Başlangıçta kaos vardı. Yunan Mitolojisi böyle der bize.
DÜNYANIN YARADILIŞI
Gaia ve Uranos – Kronos ve Rhea – Zeus ve Kardeşleri – Titanlar ve Gigantlar
Başlangıçta kaos vardı. Yunan Mitolojisi böyle der bize.
Bu kaosun ne olduğunu kimseler bilemez. Kaosu bir tanrı olarak kabul etmek de insanı ürkütür. Bu kaostan bir anda neden Gaia’nın, yani toprağın oluştuğunu da kimseler bilmez. Fakat Gaia bir anda ortaya çıkıvermişti.
Aşağı yukarı Homeros’un çağdaşı olması gereken o ihtiyar anlatıcı Hesiod, bize Yunan tanrılarının nasıl oluştuğunu anlatır. – Gaia’dan gökyüzü yükseldi, başka bir deyişle Uranos. Gökyüzü toprağın oğluydu. Hem oğlu, hem de sevgilisiydi. Sisli günlerde açık havaya çıktığımız zaman, gökyüzünü yeryüzünden ayırt edemeyiz. Gökyüzüyle yeryüzü birbirine o kadar yakın bulunmaktadırlar ki, birbirlerine öylesine bir aşkla sarılmışlardır ki, yeryüzü Gaia’nın nerede başladığını ve gökyüzü Uranos’un nerede bittiğini bilemeyiz.
Bereket getiren, tüm yeşilliği üzerinde taşıyan Gaia, gökyüzünün sisi ve yağmuruyla ıslanmıştı. Gaia ile aynı anda yaratıcı aşkın ruhu olan Eros ortaya çıktı. Onu bir varlık olarak değil, daha ziyade Gaia’nın başlangıçtan beri bir eğilimi olarak kabul etmek gerekir. Gökyüzü ve yeryüzünü birbiri üstünde tutan güçtür Eros.
İşte bu kucaklaşmadan, bugün söyleneceği gibi milyonlarca yıl sürmüş olan bu kucaklaşmadan ilk varlıklar oluştu. Gaia oğlu Uranos’un altında zevkten eğilip bükülüyordu, böylece de yumuşak, sıcak, narin, yeşil tepeler oluştu.
Gaia soma bu tepelerden Titanları doğurdu. Mağrur Kronos ve ulvi Rhea da bu Titanların arasındaydı.
Gaia ve Uranos’un en güçlü oğlu Kronos’tu. Kronos üzerine çok kafa yorulmuştur ve en akla yakın açıklama, onun isminin “Chronos”, yani zamandan kaynaklandığıdır. Fakat genel olarak Kornos’un zamanla bir ilgisi olmadığı kabul edilir ve bu ismin ona neden verildiği henüz bilinmemektedir.
Düşünme yeteneğine sahip ilk varlıklar olan mağrur Titan Kronos ve ulvi Titan Rhea’dan sonra, Gaia’nın bağrından canavarlar çıktı. İnanılmaz korkunçlukta, yüz kollu devler olmalıymış bunlar. Babaları Uranos bu canavarlardan ilk gördüğü andan itibaren iğrenmişti ve onları kocaman erkeklik orgamyla toprağın içine geri itip duruyordu.
Gaia kıvranmaya başlamıştı, yeryüzü kıvrım kıvrım kıvranıyordu, fakat bu defa zevkten değil, acıdan dolayıydı. Gaia eğilip bükülüyordu ve acı dolu bu kıvranmaları sonucu yeryüzündeki büyük, taşlı, kayalı dağlar ortaya çıktı.
Fakat gökyüzü Uranos aynı zamanda annesi de olan karısına -Yunan tanrılarının yaşamlarında ensest ilişki başından beri belirleyici bir rol oynamıştır-, Gaia’ya, kocaman organıyla eziyet etmekten bir türlü vazgeçmiyordu. Topraktan çıkan yüz kollu devleri devamlı gerisin geriye itiyordu.
Gaia umutsuzluk ve acı içinde oğlu Kronos’a seslendi ve onun kulağına şöyle fısıldadı: “Baban ve aynı zamanda yarı kardeşin olan bu canavardan kurtar beni.”
“Eğer bana yardım edersen” dedi Kronos, “bunu yapmayı denerim.”
Bunun üzerine Gaia, Kronos’un pençeye benzer güçlü ellerinin yanmda demir bitirdi. Yerden biten bu demir yine yerin iradesiyle bir tırpan şekline girdi.
