mesleğin – normatif beklentileri karşılayamadığını hemen işaret eder. Selim, çocukluğundan beri kitaplara sığınan, ailesinin beklentileriyle (örneğin, babasının memuriyet geleneği) kendi entelektüel arayışları arasında ezilen bir bireydir. Annesi tarafından erken yaşta kitaplara alıştırılması, onu geleneksel toplumsal bağlardan koparırken, modern eğitim sistemi de ona somut bir aidiyet sunmaz. Durkheim’ın İntihar adlı eserinde belirttiği üzere, anomik intihar, ekonomik veya sosyal krizlerde normların belirsizleşmesiyle artar; Selim’in durumunda ise bu, Türkiye’nin 1960’lar modernleşme sancılarında somutlaşır. Roman, Selim’in üniversite yıllarında arkadaşlarıyla (Turgut Özben, Metin Kutbay gibi) kurduğu ilişkileri detaylandırarak, bu bağların nasıl yüzeysel kaldığını gösterir. Örneğin, Selim’in “Dün, Bugün, Yarın” adlı şiiri, zaman algısındaki parçalanmayı yansıtır: Geçmişteki geleneksel kökler (kasaba hayatı, aile baskısı) ile geleceğin belirsizliği arasında sıkışmış bir birey, bugünü yaşayamaz hale gelir.

Selim’in günlükleri ve mektupları, anominin bireysel boyutunu derinleştirir. Günseli’ye yazdığı satırlarda, “Kötü yaşarım korkusuyla hiç yaşamadığını” itiraf etmesi, normların baskısının onu pasif bir gözlemciye dönüştürdüğünü ortaya koyar. Durkheim’a göre, anomi, bireyin arzularını sınırlayan toplumsal düzenlemenin yokluğunda ortaya çıkar; Selim’de bu, entelektüel birikiminin (Pitigrilli gibi yazarları okuması, Dünya Savaşı dönemi sorgulamaları) pratik hayata dönüştürülememesiyle belirgindir. Romanın bu bölümünde, Atay, Selim’in askerlik anılarını (Süleyman Kargı ile tanışması) ve işsizlik dönemini betimleyerek, normatif rollerin (memuriyet, evlilik) bireyi nasıl yabancılaştırdığını bilimsel bir titizlikle belgeler. Selim’in “tutunamayan” olarak tanımlanması, Durkheim’ın bencil intihar tipine de işaret eder: Toplumsal bütünleşmenin düşük olması, bireyi izole eder. Selim’in ailesiyle ilişkisi –hassas bir annenin kitap sevgisiyle beslenen ama babasının otoriter gölgesinde ezilen bir çocukluk– bu izolasyonu pekiştirir. Araştırmalar, 1960’lar Türkiye’sinde aydınların benzer bir anomi yaşadığını doğrular; hızlı kentleşme ve eğitim reformları, geleneksel bağları eritirken yeni normlar oluşturamamıştır. Selim’in intiharı, bu toplumsal patolojinin bireysel bir ifadesi olarak, romanın genelinde yankılanır: Turgut’un araştırması sırasında kendi “tutunamayan” yanını keşfetmesi, anominin bulaşıcı niteliğini vurgular. Bu süreç, bireyin normlardan kopuşunu adım adım izleyerek, intiharın salt kişisel bir eylem olmadığını, toplumsal dinamiklerin bir sonucu olduğunu bilimsel olarak kanıtlar.

Yabancılaşmanın Fiziksel ve Zihinsel Boyutları

Selim Işık’ın yabancılaşması, modernitenin bireyi nesneleştiren yapısını, Kafka’nın Gregor Samsa üzerinden betimlediği absürd varoluşla çarpıcı bir benzerlik taşır. Her iki karakter de, toplumsal rollerin ağırlığı altında ezilir; Selim mimarlık mesleğinde, Gregor ise gezici satıcılıkta, aile ve iş normlarına hapsolmuştur. Kafka’nın Dönüşümünde Gregor’un böcekleşmesi, absürd bir metafor olarak, bireyin kendi bedenine ve çevresine yabancılaşmasını simgeler: Sabah uyanıp dev bir böcek olarak bulması, modern iş disiplininin (erken trenler, patron baskısı) yarattığı mekanik varoluşu yansıtır. Benzer şekilde, Selim’in intiharından önceki günleri –Günseli’ye mektup yazması, “Tutunamayanlar Ansiklopedisi”ni tamamlaması– bir tür zihinsel dönüşüme işaret eder. Atay, Selim’i “kitap kurdu” olarak tanımlarken, onun entelektüel birikiminin pratik hayatta işe yaramadığını vurgular; tıpkı Gregor’un aile borcunu ödemek için çalıştığı gibi, Selim de aile ve toplum beklentileriyle boğuşur. Bu yabancılaşma, Durkheim’ın anomi’siyle örtüşür: Normlar çözülünce birey, kendi benliğine yabancılaşır. Selim’in Olric benzeri iç monologları (Turgut’un alter egosu üzerinden yansıtılır), bu absürtlüğü derinleştirir: “Bat dünya bat” ifadesi, Gregor’un odasına hapsoluşundaki çaresizliği çağrıştırır.

