Aşırı Erkek Beyni ve Otizm: Feminist Eleştirilerin Derinlemesine İncelemesi

Simon Baron-Cohen’in “aşırı erkek beyni” teorisi, otizm spektrum bozukluğunu (OSB) açıklamak için geliştirilmiş bir model olup, biyolojik ve nörolojik temellere dayanır. Bu teori, otizmin sistemleştirme yeteneklerinin (genellikle erkeklerle ilişkilendirilen) aşırı gelişimi ve empati yeteneklerinin (genellikle kadınlarla ilişkilendirilen) zayıflığıyla bağlantılı olduğunu öne sürer. Feminist teoriler ise bu tezi, toplumsal cinsiyet normlarını pekiştirdiği, biyolojik indirgemeciliğe dayandığı ve otizmin çok boyutlu doğasını göz ardı ettiği gerekçesiyle eleştirir. Bu metin, Baron-Cohen’in teorisini ve feminist eleştirileri, bilimsel, sosyolojik, etik ve antropolojik açılardan derinlemesine inceleyerek, otizm anlayışındaki bu tartışmayı çok katmanlı bir şekilde ele alır.

Teorinin Temelleri ve Biyolojik Çerçeve

Baron-Cohen’in teorisi, otizmi “aşırı erkek beyni” olarak tanımlar ve bu durumun, prenatal testosteron düzeylerinin beyin gelişimini etkilediği hipotezine dayanır. Teori, otizmli bireylerin sistemleştirme becerilerinde (örneğin, matematiksel veya mekanik düşünme) üstünlük gösterdiğini, ancak sosyal ve duygusal bağ kurma kapasitelerinin sınırlı olduğunu iddia eder. Bu, erkek ve kadın beyinleri arasında varsayılan bir ikiliği temel alır; erkekler sistemleştirici, kadınlar empatik olarak kategorize edilir. Bilimsel açıdan, teori nörogelişimsel verilere dayanır ve bazı deneysel bulgularla desteklenir, örneğin, otizmli bireylerde sistematik düşünme eğiliminin daha belirgin olduğu gözlemleri. Ancak, bu model, otizmin heterojen doğasını açıklamakta yetersiz kalır ve bireysel farklılıkları genellemeler yoluyla basitleştirir. Feminist eleştiriler, bu biyolojik çerçevenin toplumsal cinsiyet rollerini doğallaştırdığını ve bilimsel söylemi ideolojik bir araca dönüştürdüğünü savunur.

Toplumsal Cinsiyet ve Bilimsel Söylemin Eleştirisi

Feminist teoriler, Baron-Cohen’in modelini, toplumsal cinsiyet stereotiplerini biyolojik bir temele oturtarak güçlendirdiği için eleştirir. Teorinin, erkek ve kadın beyinlerini ikili bir karşıtlık üzerinden tanımlaması, toplumsal cinsiyetin tarihsel ve kültürel olarak inşa edilmiş doğasını göz ardı eder. Örneğin, Judith Butler’ın performatif cinsiyet kuramı, cinsiyetin biyolojik bir özden ziyade toplumsal pratikler yoluyla oluştuğunu öne sürer. Bu bağlamda, “aşırı erkek beyni” kavramı, erkekliği sistemleştirme ve kadınlığı empatiyle eşleştirerek, cinsiyet normlarını yeniden üretir. Ayrıca, feminist bilim eleştirmenleri, örneğin Cordelia Fine, bilimsel araştırmaların önyargılardan arınmış olmadığını ve nörobilimde cinsiyet farklılıklarının abartıldığını belirtir. Bu eleştiriler, Baron-Cohen’in teorisinin, otizmi anlamada bilimsel bir araçtan çok, toplumsal cinsiyet hiyerarşilerini meşrulaştıran bir söylem olarak işlev gördüğünü öne sürer.

Otizmin Çeşitliliği ve Teorik Kısıtlamalar

Otizmin nörolojik ve davranışsal çeşitliliği, “aşırı erkek beyni” teorisinin genelleştirici yapısını sorgular. Otizm spektrum bozukluğu, sosyal iletişim zorluklarından duyusal hassasiyetlere kadar geniş bir yelpazede belirtiler gösterir ve her bireyde farklı biçimlerde ortaya çıkar. Baron-Cohen’in teorisi, sistemleştirme ve empati eksenine odaklanarak, bu çeşitliliği yeterince kapsamaz. Örneğin, bazı otizmli bireyler empati konusunda zorluk yaşamazken, bazıları sistemleştirme becerilerinde ortalama performans gösterir. Ayrıca, teori, otizmin genetik, çevresel ve epigenetik faktörlerden kaynaklanan karmaşık bir durum olduğunu göz ardı eder. Feminist nörobilimci Rebecca Jordan-Young, cinsiyet temelli genellemelerin, bireysel farklılıkları anlamayı zorlaştırdığını ve bilimsel modellerin çok boyutlu olması gerektiğini savunur. Bu bağlamda, teori, otizmin yalnızca bir yönüne odaklanarak, bütüncül bir anlayış sunmakta başarısız kalır.

