Bir Delinin Anıları – Gustave Flaubert

( * ) 1821-1880 yılları arasında yaşamış Gustave Flaubert, ?Ben bugünün okuru için değil, dil yaşadığı sürece ortaya çıkabilecek tüm okurlar için yazıyorum? demiştir. Nasılsa bir önsezi, bir içgörü; bilmiş olacak… Zira bugün de Fransız edebiyatının şüphesiz en büyüklerindendir Mösyö. Zaman ve tarih, hiçbir zaman yanılmıyor.
Yaşadığı dönemde eserleri beğenilmemiş, sıklıkla eleştirilmiştir. Flaubert?e karşı burjuvalar tarafından da duyulan tepki, konularının basitliği ve taşraya yakınlığından kaynaklanır. Gelin görün ki Flaubert de ?Erdemin ilk şartı burjuvalardan nefret etmektir? diye boşa söylememiştir. Hatta 1800?lerin edebiyat çevresi de usta yazarı pek sevmemiş, kullandığı lirik anlatıma karşı çıkmıştır. Bugün bile lirizme, anlatırken yaşamaya, illa bir şeyler anlatmaya düşkün o iştaha düşman kesilmiş garip bir grup yok mudur? Hani şu, ?aman canım, bir kapının açılması kırk sayfa mı anlatılırmış?çılardan söz ediyorum.

Mösyö?nün ilginç özellikleri
Fakat Victor Hugo, gerek anlatım tarzının akıcılığı, gerek anlattığı mevzuya hakimiyeti açısından Flaubert?e hayran olur. Hugo?nun, Fransız Akademesi?ne girdiği yıl, 1841?de, Gustave?da Paris?te hukuk fakültesine yazılır. Ama ilgisini çeken şey Paris?in renkli hayatıdır. Doğal olarak sınıfta kalır. Hukuk öğreniminden ona miras kalacak belki de biricik şey, ileride, yazılarındaki her cümlenin değiştirilemez tek bir anlam taşıması için her gün anayasadan bir bölüm okuması olacaktır.
Gerçekçiliğin kurucusu olarak anılan Mösyö?nün ilginç özellikleri vardır. Yazdıklarında her olayı titizlikle inceler, hiçbir kahramanına fazladan yakınlık duymaz. Madame Bovary?i yazarken, onun ölümünü daha iyi anlatabilmek için arseniğin tadına bakmış; hep daha iyi yazmak için… Bazısının bütün yaşamı, iyi yazmak üzerine kuruludur. Hayatıyla sanatını çok zaman birbirine karıştırmış, çile doldurarak yazmıştır.
Varlık dergisinin Ağustos 1980 sayısında, manevi oğlu Guy de Maupassant?ın, Flaubert ile ilgili söyledikleri, onun yazarlık tavrını anlamamız açısından oldukça önemlidir: ?Karşıma geçip yazmaya başladığında, mutlaka kendimden geçerek ve büyülenerek okuyacağım bir şeyler yazacağından emin olurdum. Saatlerce yazar, biraz dinlenmek için masasından kalktığında merakla yazdıklarına bakardım. Onca sayfa arasında yazılan her şeyin karalandığını görürdüm. Tekrar yerine geçer, çalışmaya başlar, yazdıklarını göstermesini istediğimde, elindeki kâğıdın üzerindeki 3 satırlık bir cümleyi gösterip, kendinden memnun,?İşte bunu yazdım,? derdi.? Zamanında sevgili Necati Tosuner?in bana söylediği gibi: Yazı, kalemle değil, makasla…

