Evrim teorisi nedir? Evrim “sadece bir teori” midir; ispatlanmamış mıdır?
Bilimsel meselelerdeki en yaygın kafa karışıklıklarından birisi “teori” ile “kanun” arasındaki ilişkiyle ilgilidir. Birçokları, teorilerin “ispatsız, dayanaksız iddialar” olduğu görüşüne sahiptir; çünkü halk arasında “Bir teorim var” ya da “O sadece bir teori” tarzı kullanımlarda ima ettiğimiz, bu şekilde dayanaksız ve ispatsız iddialardır. Hatta oldukça popüler dizi ve filmlerle de bu gündelik kullanım pekiştirilmektedir. Bilim dilinde ise teoriler, son derece sağlam kanıtlarla desteklenen, doğal bir olgu veya sürecin gerçekleşmesini sağlayan mekanizmaları açıklayan, Evren’e dair neden ve nasıl sorularımıza yanıt verebilen bilgi bütünleri olarak tanımlanır. Bu durumda, halk arasındaki “teori” sözcüğü ile bilim dilindeki “teori” sözcüğünün taban tabana zıt anlamlara evrimleştiği söylenebilir.
Ancak bilim dilinde de, sınanmayı bekleyen görüş, fikir, düşünce anlamında bir sözcük bulunmaktadır: hipotez. Hipotezler, doğaya veya Evren’e yönelik gözlemlerimizden yola çıkarak, o gözlemlerin neden ve nasıl o şekilde işlediğini açıklamak amacıyla geliştirdiğimiz geçici cevaplardır. Bu cevaplar henüz sınanmamıştır ve bilimsel testlerden geçmeyi beklerler. Ancak elbette, bir alanda uzman olan bir biliminsanının geliştirdiği bir hipotez, çoğu zaman çılgınca değil, son derece sağlam temelli, önceki araştırma ve bulgulardan gücünü alan, gerçek olma ihtimali en azından uydurma bir açıklamaya göre daha yüksek olan bir yaklaşım olacaktır. Buna rağmen hipotezler, henüz sınanmamış olmalarından ötürü halk arasındaki “teori” sözcüğünün bilimdeki karşılığına çok daha yakındır.
Peki doğaya veya Evren’e yönelik gözlemlerimize ne diyoruz? İşte burada da karşımıza kanun, yasa, ilke, prensip gibi kavramlar çıkıyor. Bunlar, doğanın işleyiş biçimine yönelik gözlemlerimiz sonucunda ortaya çıkardığımız temel mekanizmalardır. Örneğin bir cismi havada serbest bıraktığınızda yere düşmesi bir gözlemdir. Evren’in bu şekilde davranıyor olmasından yola çıkarak keşfettiğiniz olguya veya sürece “kanun ” (veya “yasa”) deriz. Adından da anlaşılacağı üzere kanunlar (ya da yasalar), Evren’in çalışma biçimini ifade eden olgulardır. Kanunları, bir nevi gerçek olan olarak düşünmek mümkündür. Biz onları fark etsek de fark etmesek de, anlasak da anlamasak da gerçek olan olgu ve süreçlerdir. Bunlar, Evren’in yapısından ve dokusundan ötürü bu şekildedir. Belki başka evrenler varsa orada farklı şekilde gerçekleşebilirlerdi; ancak “bu Evren” içinde, “bu Evren’in” yapısının ve dokusunun bu şekilde olmasından ötürü o şekilde süregelen olgu ve süreçlerdir.
Ancak bir gerçeğin farkında olmak, onun neden veya nasıl o şekilde olduğunu açıklamamızı sağlamaz. Örneğin bir topu bıraktığınızda yere düşüyor olduğunu fark etmek önemlidir; fakat topun neden bu davranışı sergilediğini, mesela neden sağa doğru fırlamadığını ya da yerden uzaklaşmadığını açıklamaya yetmez. Bir diğer deyişle, kanunların açıklayıcı güçleri yoktur; sadece “malum olanın ifadesinden” ibarettirler.
Teoriler, bilimsel açıklamanın domğudur!
Peki gerçekleri nasıl açıklarız? lşte bu süreçte önce hipotezler devreye girer: Bir gerçeği gözlemledikten sonra, o gerçeğin neden ve nasıl o şekilde olduğuna yönelik, eğitimli bir açıklama ileri süreriz. Bu, hipotez geliştirme evresidir. Bunu yaparken, açıklamamızı bilimsel yöntemlerle nasıl sınayacağımızı, ne tür deneylerden geçireceğimizi de kestirmeye ve belirlemeye çafişmz.’ Şunu yaptıktan sonra deney düzeneklerimizi hazırlar, ek gözlemlerimizi yapar, hipotezimizin geçerliliğini test ederiz. Çoğu zaman ilk açıklamalar hatalıdır. Bu nedenle yeniden gözden geçirmek ve ek deney ve gözlemlerden elde ettiğimiz veriler ışığında açıklamalarımızı düzenlemek gerekebilir. Bunu yaparken, yeni hipotezi de nasıl sınayacağımızı ve ne açılardan yaklaşarak yanlışlamaya çalışacağımızı belirleriz.