Gaia Kronos’a seslendi: “Bununla babanı hadım et.”
Kronos bu tırpan ile babası ve yarı-kardeşi Uranos’un erkeklik organını biçti ve böylece gökyüzü hadım oldu.
Yani gökyüzünün ve yeryüzünün oğlu Kronos, babasını hadım etmiş oldu. Gökyüzü tüm zamanlar için yeryüzünden ayrılmıştı. Bu andan itibaren hükümdarların ayaklarından hiç olmazsa birinin toprağa basması gerekiyordu. Sadece gökyüzünde bulunup yeryüzüne hükmetmek olanaksızlaşmıştı.
Babasının erkeklik organını kesen Kronos onu fırlatıp attı ve bir daha arkasına dönüp bakmadı. Kesilmiş erkeklik organından kan damlaları düşüyordu toprağa. Gaia’nın bereketli yüzüyle birleşen bu kan damlalarından yeni varlıklar geldi dünyaya. Romalıların Furia dedikleri İntikam Tanrıçaları Erinysler doğmuştu toprağın bağrından. Bu İntikam Tanrıçaları son derece korkunçtur, tüm söylencelere girmişlerdir ve suçluları ölünceye kadar ko-valayan bir nevi mitolojik polis gibidirler. En meşhur kurbanlarından biri Oresf dir. Onun hikâyesini sonra anlatacağız. İntikam Tanrıçalarım dünyaya getiren bir çığlıktır.
Oğlunun kendisinin de dünyaya gelmesini sağlayan organını kesmesi karşısında korkunç bir acı duymuştu Uranos. Duyduğu ilk acıydı bu ve çok şaşırmıştı. Şaşkınlık ve acıdan dolayı attığı çığlık, intikam arzusuyla doluydu. Bu intikam arzusu, toprağa düşen kan damlalarında da mevcuttu ve Erinysler bu damlalardan doğdular.
Artık erkeklik yeteneğini yitirmiş olan organdan damlayan diğer kanlardan ise, Gigantlar doğmuştu. Gigantlara bir bakış fırlatmak epey ilginç olacaktır, hem de sadece son derece çirkin olmalarından dolayı değil. Bazı akıllı düşünürler, Gigantlarm insan biçimine benzer bazı şeyler barındırdığını söylemişlerdir. Tabii burada akla diğerlerinin nasıl göründükleri sorusu gelmektedir. Gaia’nın görünüşünün dünyamız gibi olduğunu biliyoruz.
Uranos’un görünüşü ise gökyüzü gibidir. Kronos’tan ise pek emin değiliz, çünkü zamanla birlikte dış görünüşü de değişiyordu. Her halükârda Gigantlarm insanlara benzer bir yapıları vardı, sadece vücutlarının alt kısmı yılan biçimli bir kuyrukla son buluyordu, Demek ki Gigantlarda Sürüngen özellikleri de vardı. İki ayaklan üzerinde duruyorlardı, fakat sürüngen kuyruklarına sahiptiler. Belki de Gigantlar dinozorlardı, kim bilir…
Bu spekülasyonları daha ileri götürmek niyetinde değilim. Uranos’un hâlâ havada uçmakta olan organında kalmıştık. Dediğimiz gibi, ilk ve ikinci kan damlaları toprağa düşmüş, bunlardan Erinysler ve Gigantlar doğmuştu.
Organ sonunda suya düştü. Bir tanrı hadım edildiği zaman, her an oldukça detaylı olarak gözlemlenmelidir.
Uranos, oğlu Kronos tarafından hadım edildiği zaman, organında spermler bulunuyordu. Tuzlu deniz suyuyla birleşen bu spermler bir köpük oluşturdu ve bu köpük Kıbrıs’ta karaya vurdu. Aphrodite doğmuştu bu tohumdan. Aphrodite, Aşk Tanrıçası, Aphrodite, köpükten doğan tanrıça.
Aphrodite göğün kızıdır ve ilk tanrılardan biridir.
Romalılar bu tanrıçayı kabul etmişler ve ona Venüs ismini vermişlerdir. Göğe baktığımız zaman, sabah veya akşam yıldızı olarak görürüz Venüs’ü.
Fakat gökyüzünün ve yeryüzünün oğlu Kronos iktidarı eline aldığı anda, gerçek yüzünü gösterdi. En az babası kadar zalimdi. Yüz kollu kardeşlerini kurtarmadı, halbuki hepsi de tüm umutlarını ona bağlamıştı. Hayır, onlara daha da büyük bir kötülük yaparak, hepsini daha da geriye, ta Tartaros’a kadar itekledi.
