Fromm, Özgürlüğün Kaçışı: Günümüz Toplumlarında Otoriter Eğilimlerin Kökenleri
Bireysel Özgürlüğün Yükleri
Fromm’un özgürlük anlayışı, bireyin kendi kararlarını alma yetisinden doğan sorumluluğu vurgular. Modern toplumda bireyler, teknolojik gelişmeler, küresel iletişim ağları ve bireyselleşme süreçleriyle daha önce hiç olmadığı kadar özgür görünmektedir. Ancak bu özgürlük, bireyi toplumsal bağlardan kopararak yalnızlık ve belirsizlik hissiyle baş başa bırakabilir. Günümüzde sosyal medya platformları, bireylerin kendi kimliklerini inşa etme özgürlüğünü artırırken, aynı zamanda topluluk bağlarının zayıflamasına yol açmıştır. Örneğin, bireyler sosyal medyada kendi görüşlerini ifade etme özgürlüğüne sahipken, bu ortamda karşılaştıkları kutuplaşma ve linç kültürü, özgürlüğün getirdiği kaygıyı derinleştirir. Fromm’a göre, bu kaygı, bireyleri otoriter liderlere veya ideolojilere sığınmaya iten temel bir etkendir. Otoriter rejimler, karmaşık dünyayı basitleştiren söylemler sunarak bireylere bir “ait olma” hissi vadeder.
Toplumsal Yapıların Dönüşümü
Modern toplumların ekonomik ve sosyal yapıları, Fromm’un tezini anlamak için önemli bir bağlam sağlar. Kapitalist sistemlerin bireyciliği yüceltmesi, rekabeti ve performansı önceliklendirmesi, bireylerde sürekli bir başarı baskısı yaratır. Bu baskı, özgürlüğün getirdiği sorumluluğu taşınamaz bir yük haline getirebilir. Örneğin, neoliberal politikalar bireyleri kendi ekonomik güvenliklerinden sorumlu tutarken, sosyal güvenlik ağlarının zayıflaması, bireyleri çaresiz hissettirebilir. Bu çaresizlik, otoriter rejimlerin “güçlü lider” imajına olan talebi artırır. Fromm’un “negatif özgürlük” kavramı burada devreye girer: birey, dışsal kısıtlamalardan kurtulsa da, içsel bir anlam arayışında yetersiz kalabilir. Günümüz toplumlarında bu durum, popülist hareketlerin ve otoriter liderlerin yükselişiyle kendini gösterir. Bu liderler, karmaşık sorunlara basit çözümler sunarak bireylerin kaygılarını yatıştırmayı hedefler.
Kimlik ve Aidiyet Arayışı
Fromm’un tezinde, özgürlüğün getirdiği yalnızlık, bireyleri kimlik ve aidiyet arayışına iter. Günümüz toplumlarında bu arayış, milliyetçilik, dini köktencilik veya ideolojik kutuplaşmalar gibi formlarda ortaya çıkabilir. Sosyal medya ve dijital iletişim araçları, bireylerin kendi kimliklerini inşa etmelerine olanak tanırken, aynı zamanda toplulukların parçalanmasına yol açar. Örneğin, çevrimiçi yankı odaları, bireylerin yalnızca kendi görüşlerini pekiştiren içeriklerle karşılaşmasına neden olur. Bu durum, Fromm’un “özgürlükten kaçış” kavramıyla örtüşür: bireyler, farklı görüşlerle yüzleşmenin getirdiği rahatsızlıktan kaçarak, otoriter bir liderin veya ideolojinin sunduğu kesinlik duygusuna sığınabilir. Antropolojik açıdan bakıldığında, insan doğasının topluluk içinde anlam bulma ihtiyacı, otoriter rejimlerin çekiciliğini artıran bir faktördür.