Romanın katmanlı yapısı, Selim’in yabancılaşmasını çok boyutlu kılar. Turgut’un araştırması sırasında karşılaştığı kişiler (Esat, Metin, Süleyman Kargı), Selim’in farklı yüzlerini ortaya koyar: Her biri, onun toplumdaki rolüne göre bir parça sunar, ama bütün oluşturmaz. Bu, Kafka’daki gibi, bireyin parçalanmış kimliğini vurgular; Gregor’un ailesi onu beslerken bile tiksinti duyar, Selim’in ailesi ve arkadaşları ise onu “garip” olarak etiketler. Modernitenin eleştirisi burada belirgindir: Her iki eserde de, kapitalist iş bölümü (Selim’in mimarlığı, Gregor’un satıcılığı) bireyi makineleştirir. Atay, 1960’lar Türkiye’sinin kentleşme sürecini (Ankara ve İstanbul sahneleri) bu bağlamda işler; Selim’in kasabadan büyük şehre göçü, geleneksel normların erimesini hızlandırır. Bilimsel verilere göre, bu dönem aydın intiharlarında anomi oranı yüksektir; Selim’in şiirleri ve günlükleri, bu veriyi edebi bir kanıta dönüştürür. Yabancılaşma, etik bir boyuta da sıçrar: Selim’in “kötü yaşama korkusu”, Gregor’un ailesine yük olma suçluluğuyla paraleldir. Her ikisi de, normların baskısı altında kendi varoluşlarını sorgular; absürd, bu sorgulamanın kaçınılmaz sonucudur. Atay’ın ironisi –Selim’in ansiklopedik girişimleri– bu absürtlüğü mizahla yumuşatırken, Kafka’nın nesnel anlatımıyla birleşince, modernitenin bireyi nasıl nesneleştirdiğini bilimsel bir kesinlikle gösterir.

Toplumsal Rollerin Parçalanması ve Aile Dinamikleri

Selim Işık’ın trajedisi, aile normlarının modern birey üzerindeki etkisinde de köklenir; bu, Gregor Samsa’nın ailesiyle ilişkisinde absürd bir yankı bulur. Durkheim, anominin aile bağlarının zayıflamasıyla yoğunlaştığını belirtir; Selim’in durumunda, annesinin kitap sevgisiyle beslenen çocukluğu, babasının otoriter memuriyet mirasıyla çatışır. Roman, Selim’in küçük yaşta yaşadığı hastalık ve şehre göçü detaylandırarak, bu dinamikleri aydınlatır: Geleneksel aile yapısı, modern eğitimle çelişince birey kopar. Gregor’un babasının borcu, ailesini geçindirme yüküyle benzer bir baskı yaratır; her ikisi de, aile için “tutunmaya” çalışırken yabancılaşır. Atay, Selim’in Günseli ile ilişkisini (mektuplar ve sevişmeler) bu bağlamda işler: Duygusal bağlar, normatif evlilik beklentileriyle boğulur. Kafka’da Grete’nin keman hayali, Gregor’un fedakârlığını simgeler; Selim’in şiirleri ise, bastırılmış yaratıcılığını. Bu paralellik, modernitenin aile içindeki eleştirisini güçlendirir: Normlar, bireyi korurken ezer. Selim’in askerlik dönemi (Kargı ile tanışması), toplumsal rollerin mekanikliğini vurgular; tıpkı Gregor’un patron ziyareti gibi, absürd bir yüzleşmedir. Romanın hicivli üslubu –Selim’in “Pitigrilli okuma” anıları– bu baskıyı ironikleştirir. Bilimsel açıdan, 20. yüzyıl aile sosyolojisi, bu dinamiklerin intihar riskini artırdığını doğrular; Selim ve Gregor, bu riskin edebi ikizleridir.

Modernitenin Ekonomik ve Kültürel Baskısı

Modernitenin eleştirisi, Selim’in ekonomik kopuşunda belirgindir; Durkheim’ın anomik intiharı, ekonomik krizlerle ilişkilendirir. Selim’in işsizlik dönemi ve mimarlıkta başarısızlığı, 1960’lar Türkiye’sinin sanayileşme sancılarını yansıtır. Gregor’un satıcılık rutini gibi, Selim’in “zaman kaybı” korkusu, kapitalist üretkenlik normunu absürdleştirmektedir. Atay, Selim’in ansiklopedisini kültürel bir başkaldırı olarak sunar: “Tutunamayanlar”ı listeleyerek, norm dışı bireyleri kolektifleştirir. Kafka’da Gregor’un odası, ekonomik izolasyonu simgeler; Selim’in günlükleri ise, kültürel yabancılaşmayı. Bu karşılaştırma, modernitenin bireyi nasıl metalaştırdığını gösterir: Her ikisi de, tüketim toplumunda “gereksiz”leşir. Romanın metinlerarası unsurları (Shakespeare alıntıları), bu baskıyı evrenselleştirir. Ekonomik veriler, dönem aydınlarının benzer çöküşlerini doğrular; Selim’in intiharı, bu verinin trajik bir örneğidir.

İntihar Sonrası Yankılar ve Kolektif Bellek

Selim’in intiharı, Turgut’un yolculuğunda kolektif bir belleğe dönüşür; Durkheim’ın toplumsal akımlar kavramı, bu yankıyı açıklar. Turgut’un Olric iç sesi, Selim’in absürtlüğünü içselleştirir. Gregor’un ölümü ailesini özgürleştirirken, Selim’inki Turgut’u dönüştürür: Tutunamayanlar zinciri devam eder. Atay, romanın sonunda Turgut’un kayboluşunu betimleyerek, intiharın bulaşıcı etkisini vurgular. Kafka’da Grete’nin büyümesi gibi, Günseli’nin rolü umut kıvılcımıdır, ama normlar baskındır. Bu, modernitenin kalıcı eleştirisidir: Bireysel yıkım, toplumsal bir yara bırakır.