Tartaros Yeraltı Dünyası’nın en derin, en karanlık, en uğursuz yeridir. Homeros şöyle der: ‘Tartaros’un Yeraltı Dünyası’na olan uzaklığı, dünyanın gökyüzünden olan uzaklığı kadardır.”
Karanlık kavramı bu mekânın sıfatı olmaktan çok uzaktır. Oraya düşmek bir varlığın basma gelebilecek en kötü şeydir ve Kronos kardeşi olan yüz kolluları Tartaros’un ta göbeğine göndermiştir.
Titan Kronos kız kardeşi Rhea’yı eş olarak aldı.
Fakat yeryüzü, yani Gaia, ona bir kehanette bulunmuştu: “Baban Uranos’a yaptığın şeyi, günün birinde çocuklarından biri yapacak sana.”
Rhea, Koronos’a peş peşe birçok çocuk doğurdu ve böylece Eski Yunan tanrıları birer birer ortaya çıktı. Ocağın ve Ev Düzeninin Tanrıçası Hestia, kendisi ileride Olimpos’ta bir tür ev kadını olacaktır; Bereket Tanrıçası Demeter, kolunda bir demet başak ile tasvir edilir; Hera, evliliğin koruyucusu; Hades, sonradan Yeraltı Dünyasının Tanrısı olacaktır; Poseidon, Denizler Tanrısı. Rhea son olarak da Zeus’u dünyaya getirdi.
Annesinin kehanetini dikkate alan Kronos, çocuklarını birbiri ardına yutup midesine indiriyordu. Goya’nın tüyler ürpertici bir resmi, çocuklarından birini elinde tutan ye başım ısırmakta olan Koronos’u tasvir etmektedir.
Bu suratta görülen sadece tanrısal-titanik bir iktidar hırsı değil, aksine tamamen insani bir çılgınlıktır. Rhea elbette ki Kronos’un çocuklarına bu şekilde davranmasından hiç hoşlanmıyordu ve en son doğurduğu sevgili oğlunu kocasından gizledi. Onun yerine yemesi için Kronos’a bezlerle sarılıp sarmalanmış bir taş verdi. Kronos korkunç hırsı ve tüm zürriyetine karşı duyduğu korkunç öfke ile bu taşı yedi ve yapılan sahtekârlığı fark etmedi.
Rhea kundaktaki Zeus’u dağlarda bir yere götürdü ve bir keçinin sütünü sağarak çocuğuna içirdi. Nereden gelip nereye gittikleri belli olmayan küçük kara tanrıları yaşıyordu orada. Kuret adı veriliyordu bu tanrılara, doğanın ruhları olarak nitelendirmek çok daha uygun olur bence. Belki dallardan düşen yapraklardı bunlar, belki de ağaçların gövdelerine tırmanan kara yosunları. O zaman doğada içinde çoğalmanın ve dönüşmenin büyüsünü taşıyan hiçbir şey yoktu, bu yüzden Kuretler belki de ağaçların kuru dallarıydı ve yere düşüp kırılınca küçük tanrılara dönüşüyorlardı. İşte bu Kuretler, Rhea’ya Zeus’a göz kulak olacaklarına ve şayet Kronos bu taraflara gelecek olursa, korkunç gürültüler çıkararak onun çocuğun sesini duymasına engel olacaklarına söz verdiler.
Yani Kronos çocuklarından birinin yeryüzünde olduğunu bilmiyordu. Çocuklarının tümünü mideye indirdiğini sanıyordu.
Zeus büyüyerek genç ve güçlü bir tanrı olmuştu. Günün birinde yalnız başına dünyada yürürken Metis isimli bir periye rastladı. Hemen ona âşık oldu. Seviştiler. Sonra da Zeus, Metis’e hayatmı anlattı, ona yüreğini açtı, yana yakıla kardeşlerinin ve kendisinin kötü kaderinden dert yandı. Zeus’un anlattıkları karşısında çok duygulanan Metis, ona kusturucu bir şerbet getirdi ve bunu babasının yemeğine karıştırmasını söyledi.
Zeus babasının yanına yaklaşmayı göze alamadığı için şerbeti annesi Rhea’ya verdi, o da bunu Kronos’un yemeğine karıştırdı. Şerbet bir süre sonra etkisini gösterdi ve Kronos tüm çocuklarını geri kustu. Hepsi de babalarının karşısına dikilmişlerdi: Hestia, Demeter, Hera, Hades, Poseidon.