Görebileceğiniz gibi bilim, büyük oranda yanlışlama odaklı bir bilgi türüdür.3 Yani bir hipotezin doğruluğunu ispatlamaya çalışmayız; çünkü zaten orijinal iddiamız, açıklamamızın doğru açıklama olduğu yönündedir. Eğer zaten doğru olduğunu varsaydığımız bir açıklamayı, bir de ek olarak ispatlamaya çalışacak olsaydık, birçok yanılgıya
3
Burada ufak bir parantez açılabilir: Günümüzde bilim, Kari Popper’ın söylediği gibi yanlışlama üzerinden ilerleyen bir sisteme sahip değildir. Basit anlatımlarda “yanlışlanabilirlik” ilkesi halen kullanılabilir; fakat bilimde daha ziyade, birbiriyle yarışan teorilerin gerçekçilik payını olasılıkçı bir sıralamaya koyarız. Yeni veriler toplandıkça, o yeni verileri de eski verilerle birlikte açıklayabilen teorilerin “doğru teori” olasılığı artar; yeni verileri açıklayamayan (sadece eski verileri açıklayabilen) teorilerinse “doğru teori” olma ihtimali azalır. Yanlışlanan teorilerin toptan çöpe atıldığı bir bilim anlayışı, oldukça indirgemeci ve basit bir anlayıştır; fakat yine de konunun özünü anlatmak açısından (işin aslı bilindiği sürece) kullanılabilir.
düşebilir, kendi kendimizi kandırmaya açık olurduk. Ric- hard Feynman’ın da dediği gibi:
Bilim, kendi kendini kandırmamanın bir yoludur. llk kuralı, kendini kandırmamaktır. Çünkü kandırması en kolay kişi, kendinizsiniz. 4
Halbuki kendi iddiamıza bile eleştirel yaklaşmayı öğrenebilirsek, hipotez olarak ileri sürdüğümüz iddiaların neden yanlış olabileceği ve nasıl çürütülebileceği üzerine kafa yorabilir; yalnızca bu zorlu sınavdan geçmeyi başarabilen fikirlerle gerçek arayışımıza devam edebiliriz.
lşte bunu yaptığımızda, elimizde bir olgu veya sürecin neden veya nasıl öyle olduğuna dair bir veya birkaç adet hipotez kalır. Süreçte doğan yeni sorulara da yeni hipotezlerle yaklaşır, her seferinde birden fazla deneme yapar, en isabetli cevaplan ortaya çıkarmaya çalışırız. Fakat hipotezler de yeterli değildir; çünkü hipotezler genellikle olguların (kanunların, yasaların) fazlasıyla spesifik olan noktalarına odaklanır. Resmin bütününü gösteremezler.
lşte tam da bu noktada devreye teoriler girer. Teoriler, bir araştırma sorgusu sırasında test edilmesine rağmen çürütülememiş (ve dolayısıyla güç kazanmış) olan hipotezleri alıp, bir bütün olarak açıklamaya çalışan; bir olgu veya sürece dair bütüncül bir açıklama sunmayı başaran, hipotezlerin zorlu bilimsel ve felsefi sınavlardan geçmiş olmasından ötürü sağlam temellere dayanan bir açıklama bütünüdür. Yani teoriler, Evren’de olan bitene dair açıklamalarımızın doruk noktası konumundadır.
Bilim çileli bir yoldur!
4. Bu söz, Richard Feynman’ın Kalifomiya Teknik Enstitüsü’nün (Cal- Tech) 1974 mezuniyet töreni sırasında verdiği, “Cargo Cult Science” başlıklı konuşmasında geçmektedir. Ayrıca sonradan Surely You’re ]o- king, Mr. Feynman! başlıklı kitabında da 1985 yılında basılmıştır. Söz, kitabın 343. sayfasında geçmektedir (Türkçesi, Eminim Şaka Yapıyorsunuz Bay Feynman, Alfa Yayıncılık, 2016).
