Deniz Yolculuğunda Kötülüğün Felsefi Kökenleri: Anar’ın Amat’ıyla Günday’ın Ziyan’ının Karşılaştırmalı Okuması
Yolculuğun Yapısal Çerçevesi
İhsan Oktay Anar’ın Amat romanında gemi, 17. yüzyıl Osmanlı denizcilik bağlamında bir kolektif varoluş alanı olarak işlev görür; 247 günahkâr mürettebatın her birinin adıyla damgalanmış tahtaları, bireysel ahlaki yükümlülüklerin kolektif bir yapıya dönüşümünü temsil eder. Bu yapı, geminin meşeden inşa edilmiş gövdesiyle somutlaşırken, kaptan Diyavol Paşa’nın ilahi düzeni sorgulayan komutası altında, yolculuk sonsuzluğa ve ölüme dair kaçınılmazlığı vurgular. Hakan Günday’ın Ziyan eserinde ise yıkım arzusu, bireysel kahramanların –özellikle er Sabit’in– psikolojik bozulma süreci üzerinden dağılır; askerlik ortamı, geminin kapalı sistemine benzer bir disiplin mekanizması olarak kötülüğün içselleştirilmesini sağlar. Her iki metinde de kötülüğün kökeni, yapısal bir zorunluluk olarak belirir: Anar’da gemi, evrensel bir kozmolojik düzeni simgelerken, Günday’da bireysel iradenin toplumsal baskı altında erimesi, kötülüğü bir tür zorunlu adaptasyon olarak konumlandırır. Bu çerçeve, kötülüğün felsefi kökenini, birey-toplum diyalektiğinde arar.
Bireysel İradenin Dönüşüm Dinamikleri
Anar’ın Amat‘ında Kırbaç Süleyman Reis’in ölümsüzlük susuzluğu, bireysel iradenin ilahi düzene karşı bir başkaldırıya evrilmesini tetikler; reisin merhametini silip atan eylemleri, günahın bireysel kökenini kolektif bir felakete taşır. Bu dinamik, geminin tahtalarına kazınmış isimlerle pekişirken, mürettebatın içsel çatışmaları, iradenin felsefi olarak özgür seçimle sınırlı olmadığını gösterir –zira seçimler, önceden belirlenmiş bir kader zincirine gömülmüştür. Günday’ın Ziyan‘ında ise kahramanların yıkım arzusu, şizofrenik bir bozulmayla bireysel iradeyi parçalar; Sabit’in nöbetlerdeki yabancılaşması, askerlik hiyerarşisinin iradeyi yok eden bir araç haline getirmesini ortaya koyar. Karşılaştırmalı olarak, her iki eserde irade, kötülüğün kökeninde bir katalizör rolü üstlenir: Anar’da kozmik bir yolculukla genişlerken, Günday’da psikolojik bir içe kapanışla daralır. Bu dönüşüm, kötülüğün felsefi temellerini, iradenin dışsal yapılara bağımlılığında bulur, bireysel eylemin evrensel bir zorunluluğa indirgenmesini sağlar.
Kolektif Etkileşimlerin Ahlaki Etkileri
Amat‘ta mürettebatın gemideki etkileşimleri, yeniçerilerin savaş ve vardiya rutinleri üzerinden kolektif bir ahlak krizi yaratır; Diyavol Paşa’nın aynalara saklanmış varlığı, grup dinamiklerinin kötülüğü çoğaltan bir yankı odası işlevi gördüğünü vurgular. Bu etkileşimler, romanın dini menkıbelerle dolu yan hikayeleriyle zenginleşirken, kolektif günahın bireysel kurtuluşu imkânsız kıldığını gösterir. Ziyan‘da ise kahramanların kış koşullarındaki donma anları, kolektif disiplinin yıkım arzusunu besleyen bir mekanizma olarak işler; erlerin birbirine karşı duyarsızlaşması, toplumsal yapının ahlaki çöküşü hızlandırır. Anar ve Günday’ın eserlerini merkeze aldığımızda, kolektif etkileşimler kötülüğün kökenini, ahlaki sorumluluğun dağılımında arar: Anar’da bu, geminin kapalı evreninde kozmolojik bir yayılma olarak belirirken, Günday’da bireysel yıkımın toplumsal normlara yayılmasıyla sonuçlanır. Bu etki, felsefi olarak kötülüğün, kolektif iradenin bireysel iradeyi aşındıran gücünden kaynaklandığını kanıtlar.