İnsanın etrafı karanlıktır
Sel Yayıncılık geçen ay Flaubert?in, daha önce dilimize çevrilmemiş bir kitabını yayımladı: Bir Delinin Anıları. Romancı, Madame Bovary?i yazarken otuz yedi yaşındaydı. Bu kitapsa gencecik bir adamın kaleminden, Bovary?den tam yirmi yıl önce çıkmış. Ama ne kalem! Gençlik çağından başlayarak yaygın kabul gören basmakalıp düşüncelerden tiksinmiş, hatta çok sonra Yerleşik Düşünceler Sözlüğü?nü yazacak bir yazarın hırçınlığı!
Kitapta Flaubert?in okulla ilgili düşüncelerini, yaşadığı ilk aşkın kendisinde bıraktığı etkileri görmek mümkün. Bunun dışında yolun başındaki birinin, yola dair sorduğu sorular öyle zor ve çetin ki, on yedi yaşındaki sözcüklerinin bile zamanı ve günü nereden kuşattığına şaşırmamak mümkün değil. Ne de olsa o, gelişmekte olan kentsoylular ile oluşan işçi sınıfının çatışmaları arasında yazıp durdu. İnsan için ne diyor bakın: ?Demek ki insanın etrafında sadece karanlıklar vardır; her şeyin içi boştur ve o sabit bir şey ister; bu devasa belirsizlikte kendi kendine yuvarlanır ve durmak ister; her şeye tutunur ve her şeyi eksiktir: Vatan, özgürlük, iman, Tanrı, erdem; bunların hepsini almıştır ve bütün bunlar elinden düşmüştür…?
İmge yüklü, akıcı, lirik bir anlatım dili, kıvrak bir zekâ ve ustalıklı geçişler, handiyse bir delinin bilinçaltından fışkıranlardan farksız. Birbirine bağımlı ya da birbirinden bağımsız okunabilecek yirmi üç metin. Bu yirmi üç metni birbirine en sıkı bağlayan şey de, düşüncelerin aykırılığı.
Bir Delinin Anıları, Gönül ki Yetişmekte romancısı Flaubert?i okumamışlara da, çok okumuşlara da onu yakından tanıtacak iyi bir kılavuz!
( * ) Onur Caymaz, 14/05/2010 tarihli Radikal Kitap Eki “Flaubert’in on yedi yaşı” adlı yazı

Tanıtım Yazısı
“İnsan, bilinmedik bir el tarafından sonsuzluğun içine atılan kum tanesi, uçurumun kenarındaki bütün dallara tutunmak isteyen, erdeme, aşka, bencilliğe, hırsa bağlanan ve daha iyi tutunmak için bütün bunları erdem sayan, Tanrı’ya yapışan ve her zaman zayıflayan, elleri bırakan ve düşen, zayıf ayaklı, zavallı böcek…”

Madam Bovary’nin Habercisi Bir Roman
Gustave Flaubert yazmaya başladığında henüz sekiz yaşındaydı. Madam Bovary fırtınası tüm dünyayı sarmadan çok önce, ilk kaleme aldığı roman Bir Delinin Anıları olmuştu. Otobiyografik öğeler taşıyan roman, yazarın iç dünyasına da ayna tutar nitelikte.

Flaubert’in 1838’de yazdığı Bir Delinin Anıları, yazarın kendisinin de dahil olduğu burjuva dünyasına eleştirel bir bakış olarak da okunabilir. Geçmiş ile şimdiki zaman arasında gidiş-gelişler tekniğiyle kaleme alınmış olan roman, imkânsız bir aşkın öyküsü. Yalnızlığı bir yaşam biçimi olarak seçen, hatta bunu bir ibadet gibi yaşayan kahramanımız, seçtiği bu yaşam biçiminin olumlu olumsuz bütün yanlarını tüm keskinliğiyle hisseder. Gençliğin heyecanı ve sorgulayan zihniyle hem kendini hem dünyayı hem de aşkı anlamaya çalışan bu karakter, on dokuzuncu yüzyıldan yirmi birinci yüzyıla uzanan bir aynadır da aslında…
Bir Delinin Anıları, Türkçeye ilk kez kazandırılan değerli bir klasik.

Kitabın Künyesi
Bir Delinin Anıları,
(Mémories d’un fou)
Gustave Flaubert,
Çeviren: Burak Zeybek,
Sel Yayınları,
2010
94 sayfa

Bir yorum

  1. Memoires d’un fou, “Memories” değil… Kitapta da orijinal adı böyle “Memories d’un fou” şeklinde geçiyor. Pes.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir