Diyarbakır Topraklarından Koparılan Asur Zafer Anıtları: Şalmaneser III Dikilitaşlarının İzinde

Höyüğün Sessiz Tanıkları

Diyarbakır’ın Bismil ilçesine bağlı Üçtepe Höyüğü, Dicle Nehri’nin bereketli ovalarının ortasında, binlerce yıllık katmanların biriktiği bir tepe olarak yükselir. Bu höyük, Mezopotamya’nın karmaşık uygarlık zincirinin bir halkasıdır; Hititlerden Urartulara, oradan Asurlara uzanan bir tarihsel sürekliliği barındırır. 1861 yılında İngiliz seyyah John George Taylor’un kazıları sırasında, höyüğün derinliklerinden iki adet dikilitaş gün ışığına kavuşur. Bu taşlar, siyah bazalt yapısıyla dikkat çeker ve üzerlerinde Asurca çivi yazısı ile kabartma sahneler bulunur. Taylor, dönemin Diyarbakır Başkonsolosu olarak bu buluntuları Osmanlı yetkililerinden izin alarak yürütür; ancak kazıdan yalnızca iki yıl sonra, 1863’te bu eserler İngiltere’ye taşınır. British Museum’un koleksiyonuna katılan dikilitaşlar, bugün hâlâ Londra’da sergilenmektedir. Höyüğün bu iki tanığı, Asur İmparatorluğu’nun genişleme politikalarının somut belgeleridir; ancak yerlerinden sökülerek başka bir kıtaya taşınmaları, kültürel nesnelerin coğrafi bağlarından koparılmasının ilk örneklerinden birini oluşturur. Höyükteki kazılar, 1989’da İstanbul Üniversitesi’nden Prof. Dr. Veli Sevin’in önderliğinde yeniden başlatılır ve 6 metre kalınlığındaki sur kalıntılarıyla bir Asur sarayı ortaya çıkarılır. Bu keşifler, höyüğün MÖ 9. yüzyılda Asur idari merkezlerinden biri olduğunu doğrular; dikilitaşlar ise bu merkezin propaganda aracı olarak kullanıldığını gösterir.

Asur Tahtının Güçlü Elçisi

III. Şalmaneser, MÖ 859-824 yılları arasında Asur tahtında oturan bir hükümdar olarak, imparatorluğun en dinamik dönemlerinden birini yönetir. Babası II. Aşurnasirpal’ın miras bıraktığı merkeziyetçi yapıyı pekiştiren Şalmaneser, yıllık seferlerle Mezopotamya’nın doğu sınırlarından Akdeniz’e uzanan bir hakimiyet ağı kurar. Saltanatının ilk yıllarında Zagros Dağları’ndaki kabilelere, ardından Urartu Krallığı’na yönelir; ancak asıl odak noktası Suriye ve Anadolu’nun kuzey kesimleridir. MÖ 853’te Karkar Savaşı, bu seferlerin dönüm noktalarından biridir: Şalmaneser, 12 krallığın oluşturduğu koalisyona karşı ordusunu seferber eder. Bu koalisyonda, İsrail Krallığı’ndan Ahab’ın 2.000 savaş arabası ve 10.000 piyade ile katkısı, Asur yıllıklarında detaylıca kaydedilir. Dikilitaşlardaki kabartmalar, bu savaşı görselleştirir; Şalmaneser’in zaferini simgeleyen sahnelerde, müttefik kralların haraç sunuşları betimlenir. Taşların yüzeyinde yer alan çivi yazısı, kralın askeri başarılarını kronolojik olarak listeler: Her yılki seferler, ele geçirilen ganimetler ve boyun eğdirilen halklar, imparatorluğun yayılmacı ideolojisini yansıtır. Bu elçiler, sadece askeri birer belge değil, aynı zamanda Asur sanatının iki boyutlu perspektif tekniğinin ustalıklı örnekleridir; figürler, hiyerarşik bir düzen içinde kralın üstünlüğünü vurgular. Şalmaneser’in hükümdarlığı, iç isyanlarla da gölgelenir; oğlu Şamşi-Adad V’e karşı çıkan Asur-danin-apal’ın başkaldırısı, saltanatın son yıllarında tahtı sarsar. Dikilitaşlar, bu iç dinamiklere rağmen dış fetihlerin önceliğini koruyan bir propaganda aracı olarak işlev görür.