lş burada da bitmez; çünkü birçok hipotezi bir araya getirip, tutarlı ve bütüncül bir teori ileri sürdükten sonra bunu bol miktarda veriyle destekleyebilmeniz ve akademik bir dergide yayımlayabilmeniz gerekir. Bu iş için alanında uzman birden fazla akademisyeni çalışmanızın özgünlüğü, isabetliliği ve güvenilirliği konusunda ikna etmeniz gerekir. Bu kişiler, sizin iddialarınızı lime lime edip zayıflatmak için ellerinden geleni artlarına koymazlar; çünkü bilimsel ilerleme acımasızdır ve bir iddianın hatalı taraflarını gösterebilmek, alandaki uzmanlığın/ustalığın en bariz göstergelerinden birisidir. Bilimnsanları, bu gücü kullanmaktan ve birbirlerinin iddialarını yanlışlama yarışına girmekten çekinmez. Bilim, böyle işler!
Ama iş, bir makale yayımlamakla da bitmiyor. Bir teori, hakemli bir dergide yayımlandıktan sonra, alandaki binlerce biliminsanı, bilimsever ve uzmanın denetiminden geçmeye başlar. Araştırmayı okuyan veya kendi çalışmalarında kullanan kişiler, bu bulguları sınama imkanına erişir. Eğer kendi çalışmalarında, önceki bir çalışmanın iddialarını tekrarlayannyarlarsa, bunu “Editöre Mektup” adı verilen bir yöntemle veya doğrudan doğruya yeni bir akademik makale yazarak ilan edebilirler. Bu sayede, yıllarınızı verdiğiniz bir teori, eğer eksik veya gedikse, yayımlanmasından onlarca yıl geçmiş olsa bile çürütülebilir ve hatta çok bariz hatalara sahipse, yayından kaldırılabilir.
Tüm bunları anlatmamın nedeni, evrim teorisi derken sözünü ettiğimiz “teori” kavramının ne basamaklardan geçerek bu noktaya geldiğini gösterebilmektir. Bir teoriye bakıp, “Aman, bu sadece bir teori” demek, sadece derin bir bilimsel eğitim noksanlığına işaret etmez; aynı zamanda akademik araştırmalara ömrünü adayan sayısız uzmanın entelektüel birikimine hakaret etmek gibidir.
Hipotezler teori olmaz, teoriler kanun olmaz!
Birçoklarının kafasını karıştıran nokta, eğitim sisteminde bir aralar öğretilen “Hipotezler ispatlanınca teori olur, teoriler daha da ispatlanınca kanun olur” öğretisidir. Bu, belki skolastik düşüncenin hüküm sürdüğü zamanlar haricinde, bilim için hiçbir zaman geçerli olmamıştır ve bilimsel meselelerin gereğinden fazla basitleştirilmesi halinde ne kadar hatalı algıların doğabileceğine yönelik güzel bir örnektir. Hipotezler ispatlanınca teori olmazlar; tam tersine, çürütülemedikleri müddetçe güçlenir ve teoriler tarafından daha çok kullanılırlar. Teoriler, daha da ispatlanınca kanun olmazlar; çünkü zaten teoriler, kanunların neden ve nasıl o şekilde işlediğini açıklayan bilimsel bilgi bütünleridir. Teoriler kanunları kapsar; kanunlar, teorilerden “hiyerarşik olarak” üstün değildir. Kanunlar bize etrafımızdaki şeylerle ilgili sadece ne bilgisini verebilir, teoriler ise “neden” ve “nasıl” sorularını açıklar. Bu bakımdan teoriler, bilimsel bilginin doruğundadır.
Uzun lafın kısası: Doğada gözlediğimiz, canlıların nesiller içerisinde değiştiği gerçeğine evrim adını vermekteyiz. Bu değişimin neden ve nasıl yaşandığını açıklayan bilgiler bütününe, yani evrimin mekanizmalarını ve süreçlerini açıklayan bilimsel bilgi yığınına evrim teorisi demekteyiz. Bu açıdan bakıldığında şunu söyleyebiliriz: Evet, evrim “sadece” bir teoridir. Ancak bir bilimsel teorinin zaten ondan öteye gidebileceği herhangi bir nokta da yoktur.
Biyoloji kafanızı karıştırırsa, fıziği düşünün!
