Aysel’in Özgürlük Arayışı: Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak Romanında Kadın Kahramanın Feminist Çerçevede İncelenmesi

Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak romanı, Türkiye’nin modernleşme sürecinde kadın kimliğinin karmaşıklığını ve bireyselleşme mücadelesini derinlemesine ele alan bir eserdir. Romanın ana kahramanı Aysel, Cumhuriyet’in “yeni kadın” idealini temsil ederken, aynı zamanda bu idealin dayattığı çelişkilerle yüzleşir. Feminist kuramlar ışığında Aysel’in karakteri, toplumsal cinsiyet normlarına karşı bireysel bir başkaldırı sergileyen, ancak bu başkaldırının sınırlarıyla mücadele eden bir figür olarak değerlendirilebilir. Bu çalışma, Aysel’in kimliğini, toplumsal cinsiyet rolleri, bireysel özgürlük arayışı, tarihsel bağlam ve dilin kullanımı üzerinden çok katmanlı bir şekilde incelemektedir. Aysel’in hikâyesi, yalnızca bireysel bir anlatı değil, aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme sürecindeki kadınların kolektif deneyimlerini yansıtan bir aynadır.

Cumhuriyet’in Kadın İdeali ve Aysel’in Konumu
Aysel, Cumhuriyet’in modernleşme projesinin ürünü olarak ortaya çıkar. 1938-1968 yılları arasında geçen roman, Türkiye’nin Batılılaşma çabalarının kadınlar üzerindeki etkilerini gözler önüne serer. Aysel, eğitimli, meslek sahibi ve bağımsız bir kadın olarak, Cumhuriyet’in “kurtarılmış kadın” imgesini temsil eder. Ancak bu imge, özgürlük vaadiyle birlikte toplumsal beklentilerin ağırlığını da taşır. Feminist kuramlar açısından, Aysel’in konumu, Simone de Beauvoir’ın İkinci Cins eserinde tanımladığı “öteki” kavramıyla ilişkilendirilebilir. Aysel, erkek egemen toplumun ona biçtiği rolleri sorgularken, aynı zamanda bu rollerin içselleştirilmiş sınırlarıyla mücadele eder. Onun doçentlik kariyeri ve entelektüel kimliği, patriyarkal düzenin kadınlara sunduğu sınırlı özgürlük alanını genişletme çabasını yansıtır. Ancak, Aysel’in bir otel odasında intihara yönelmesi, bu özgürlük arayışının çelişkili doğasını ortaya koyar. Toplumun ona dayattığı “modern kadın” kimliği, bireysel özgürlüğünü tam anlamıyla gerçekleştirmesine izin vermez. Bu durum, Aysel’in hem bireysel hem de toplumsal bir kriz yaşadığını gösterir.

Bireysel Özgürlük ve Toplumsal Sınırlar
Aysel’in öyküsü, bireysel özgürlük arayışının toplumsal normlarla çatışmasını çarpıcı bir şekilde ortaya koyar. Feminist bakış açısıyla, Aysel’in otel odasına kapanarak “ölmeye yatması”, patriyarkal düzenin dayattığı rollerden kaçışın sembolik bir ifadesidir. Bu eylem, Judith Butler’ın toplumsal cinsiyetin performatif doğasına dair teorileriyle ilişkilendirilebilir. Aysel, toplumun ona yüklediği “modern kadın” performansını reddederek, kendi öznelliğini yeniden inşa etmeye çalışır. Ancak bu süreç, kolay bir zaferle sonuçlanmaz. Aysel’in içsel çatışmaları, onun hem özgürleşme arzusunu hem de toplumsal baskıların ağırlığını yansıtır. Örneğin, öğrencisi Engin ile ilişkisi, yalnızca bir aldatma eylemi değil, aynı zamanda Aysel’in cinsel özgürlük ve bireysel özerklik arayışının bir yansımasıdır. Bu ilişki, toplumun kadın cinselliğine yönelik tabularını sorgularken, Aysel’in kendi ahlaki ve etik sınırlarıyla yüzleşmesine de yol açar. Bu bağlamda, Aysel’in hikâyesi, kadınların özgürlük arayışının yalnızca dışsal engellerle değil, aynı zamanda içselleştirilmiş normlarla da mücadele gerektirdiğini gösterir.

