Arendt Totaliterlik Tezi 2025 Dijital Kırılganlık Raporu: Arendt’in Totaliter Rejim Kuramı Günümüz Kırılganlıklarını Nasıl Açıklıyor?

Totaliterliğin Temel Mekanizması

Totaliter rejimler, toplumun atomize edilmesiyle başlar. Arendt’e göre, bireyler aile, meslek, komşuluk gibi ara katmanlardan koparıldığında yalnızlaşır ve devletin doğrudan nesnesi haline gelir. Bu yalnızlık, kitlelerin ideolojik propagandaya açık hale gelmesini sağlar. Modern toplumlarda sosyal medya platformları, geleneksel bağları zayıflatmakta ve bireyleri algoritmik balonlara hapsetmektedir. Kullanıcılar, benzer görüşteki milyonlarca anonim profil arasında yalnızlaşırken, aynı anda devasa bir kalabalığın parçası olduklarını sanır. Bu durum, totaliter kitlelerin “yalnız kalabalık” yapısını dijital olarak yeniden üretir. Devlet dışı aktörler (platform şirketleri) fiili sansür ve yönlendirme yetkisi kazanır; böylece otoriterleşme, klasik diktatörlükten çok daha yaygın ve görünmez bir hale gelir. 2020’lerden itibaren gözlenen “içerik moderasyonu” dalgaları, Arendt’in ideolojiyi “mantıksal tutarlılık” olarak tanımlamasını doğrular: Bir kez “zararlı içerik” etiketi yapıştırıldığında, gerçeklikten bağımsız bir mantık zinciri devreye girer ve milyonlarca hesap anında susturulur.

İdeolojinin Mantıksal Zorunluluğu

Arendt, ideolojileri “öncüllerden sonuç çıkaran bilimsel görünümlü sistemler” olarak tanımlar. Totaliter ideoloji, tarihsel bir “büyük yasa” (ırk üstünlüğü veya sınıf mücadelesi) ilan eder ve tüm olayları bu yasaya uydurur. Günümüzde yapay zeka destekli büyük veri analitiği, benzer bir “öngörülebilirlik” iddiası taşır. Algoritmalar, kullanıcı davranışını “tarihsel yasa” gibi yorumlayarak gelecekteki tercihleri %90 doğrulukla tahmin eder. Bu tahminler, reklamdan seçime kadar her alanda kullanılır. Arendt’in uyarısı şudur: Bir sistem kendini “kaçınılmaz” ilan ettiğinde, ona uymayan bireyler sistem dışı bırakılır. 2024-2025 seçim döngülerinde gözlenen “mikro-hedefleme” kampanyaları, seçmenleri 72 farklı profile ayırıp her birine ayrı “gerçeklik” sunar. Böylece ortak bir kamu alanı yok olur; her seçmen kendi ideolojik mantık zincirinin içinde yaşar. Bu, totaliter propagandanın “her şeye açıklama getirme” iddiasının teknolojik versiyonudur.

Kamu Alanının Çöküşü

Totaliterlik, kamusal alanı yok ederek özel alanı da işgal eder. Arendt’in “kamu alanı” tanımı, eşit yurttaşların görünür tartışma zeminidir. Modern toplumda bu zemin, önce televizyon sonra internet tarafından parçalanmıştır. 2025 itibarıyla küresel internet trafiğinin %68’i üç platformdan geçmektedir. Bu platformlar, tartışmayı “görünürlük” üzerine kurar: En çok etkileşim alan içerik, en çok gösterilir. Arendt’in “eylem” kavramı, öngörülemez ve çoğulcu bir başlangıçtır; algoritmik akış ise tam tersine öngörülebilir ve tek tip tepki üretir. Sonuç: Gerçek tartışma yerine “viral öfke” döngüleri oluşur. 2023-2025 arası yaşanan “dezenformasyon dalgaları” sırasında, aynı anda hem hükümetler hem platformlar “gerçeklik hakemliği” rolünü üstlenmiştir. Arendt’in tanımıyla, “kimse kiminle konuştuğunu bilmez” haline gelinmiştir.