Varoluşsal Sorgulamaların Derinliği
Anar’ın Amat‘ı, geminin Akdeniz seferi sırasında karşılaşılan korsan çatışmalarıyla varoluşsal sorgulamayı derinleştirir; sonsuzluğun kaçınılmazlığı, mürettebatın felaketlere karşı direnişinde, kötülüğün kökenini evrensel bir gerçeklik olarak konumlandırır. Romanın kara kitap ve yasak sır motifleri, bu sorgulamayı felsefi bir boyuta taşırken, yolculuk ölümün nihai zaferini ilan eder. Günday’ın Ziyan‘ında varoluşsal derinlik, kahramanların Atatürk dönemine uzanan sinirlilik halleriyle belirir; yıkım arzusu, tarihsel kutsallığın bireysel bozulmayı tetikleyen bir unsur haline gelmesini sağlar. Her iki yazarın metinlerini değerlendirdiğimizde, sorgulamalar kötülüğün felsefi kökenini, varoluşun anlamsızlığında bulur: Anar’da poetik bir deniz yolculuğuyla sonsuzluğa açılırken, Günday’da içsel bir donmayla kapanır. Bu derinlik, kötülüğün, insan koşulunun kaçınılmaz bir parçası olduğunu bilimsel bir kesinlikle ortaya koyar.
Toplumsal Normların Bozulma Mekanizmaları
Amat‘ın Osmanlı donanma kültüründe salı günü sefere çıkmama geleneği, toplumsal normların bozulmasını simgeler; kaptanın düzeni bozma eğilimi, normların kötülüğü içkin kılan yapısal kusurları açığa vurur. Mürettebatın iç çatışmaları, bu bozulmayı kolektif bir felakete dönüştürür. Ziyan‘da normlar, askerlik hiyerarşisinin tabu eleştirisiyle parçalanır; kahramanların kadınlara ve otoriteye yönelik nefret dolu eylemleri, toplumsal yapının yıkım arzusunu norm haline getirdiğini gösterir. Anar ve Günday’ın eserleri üzerinden, bozulma mekanizmaları kötülüğün kökenini, normların baskı altında tersine dönmesinde arar: Anar’da geminin yolculuğu normların kozmik bir eleştirisine yol açarken, Günday’da bireysel patlamalar toplumsal bir krize evrilir. Bu mekanizma, felsefi olarak kötülüğün, normların içerdiği çelişkilerden doğduğunu doğrular.
Etik Sorumluluğun Sınırları
Anar’ın Amat‘ında etik sorumluluk, reisin ölümsüzlük arayışında merhametin silinmesiyle sınanır; geminin 58 topu, kolektif şiddetin etik sınırları aştığını vurgular. Bu sınırlar, romanın sonsuzluk temasıyla belirsizleşirken, sorumluluğun bireysel olmaktan çıktığını gösterir. Günday’ın Ziyan‘ında etik sınırlar, kahramanların disiplin koğuşundaki duyarsızlaşmayla erir; yıkım arzusu, sorumluluğu nihilist bir boşluğa indirger. Yazarların metinlerini merkeze alarak, etik sorumluluk kötülüğün kökenini, sınırların aşınmasında bulur: Anar’da yolculuk etik çöküşü evrensel bir kabule taşırken, Günday’da bireysel yıkım etik normları yok eder. Bu sınırlar, felsefi analizde kötülüğün, sorumluluğun dağılımıyla çoğaldığını kanıtlar.