İktidar ve İtaatin Dinamikleri
Otoriter rejimlere eğilim, yalnızca bireysel kaygılarla değil, aynı zamanda toplumsal iktidar dinamikleriyle de şekillenir. Fromm, bireylerin özgürlükten kaçış sürecinde otoriteye boyun eğme eğilimini, sadomazoşist eğilimlerle ilişkilendirir. Günümüzde bu eğilim, bireylerin güçlü liderlere veya ideolojilere teslim olma isteğiyle kendini gösterir. Örneğin, ekonomik belirsizliklerin ve küresel krizlerin (pandemiler, iklim değişikliği, göç hareketleri) arttığı dönemlerde, bireyler karmaşık sorunlarla başa çıkmak yerine, bu sorunları çözeceğini iddia eden otoriter figürlere yönelir. Bu durum, özellikle genç nesillerde, geleceğe dair belirsizliklerin artmasıyla daha belirgin hale gelir. Otoriter rejimler, bireylere bir “kurtarıcı” figürü sunarak, onların özgürlükten kaynaklanan sorumluluklarını üstlenmeyi vadeder.
Semboller ve Anlatılar
Fromm’un tezinde, otoriter rejimlerin bireyleri etkileme gücü, yalnızca maddi vaatlerle değil, aynı zamanda güçlü semboller ve anlatılarla da ilişkilidir. Günümüz toplumlarında bu semboller, popülist söylemler, nostaljik anlatılar veya “altın çağ” mitleri şeklinde ortaya çıkar. Örneğin, otoriter liderler, geçmişe dair idealize edilmiş bir anlatıyı kullanarak bireylerin kaygılarını yatıştırır ve bir “biz” kimliği oluşturur. Bu anlatılar, bireylerin özgürlükten kaynaklanan belirsizliklerle yüzleşmesini zorlaştırır. Dilbilimsel açıdan bakıldığında, otoriter rejimlerin kullandığı dil, basitlik ve kesinlik üzerine kuruludur. Bu dil, karmaşık gerçeklikleri basitleştirerek bireylerin zihinsel yükünü azaltır ve otoriter eğilimleri güçlendirir. Örneğin, “düşman” yaratma stratejisi, bireylerin korkularını bir dışsal hedefe yönelterek birleşme hissi yaratır.
Teknolojinin Çelişkili Rolü
Modern teknolojiler, özgürlüğün hem genişletici hem de kısıtlayıcı yönlerini ortaya koyar. İnternet, bireylere bilgi erişimi ve ifade özgürlüğü sağlarken, aynı zamanda gözetim ve manipülasyon araçları olarak da işlev görür. Fromm’un tezine göre, bireyler özgürlüklerinin farkında oldukları kadar, bu özgürlüğü yönetme sorumluluğundan da kaçarlar. Günümüzde algoritmalar, bireylerin bilgi tüketimini şekillendirerek, onların dünya görüşlerini daraltabilir. Bu durum, bireyleri otoriter anlatılara daha yatkın hale getirir. Örneğin, sosyal medya platformlarının algoritmaları, bireylerin yalnızca kendi görüşlerini destekleyen içeriklerle karşılaşmasını sağlayarak, eleştirel düşünme yetisini zayıflatabilir. Bu, Fromm’un özgürlükten kaçış tezini teknolojik bir bağlamda doğrular: bireyler, bilgi bolluğu karşısında bunalmış hissederek, otoriter bir rehberliğe sığınabilir.
İnsan Doğası ve Otorite
Fromm’un tezi, günümüz toplumlarındaki otoriter eğilimlerin yalnızca geçici bir fenomen olmadığını, aksine insan doğasının ve toplumsal yapıların derin bir yansıması olduğunu gösterir. Özgürlüğün getirdiği sorumluluk, bireylerin anlam arayışını ve topluluk ihtiyacını karşılayacak yapılar oluşturulmadığında, otoriter rejimlere olan eğilimi artırır. Ancak bu durum, aynı zamanda bireylerin ve toplumların bu eğilimlere karşı direnç geliştirebileceği bir alan açar. Eğitim, eleştirel düşünme ve toplumsal dayanışma, özgürlüğün yükünü taşıyabilecek bireyler yaratmada kritik bir rol oynar. Fromm’un tezi, günümüz toplumlarına, özgürlüğün yalnızca bir hak değil, aynı zamanda bir sorumluluk olduğunu hatırlatır. Bu sorumluluğu üstlenmek, otoriter eğilimlerin panzehiri olabilir.