Kadın Kimliğinin Tarihsel ve Sosyal Boyutları
Aysel’in karakteri, Türkiye’nin modernleşme sürecindeki kadın kimliğinin tarihsel ve sosyal dinamiklerini yansıtır. Cumhuriyet’in ilk yıllarında kadınlar, ulus-devletin modernleşme projesinin birer simgesi olarak konumlandırılmıştır. Ancak bu konumlandırma, kadınları nesneleştirerek onların bireysel öznelliklerini arka plana itmiştir. Deniz Kandiyoti’nin “kurtarılmış ama özgürleştirilmemiş” kadınlar kavramı, Aysel’in durumunu anlamak için önemli bir çerçeve sunar. Aysel, Cumhuriyet’in sağladığı eğitim ve meslek fırsatlarından yararlanırken, aynı zamanda bu fırsatların getirdiği çelişkilerle boğuşur. Toplumun kadınlardan beklediği “iffetli” ve “fedakâr” rollere uymakla, kendi bireysel arzuları arasında bir çatışma yaşar. Bu çatışma, Aysel’in otel odasında geçirdiği 1 saat 27 dakikalık süreçte yoğunlaşır. Bu süre, onun hem kişisel tarihini hem de toplumsal tarihle hesaplaşmasını temsil eder. Aysel’in bu hesaplaşması, feminist kuramların “kesişimsellik” kavramıyla da ilişkilendirilebilir; çünkü onun kimliği, yalnızca cinsiyetle değil, aynı zamanda sınıf, eğitim ve kültürel bağlamla şekillenir.

Dil ve Anlatımın Kadın Öznelliğine Katkısı
Ağaoğlu’nun romanda kullandığı dil, Aysel’in iç dünyasını ve toplumsal çatışmalarını aktarmada güçlü bir araçtır. Romanın modernist anlatım tarzı, Aysel’in bilinç akışını ve çoksesli yapısını vurgulayarak, onun öznelliğini derinlemesine ortaya koyar. Mihail Bahtin’in çokseslilik kavramı, Aysel’in iç diyaloglarında ve toplumsal normlarla çatışmasında belirginleşir. Aysel’in kendi sesiyle toplumun sesleri arasındaki gerilim, romanın anlatımında güçlü bir şekilde hissedilir. Örneğin, Aysel’in otel odasında kendi geçmişiyle yüzleşmesi, dilin bireysel ve kolektif belleği bir araya getirme gücünü gösterir. Feminist dilbilim açısından, Aysel’in anlatısı, patriyarkal söylemin kadınları nesneleştiren diline karşı bir direnç olarak okunabilir. Ağaoğlu, Aysel’in iç konuşmaları aracılığıyla, kadınların kendi öznelliklerini ifade etme mücadelesini görünür kılar. Bu dilsel strateji, Aysel’in hem bireysel hem de toplumsal bir özne olarak yeniden inşa sürecini destekler. Romanın bu yönü, feminist kuramların dilin cinsiyetlendirilmiş doğasını sorgulama çabasıyla uyumludur.

Aysel’in Yabancılaşması ve Öznellik Arayışı
Aysel’in otel odasına kapanması, yalnızca fiziksel bir izolasyon değil, aynı zamanda toplumsal ve bireysel yabancılaşmanın bir göstergesidir. Edward Said’in “yersiz yurtsuzlaşma” kavramı, Aysel’in kimliksel belirsizliklerini anlamada önemli bir çerçeve sunar. Aysel, Cumhuriyet’in modernleşme projesinin ona sunduğu kimlikle, kendi bireysel arzuları arasında sıkışıp kalır. Bu sıkışmışlık, onun kendisini toplumdan ve hatta kendisinden yabancılaşmış hissetmesine yol açar. Feminist kuramlar açısından, bu yabancılaşma, patriyarkal düzenin kadınları kendi bedenleri ve arzuları üzerinde kontrol sahibi olmaktan alıkoymasının bir sonucudur. Aysel’in “ölmeye yatması”, bu yabancılaşmaya karşı bir tür başkaldırı olarak değerlendirilebilir. Ancak bu başkaldırı, aynı zamanda bir kriz anını temsil eder. Aysel, kendi öznelliğini yeniden inşa etmeye çalışırken, toplumun ona dayattığı kimliklerin anlamsızlığını fark eder. Bu süreç, onun bireysel özgürlük arayışının hem umut verici hem de trajik yönlerini ortaya koyar.