Zeus’un genç bir tanrı olabilmesi için aradan kaç yıl geçmesi gerektiğini, Yunanlıların bunu nasıl tasavvur ettiklerini bilmiyorum. Bütün bu zaman boyunca Zeus’un kardeşleri Kronos’un midesinde bulunuyordu. Bu durum bayağı ilginçtir. Çocukları babalarının midesine oturmuştu herhalde, yoksa aradan geçen zaman zarfında onları sindirmiş olması gerekirdi.
Şimdi de hepsi Zes’un önderliğinde babalarma karşı birleşmişti. Uzun ve şiddetli bir savaş başlamıştı. Zeus yüz kolluları Tartaros’tan çıkarmıştı, onlar da seve seve Zeus’un safına katılmışlardı. Bu savaş on yıldan fazla sürdü, fakat bir kez daha söylüyorum ki, o çağlarm zamanı şimdikinden oldukça değişikti…
Savaş Zeus ve kardeşlerinin üstünlüğü ile sona erdi.
Kronos artık iktidarı elinde tutmuyordu. Kronos, devrilmişti.
Romalılar Yunan tanrılarının neredeyse tümünü olduğu gibi benimsemişlerdi. Zaten galip tarafın, mağlupların değer yargılarını, metafiziğini, dinlerini ve felsefelerini benimsemesi sık sık görülen bir durumdur. Zeus’u Jupiter yapmışlardı, Tanrı Anası Hera’yı Juno, Denizler Tanrısı Poseidon’u Neptun, Aphrodite’i Venüs, Ares’i Mars, Hermes’i Merkur vs.
Babaları Kronos’a karşı Zeus kardeşlerine önderlik etmiş ve bu savaş on yıldan fazla sürmüştü. Günün birinde Zeus ve Kronos arasında bir uzlaşma gerçekleşmişti herhalde. Zaten bu savaş neredeyse sportif bir görünüm arz etmektedir. Çünkü yapılan her şey salt iktidar içindi, tüm amaç iktidarı ele geçirmekti. Zaten kimsenin kimseyi yaralamak veya öldürmek gibi bir düşüncesi de yoktu, çünkü tanrılar ölümsüzdü. Kronos iktidara yeteri kadar sahip olmuştu. O da bunun farkında olduğu için Zeus’la bir anlaşma imzaladı. Kronos, Mutlular Adası’nda emekliye sevk edilmişti. Orada az da olsa kader ve kısmete yön verebiliyordu. Bugün Amerika’da sadece altmış yaşının üstündekilerin oturabildiği bir şehir mevcuttur. Mutlular Adası da böyle bir yer olsa gerekti herhalde. Kronos orada yaşayan emeklilerin belediye başkanıdır. Yunan Mitolojisi kana susamış eski tiran Kronos’a işte böylesine insancıl bir son layık görmüştür.
Zeus’un önderliğinde her şey yeni bir düzene sokuldu. O andan itibaren kendilerini tanrı olarak adlandırıyorlardı. Zeus’un önderliği herkesçe onaylanmıştı. Gerçi tanrıların göğü, suyu ve toprağı kumar oynayarak paylaştıklarına dair bir versiyon da vardır, fakat bana kalırsa akla yakın olanı kardeşlerin Zeus’un egemenliğini gönüllü olarak kabul ettikleridir.
Zeus kendisi için gökyüzünün ve yeryüzünün hükümdarlığını almıştı. Sonra da Olimpos Dağı’nda tahtını kurdu. Bu dağm zirvesi genellikle bulutlarla kaplıdır.
Buna karşın Poseidon’un da denizler üstünde hakimiyet kurduğu söylenir. Buna ırmakları da eklemem gerekiyor. Burada akla şu gelmektedir: Vücudumuz da büyük oranda sudan oluştuğuna göre, Poseidon acaba bize ne oranda hakim olmaktadır?
Hades ise Yeraltı Dünyası’na hükmediyordu. Ayrıca, denilene göre, tanrılar arasmda tebaasım seven tek oydu.
Ölülerin rahat bırakılmasını isterdi daima.
Zeus dünyayı bu şekilde paylaştırdı ve insan yaratıldığı zaman bu panteonla karşılaştı.
PERİLERİN Ş A R K I S I
MICHAEL KÖHLMEIER
mitolojinin öyküsü
Çeviri: Atilla Dirim
Yurt Kitap-Yayın



