Davranışcı Terapileri Nasıl Anlamalı ? “Davranışçılığa Karşı Psikodinamik Direniş” Bölüm 2

20. yüzyıl psikolojisinin en temel ve felsefi çatışmalarından birini özetlemeye çalışacağız.


Davranışçılığa Karşı Psikodinamik Direniş: Anlam ve Derinliğin Mekanizmaya Başkaldırısı

  1. yüzyılın başlarında psikoloji, kendi kimliğini arayan genç bir bilim dalıydı. Doğa bilimlerinin kesinliği ve nesnelliğine duyulan hayranlık, insan ruhunu anlama çabasını da etkiledi. Bu arayışın en iddialı ve radikal çocuğu Davranışçılık oldu. John B. Watson ve B.F. Skinner gibi öncülerin liderliğinde, psikolojinin “bilimsel” olabilmesi için tek bir şart öne sürüldü: Sadece gözlemlenebilir ve ölçülebilir davranışlar incelenmelidir.

Bu, bir devrimdi. Zihin, bilinç, ruh, arzu gibi kavramlar, içinde ne olduğu bilinemeyen bir “kara kutu”ya (black box) atıldı ve anahtar uzağa fırlatıldı. İnsan, çevresel etkilere (uyaran-tepki, pekiştirme, ceza) göre şekillenen, programlanabilir bir organizma olarak tanımlandı.

Ancak tam da bu “kara kutu”nun kapısında, Viyana’dan yankılanan bir ses, kadim bir direniş başlattı. Sigmund Freud ve ardıllarının Psikodinamik Yaklaşımı, bu indirgemeci bakışa karşı insan ruhunun derinliğini, karmaşıklığını ve en önemlisi anlamını savundu. Bu, sadece iki farklı teori arasındaki bir rekabet değil; mekanizmaya karşı anlamın, yüzeye karşı derinliğin ve nesneye karşı öznenin felsefi bir başkaldırısıydı.

I. Davranışçılığın Vaadi ve Sınırları: “Gözlemlenebilen İnsan”

Davranışçılığın vaadi büyüleyiciydi: İnsanı anlarsak, onu kontrol edebilir ve daha iyi bir dünya yaratabilirdik. Skinner’a göre, doğru pekiştirme şemalarıyla arzu edilen her davranış öğretilebilir, istenmeyen her davranış söndürülebilirdi.

  • Fobi? Yılan korkusu, yılan ile korkutucu bir olay arasında kurulmuş yanlış bir şartlanmadan ibarettir.
  • Aşk? Bir kişiye yönelik olumlu pekiştireçlerin (güzel sözler, ilgi, sosyal statü kazanımı) yoğunlaşmasıdır.
  • Yaratıcılık? Rastlantısal olarak ortaya çıkan ve toplum tarafından ödüllendirilen yeni davranış kalıplarıdır.

Bu yaklaşım, pratik ve somut çözümler sundu. Davranışçı terapiler, belirli fobilerin ve alışkanlıkların değiştirilmesinde kayda değer başarılar elde etti. Ancak bu başarı, psikodinamik direnişin gözünde büyük bir bedelle geldi: İnsanın ruhunu kaybetmesi.

II. Psikodinamik Direnişin Temel Dayanakları

Psikodinamik direniş, Davranışçılığın temel varsayımlarına dört temel cepheden saldırdı:

1. “Kara Kutu” Değil, “Hazine Sandığı”: Bilinçdışının Varlığı

Psikodinamik kuram için o “kara kutu”, önemsiz bir detay değil, her şeyin başladığı yerdi: Bilinçdışı. Rüyalar, dil sürçmeleri (parapraksisler), espriler ve nevrotik semptomlar, bu gizli dünyanın varlığının inkâr edilemez kanıtlarıydı. İnsan davranışları, sadece dışsal pekiştireçlerin bir sonucu değil, aynı zamanda içsel çatışmaların, bastırılmış arzuların ve unutulmuş travmaların bir dışavurumuydu. Davranışçılığın görmezden geldiği her şey, aslında hikâyenin en önemli parçasıydı.

2. Semptom Bir Mekanizma Değil, Bir Mesajdır

Bu, en kritik ayrım noktasıdır. Davranışçı için bir semptom (örneğin, agorafobi – açık alan korkusu), ortadan kaldırılması gereken hatalı bir “programdır”. Amaç, kişiyi o alana korkusuzca sokabilmektir.

Psikodinamik terapist için ise semptom, şifresi çözülmesi gereken bir mesajdır. Agorafobi, belki de bastırılmış cinsel arzulardan duyulan korkunun veya dış dünyadaki sorumluluklardan kaçma isteğinin bir metaforudur. Semptomu anlamadan “söndürmek”, sadece alarmı kapatmaktır; yangın içeride devam etmektedir. Direniş, semptomun yok edilmesine değil, anlaşılmasına odaklanır. Çünkü anlaşılan bir semptom, görevini tamamlayıp kendiliğinden ortadan kalkabilir.

3. Geçmişin Hayaleti: Tarihin ve Çocukluğun Rolü

Davranışçılık, büyük ölçüde “şimdi ve burada” ile ilgilenir. Davranışı şekillendiren, mevcut çevresel koşullardır. Psikodinamik direniş ise “hiçbir insan bir tabula rasa (boş levha) değildir” der. Her birey, kendi kişisel tarihinin, özellikle de ilk çocukluk deneyimlerinin bir ürünüdür. Anne-baba ile kurulan ilişkiler, erken dönem çatışmaları ve bağlanma biçimleri, yetişkinlikteki davranışların görünmez senaryosunu yazar. Bir insanın bir duruma neden o şekilde tepki verdiğini anlamak için onun geçmişine, yani kara kutunun içindeki tarihe bakmak zorunludur.

4. İnsan Bir Makine Değil, Bir Anlam Arayışıdır

En temel felsefi direniş bu noktada yatar. Davranışçılık, insanı karmaşık bir makineye indirger. Psikodinamik yaklaşım ise insanın temelde bir anlam arayışçısı olduğunu savunur. Acı çekiyor olabiliriz, çünkü hayatımızda bir anlam eksikliği vardır. Belirli davranışları tekrar ediyor olabiliriz, çünkü bilinçdışı bir şekilde geçmişteki bir travmayı yeniden canlandırıp onu “anlamlandırmaya” çalışıyoruzdur. Aşk, sanat, din, felsefe gibi olgular, basit pekiştirme şemalarıyla açıklanamayacak kadar derin anlam katmanları taşır.

Sonuç: Direnişin Mirası

Bugün, katı Davranışçılık ve klasik Psikanaliz arasındaki duvarlar eskisi kadar yüksek değil. Bilişsel-Davranışçı Terapiler (BDT), “düşünceleri” (kara kutunun bir parçasını) denkleme dahil ederek önemli bir adım attı. Birçok modern terapist, eklektik (bütüncül) yaklaşımlar benimsiyor.

Ancak psikodinamik direnişin ruhu, modern psikoloji için hayati bir uyarı olarak varlığını sürdürmektedir: Davranışı ölçebilir, değiştirebilir ve hatta kontrol edebilirsiniz. Ama eğer davranışın ardındaki özneyi, onun eşsiz tarihini, acısını ve anlam arayışını göz ardı ederseniz, geriye kalan şey insan ruhunun boş bir kabuğundan ibaret olur. Bu direniş, psikolojinin bir “ruh bilimi” olduğunu unutmaması için verilmiş en onurlu mücadelelerden biridir.

Siz ne düşünüyorsunuz ? Fikirlerinizi merak ediyoruz.