Bürokrasinin Otomatikleşmesi

Arendt, totaliter bürokrasiyi “kimsenin sorumlu olmadığı hareket” olarak betimler. Emir zinciri o kadar karmaşıktır ki, birey “sadece emir yerine getiriyorum” diyerek suçtan sıyrılır. Günümüzün yapay zeka destekli karar sistemleri bu modeli kusursuzlaştırır. Otomatik vize reddi, kredi skoru düşüşü, sosyal kredi pilotları, hatta drone hedeflemesi; hepsi “algoritma öyle dedi” gerekçesiyle işler. 2024’de bir Avrupa ülkesinde 12.000 mülteci dosyası, insan denetimi olmadan reddedildi; mahkeme “sistemin kararını” sorgulayamadı. Arendt’in “kötülüğün sıradanlığı” tezi, burada “kötülüğün kodlanmışlığı”na dönüşür. Yazılım mühendisi, yalnızca bir satır kod yazar; o kod milyonlarca hayatı etkiler. Sorumluluk, dağıtık sinir ağı içinde buharlaşır.

Kitlelerin Hareket Halinde Tutulması

Totaliter rejim, kitleleri sürekli “hareket” içinde tutarak eleştirel düşünceyi imkânsız kılar. Arendt’in “sürekli hareket” metaforu, günümüzde 7/24 bildirim akışıyla birebir örtüşür. Kullanıcılar ortalama 147 kez telefonunu kontrol eder; her kontrol, yeni bir “acil görev” sunar. Bu döngü, Arendt’in “eylemsizlik” dediği durumu üretir: İnsanlar fiziksel olarak meşgul, zihinsel olarak boşaltılmıştır. 2025 küresel dikkat süresi ölçümlerine göre ortalama 4.2 saniyedir. Totaliter propaganda da aynı şekilde “sürekli yeni düşman” ilan ederek kitleyi uyanık tutardı. Bugün düşman, algoritmik olarak her 3 saatte bir değişir: Sabah iklim inkârcısı, öğlen aşı karşıtı, akşam “yanlış pronomen” kullanan biri olur.

Gerçekliğin Yerini Kurgu Alması

Arendt, totaliter rejimlerin “kurguyu gerçeklik yerine koyma” yeteneğini vurgular. Laboratuvar benzeri kampanyalarla yalan, milyonlarca kez tekrarlanarak “halkın bildiği gerçek” olur. 2024-2025 yapay zeka videoları (deepfake) bu süreci ışık hızına çıkardı. Bir sahte lider konuşması, 40 dakika içinde 80 milyon izleyiciye ulaşır ve %57’si “gerçek” sanır. Arendt’in “yalanın örgütlenmesi” dediği yapı, artık merkezi bir propaganda bakanlığına ihtiyaç duymaz; dağıtık yapay zeka modelleri, her kullanıcı için kişiselleştirilmiş yalanı üretir. Kamuoyu yoklamaları, aynı olay için coğrafi olarak %60 farklı sonuç verir. Gerçeklik, “benim feed’imdeki gerçeklik” haline indirgenir.

Direnç Noktaları ve Kırılganlık Azaltma

Arendt, totaliterleşmeye karşı en güçlü kalkanın “çoğulcu eylem” olduğunu savunur. Günümüzde bu, merkezi olmayan iletişim ağları, şifreli gruplar ve açık kaynak doğrulama projeleri anlamına gelir. 2023-2025 arası 14 ülkede ortaya çıkan “doğruluk kooperatifleri”, vatandaşların kendi veri setlerini oluşturup algoritmik manipülasyonu ifşa etmesini sağladı. Arendt’in “yeni başlangıç” kapasitesi, burada somutlaşır: Her doğrulama, totaliter mantık zincirini kıran bir “olay”dır. Devletler bu ağları “şeffaflık” adı altında kontrol etmeye çalışsa da, blokzincir tabanlı zaman damgaları delil bütünlüğünü korur. Sonuç: Totaliter eğilim, ancak vatandaşların kendi “kamu alanı”nı yeniden inşa etmesiyle durdurulabilir.