Bilim ve İdeoloji Arasındaki Gerilim

Bilimsel teorilerin ideolojik etkileri, “aşırı erkek beyni” teorisinin eleştirisinde önemli bir yer tutar. Feminist teorisyenler, bilimin tarihsel olarak toplumsal normları meşrulaştırmak için kullanıldığını, örneğin 19. yüzyılda kadınların “histerik” olarak etiketlenmesi gibi, belirtir. Baron-Cohen’in teorisi, bu geleneği sürdürerek, otizmi erkek cinsiyetiyle ilişkilendirir ve kadın otizmini görünmez kılar. Otizmli kadınların teşhis alma olasılığı, erkeklere kıyasla daha düşüktür, çünkü teşhis kriterleri erkek merkezlidir. Feminist eleştirmenler, bu durumun, teorinin hem bilimsel hem de toplumsal sonuçlarının problemli olduğunu gösterdiğini savunur. Ayrıca, teorinin, otizmli bireyleri stereotipik bir “erkek” kalıbına sıkıştırması, onların bireysel deneyimlerini ve kimliklerini marjinalleştirir. Bu, bilimsel söylemin, toplumsal eşitsizlikleri yeniden ürettiği bir örnek olarak ele alınır.

Dil ve Temsilin Gücü

Teorinin kullandığı dil, feminist eleştirilerin bir diğer odak noktasıdır. “Aşırı erkek beyni” ifadesi, otizmi patolojik bir durum olarak çerçevelendirir ve erkek cinsiyetiyle özdeşleştirir. Bu dil, otizmli bireylerin toplumsal algısını şekillendirir ve onların farklılıklarını bir “eksiklik” olarak sunar. Feminist dilbilimci Deborah Tannen, dilin toplumsal gerçeklikleri inşa ettiğini ve güç dinamiklerini yansıttığını belirtir. Bu bağlamda, teorinin dili, otizmli bireyleri damgalarken, toplumsal cinsiyet normlarını da pekiştirir. Feminist teoriler, otizmin nöroçeşitlilik paradigması üzerinden anlaşılmasını savunur; bu paradigma, otizmi bir hastalık değil, insan çeşitliliğinin bir parçası olarak görür. Baron-Cohen’in teorisi, bu yaklaşımla çelişir ve otizmi biyolojik bir “anormallik” olarak sunar, bu da hem bilimsel hem de etik sorunlar doğurur.

Etik Boyutlar ve Toplumsal Sonuçlar

Teorinin etik sonuçları, otizmli bireylerin toplumsal kabulü ve hakları açısından önemlidir. “Aşırı erkek beyni” modeli, otizmi erkek cinsiyetiyle ilişkilendirerek, otizmli kadınların ve cinsiyet kimliği farklı bireylerin deneyimlerini dışlar. Bu, teşhis ve destek süreçlerinde eşitsizliklere yol açar. Feminist etikçiler, örneğin Carol Gilligan, bilimin bireylerin öznel deneyimlerini merkeze alması gerektiğini savunur. Baron-Cohen’in teorisi, bu öznel deneyimleri genellemeler yoluyla siler ve otizmli bireylerin kendi anlatılarını oluşturma hakkını kısıtlar. Ayrıca, teori, otizmli bireylerin toplumsal damgalanmasına katkıda bulunabilir, çünkü “aşırı” ve “erkek” gibi terimler, onların farklılıklarını olumsuz bir çerçevede sunar. Feminist eleştiriler, bilimin, bireylerin onurunu ve çeşitliliğini koruyan bir çerçeve sunması gerektiğini vurgular.

Antropolojik ve Kültürel Bağlam

Antropolojik açıdan, “aşırı erkek beyni” teorisi, Batı merkezli bir bilim anlayışını yansıtır. Toplumsal cinsiyet rolleri, farklı kültürlerde farklı anlamlar taşır; bazı toplumlarda empati veya sistemleştirme, cinsiyetle ilişkilendirilmez. Baron-Cohen’in teorisi, bu kültürel çeşitliliği göz ardı eder ve evrensel bir model sunar. Feminist antropologlar, örneğin Lila Abu-Lughod, bilimsel söylemlerin kültürel önyargılardan etkilendiğini ve yerel bağlamları marjinalleştirdiğini belirtir. Otizmin anlaşılmasında, kültürel normların ve toplumsal yapıların etkisi büyüktür; örneğin, bazı kültürlerde sosyal iletişim farklı biçimlerde değerlidir. Teorinin bu bağlamları dikkate almaması, onun evrensel geçerliliğini sorgulatır. Feminist eleştiriler, otizmin küresel ve yerel düzeyde çok boyutlu bir şekilde ele alınması gerektiğini savunur.

Geleceğe Yönelik Düşünceler

Otizm araştırmalarının geleceği, “aşırı erkek beyni” teorisinin sınırlarını aşmayı gerektirir. Feminist teoriler, bilimin daha kapsayıcı ve birey odaklı bir yaklaşımla ilerlemesini önerir. Nöroçeşitlilik hareketi, otizmi bir patoloji olarak görmek yerine, insan deneyiminin bir parçası olarak kabul eder ve bu, teorinin biyolojik indirgemeciliğine bir alternatif sunar. Ayrıca, bilimsel modellerin, toplumsal cinsiyet önyargılarından arındırılması ve bireysel farklılıkları merkeze alması önemlidir. Feminist eleştiriler, bilimin toplumsal sorumluluklarını hatırlatarak, otizmli bireylerin seslerinin duyulmasını sağlar. Bu bağlamda, otizm araştırmaları, hem bilimsel hem de toplumsal düzeyde daha adil ve bütüncül bir anlayışa doğru evrilmelidir. Teorinin eleştirisi, sadece bilimsel bir tartışma değil, aynı zamanda insan hakları ve toplumsal eşitlik meselesidir.