Bu konuyu biyoloji ve evrim çerçevesinde anlamak istiyorsanız, her zaman fiziği düşünün: İnsanlar, cisimlerin yere doğru hareket etmeye meyilli olduğunu binlerce yıldır biliyorlardı. Bu, bir doğa yasasının, yani “gerçek” olan bir şeyin gözlemiydi. “Ne?” sorusunun cevabıydı. “Ne oluyor?” “Serbest bırakılan cisimler yere doğru hareket ediyor.” Bu, kütleçekimi dediğimiz doğa yasasının ta kendisidir. Ancak bu doğa yasası, bize bundan başka hiçbir bilgi vermez. Cisimler yere doğru hareket ediyor da, neden yere doğru hareket ediyor? Nasıl hareket ediyorlar? Üzerlerine bir ip asılıymış da çekiliyorlarmış gibi mi? Yoksa “arkalarından iten” bir şey mi var? Ya da bambaşka bir yolu olabilir mi? İşte bu sorulara cevap vermek için önce “olası cevaplar” (hipotezler) geliştirmemiz, sonra onları sınamamız, yanlış olanları elememiz, doğru olanları çürütmeye çalışmayı sürdürmemiz, bu zorlu sınavdan geçebilenleri bir araya getirmemiz ve cisimlerin bu hareket etme davranışına yönelik sorularımızı bütüncül bir şekilde açıklayabilen açıklamalar geliştirmemiz (teoriler üretmemiz) gerekir. Newton, bu hareketi açıklamak için cisimler arasında doğrusal ve anlık etki eden bir kuvvet olduğunu, uzay ve zamanın ayrık ve bağımsız olduğunu varsaymış (bazı hipotezler geliştirmiş) ve bu hipotezler çerçevesinde geliştirdiği üç ilkeyle bir çekim teorisi inşa etmiştir. Bu teori, fizik sahasındaki en kapsamlı, en başarılı ve en eski açıklamalardan biri olduğu için, Newton yasası olarak anılmıştır ve asırlarca bu şekilde kullanılmıştır.
Ta ki Albert Einstem, Newton’un varsayımının hatalı olduğunu gösterene kadar.. . Einstgın, uzay ve zamanın birbirinden ayrı olmadığmı keşTettikten sonra, cisimlerin hareketlerine yönelik gözlemlerimizin göreli olduğu yönünde bir hipotez geliştirmiştir. Kütleçekimini, büyük kütleli cisimlerin uzay-zaman düzlemini bükmesi sonucunda, kütleli diğer cisimlerin bu bükük uzay-zaman düzleminden ötürü yön değiştirmesi olarak açıklamıştır. İşte farklı hız ve kütlelerdeki cisimlerin hareketlerine yönelik bu yeni açıklamalar bütününe görelilik (izafiyet) teorisi denmiştir. Buna bağlı olarak Newton’un açıklamalarının yasa olarak adlandırılmasının hatası daha iyi anlaşılmış ve o açıklama, Newton’un kütleçekim teorisi olarak anılmaya başlanmıştır.
Ancak bir teorinin diğerinden daha başarılı olması, her zaman önceki teoriyi dışlamamızı gerektirmez. Newton’un teorisi, sonradan keşfedilen kısıtları çerçevesinde oldukça kullanışlı bir teoridir ve kapsamı dahilindeki cisimlerin davranışlarını gayet iyi bir şekilde açıklayabilir. Einstein’ın teorisi, sadece Newton’un keşfettiği kapsamdaki cisimlerin hareketini açıklamakla kalmaz, aynı zamanda onun teorisinin açıklayamadığı hareketleri de (örneğin ışık hızına yakın hızlarda hareket eden cisimlerin de hareketini) açıklar. Bu bakımdan, kapsamı daha geniştir. Ama en nihayetinde yapılan, eldeki bir gerçeği (cisimlerin birbirine doğru hareket ettiği gerçeğini) açıklama çabasıdır. Bunun için hipotezler geliştirilir, bu hipotezler sınanır ve zayıf olanlar elenirken, güçlü olanlar bir araya getirilerek, açıklanmak isteyen gerçeğe yönelik daha kapsamlı bir açıklamalar bütünü inşa edilir. Buna teori deriz.
Etrafımızdaki her şey, bilimsel teoriler sayesinde çalışır. Örneğin arabanızın silecekleri, makine mühendisliğinde okutulan makine teorisiyle çalışır. Bilgisayarınızdaki devreler, elektrik-elektronik mühendisliğinde kullanılan devre teorisi sayesinde çalışır. Evinizi ısıtan kaloriferler, gazların kinetik teorisi sayesinde çalışan kazanlarla size ısı verir. Evren’in dokusunun nasıl çalıştığını kuantum teorisi sayesinde anlarız. Yani bir bilimsel açıklama, “teori” olduğu için zayıf değildir. Bir bilimsel açıklama “teori” ise onun sınanmışlığına ve bilimin zorlu testlerinden geçtiğine güvenebilirsiniz demektir.
50 Soruda Evrim
Çağrı Mert Bakırcı
Bilim ve Gelecek Kitaplığı