Toplumsal Cinsiyet ve Güç Dinamikleri
Aysel’in hikâyesi, toplumsal cinsiyetin güç dinamikleriyle nasıl şekillendiğini gözler önüne serer. Roman, kadınların birey olarak özgürleşip özgürleşemediği sorusunu merkeze alır. Aysel’in öğrencisi Engin’le ilişkisi, bu güç dinamiklerinin karmaşıklığını yansıtır. Bu ilişki, yalnızca cinsel bir tabu olarak değil, aynı zamanda Aysel’in toplumun ona dayattığı ahlaki normlara karşı bir isyanı olarak okunabilir. Feminist kuramlar açısından, bu isyan, kadınların kendi bedenleri ve arzuları üzerinde özerklik iddia etme çabasını temsil eder. Ancak Aysel’in bu çabasının toplumsal yaptırımlarla karşılaşması, patriyarkal düzenin kadınları kontrol etme mekanizmalarını ortaya koyar. Örneğin, Aysel’in doçentlik kariyeri, ona belirli bir toplumsal statü sağlasa da, bu statü onun cinsiyetine dayalı olarak sürekli sorgulanır. Bu durum, Sandra Bern’in cinsiyet şeması teorisiyle ilişkilendirilebilir; toplumun cinsiyet rollerine dair beklentileri, Aysel’in bireysel kimliğini sürekli olarak yeniden şekillendirir.

Aysel’in Varoluşsal Sorgulaması
Aysel’in otel odasındaki 1 saat 27 dakikalık süreci, varoluşsal bir sorgulamanın yoğun bir yansımasıdır. Bu süreç, onun hem bireysel hem de toplumsal kimliğini yeniden değerlendirmesine olanak tanır. Feminist felsefe açısından, Aysel’in bu sorgulaması, kadınların kendi varoluşlarını anlamlandırma çabasını temsil eder. Simone de Beauvoir’ın “kadın doğulmaz, kadın olunur” ifadesi, Aysel’in hikâyesinde somutlaşır. Aysel, toplumun ona dayattığı “kadın” kimliğini sorgularken, kendi öznelliğini inşa etmeye çalışır. Ancak bu inşa süreci, patriyarkal düzenin kadınlara sunduğu sınırlı özgürlük alanlarıyla çatışır. Aysel’in intihara yönelmesi, bu çatışmanın trajik bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Ancak aynı zamanda, bu eylem, onun kendi varoluşunu yeniden tanımlama çabasının bir göstergesidir. Aysel’in bu süreçte yaşadığı çelişkiler, feminist kuramların kadınların öznellik arayışını nasıl ele aldığına dair önemli ipuçları sunar.

Aysel’in Feminist Mirası
Aysel’in hikâyesi, feminist kuramlar açısından, kadınların bireysel özgürlük arayışının hem umut verici hem de trajik yönlerini ortaya koyar. Onun otel odasında geçirdiği zaman, yalnızca kişisel bir kriz anı değil, aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme sürecindeki kadınların kolektif deneyimlerini yansıtan bir anlatıdır. Aysel, Cumhuriyet’in “yeni kadın” idealini hem benimseyen hem de sorgulayan bir figür olarak, feminist kuramların temel sorularına yanıt arar: Kadınlar, patriyarkal düzenin dayattığı rollerden ne ölçüde kurtulabilir? Özgürlük, bireysel bir çaba mıdır, yoksa toplumsal bir dönüşüm gerektirir mi? Aysel’in hikâyesi, bu sorulara kesin bir yanıt vermese de, kadınların öznellik arayışının karmaşıklığını ve zenginliğini gözler önüne serer. Adalet Ağaoğlu’nun Ölmeye Yatmak romanı, bu bağlamda, feminist edebiyatın önemli bir örneği olarak değerlendirilebilir.