Kabartmalardaki Savaş Narratifi

Dikilitaşların yüzeyleri, Asur kabartma sanatının zirvesini temsil eder; her bir panel, kralın seferlerini bir hikaye zinciri gibi anlatır. Üst kısımda Şalmaneser’in figürü, yayını elinde tutarken Güneş Tanrısı Şamaş’ın simgesiyle çevrili olarak betimlenir; bu, ilahi koruma ve meşruiyetin birleşimini simgeler. Alt panellerde ise haraç sunan vassal krallar dizilir: Gilzanu Kralı Sua’nın atları, Mısır’dan gelen egzotik hayvanlar – fil, maymun – ve Patina bölgesinden tin ile gümüş. En çarpıcı sahne, MÖ 841’de Yehu’nun – İsrail Krallığı’ndan Omri Hanedanı’nın temsilcisi – Şalmaneser’in ayakları dibinde eğilişidir. Yehu’nun elinde sunduğu hediyeler, gümüş, altın ve ahşap objelerdir; bu betimleme, İncil kaynaklarında da yankılanan bir tarihi anı görselleştirir. Kabartmaların stili, Asur sanatının karakteristik özelliklerini taşır: Figürler profilden işlenir, hareket dinamizmiyle donatılır, ancak duygusal ifadelerden yoksundur. Bu nesnellik, zaferin evrensel bir gerçeklik olarak sunulmasını sağlar. Dikilitaşlardaki yazıtlar, 196 satırdan oluşur ve Şalmaneser’in 31 yıllık annallerini kapsar; Karkar’dan Qarqar’a, her seferin lojistiği – 120.000 asker, binlerce savaş arabası – titizlikle kaydedilir. Bu narratif, sadece askeri bir kayıt değil, aynı zamanda ekonomik bir envanterdir: Ele geçirilen hayvanlar, tahıl depoları ve madenler, imparatorluğun kaynak yönetimini aydınlatır. Kabartmaların simetrik düzeni, taşların birer anıt olarak kalıcı etki yaratmasını hedefler; höyükteki saray girişinde dikildikleri varsayıldığında, ziyaretçilere görsel bir uyarı niteliği taşırlar.

Yazıtlarda Gizli Kronoloji

Çivi yazısının kökeni Mezopotamya’ya dayanan karmaşıklığı, dikilitaşlardaki metinleri benzersiz kılar. Asurca yazılmış 196 satırlık annaller, kil tabletlerden farklı olarak taşa kazınmış olup, kalıcılığı simgeler. Metin, Şalmaneser’in doğuşundan tahta çıkışına, oradan yıllık seferlere uzanır: MÖ 858’de ilk sefer, Babil’e karşı; MÖ 853 Karkar, 12 krala karşı koalisyonun ezilmesiyle sonuçlanır. Yazıtlarda, Ahab’ın katkısı “2.000 savaş arabası, 10.000 piyade” olarak belirtilir; bu, İncil’deki Krallar Kitabı’ndaki anlatımla örtüşür. Kronoloji, her yılı ayrı bir paragraf gibi ayırır: Ele geçirilen şehirler – Irhuleni’nin başkenti Hamat – ve ganimetler detaylandırılır. Yazıtlardaki dil, retorik bir üstünlük taşır; kral “Tanrı Aşur’un seçilmişi” olarak anılır, zaferler ilahi iradeye bağlanır. Bu metinler, Asur idari sisteminin verimliliğini ortaya koyar: Sefer lojistiği, vergi toplama ve vassal yönetimleri, merkezi bir bürokrasiyi yansıtır. Dikilitaşların taşınması, bu kronolojinin fiziksel bağlamından koparılmasına yol açar; höyükteki saray kalıntılarıyla bütünleşik olarak okunması gereken yazıtlar, müzede izole bir belgeye dönüşür. Karşılaştırmalı filoloji çalışmaları, bu metinlerin Urartu ve Hitit kaynaklarıyla paralellikler gösterdiğini belirtir; örneğin, Karkar Savaşı’nın Urartu versiyonunda farklı bir vurgu yapılır. Yazıtlardaki simgeler – tanrı figürleri, zafer motifleri – Asur ikonografisinin standartlarını belirler; bu, sonraki dönem Asur sanatını etkiler.

Bölgesel Çatışmaların Arkeolojik Yansıması

Diyarbakır çevresi, Asur’un Anadolu yayılmacılığının ön cephesidir; Üçtepe Höyüğü, bu çatışmaların stratejik bir noktasıdır. MÖ 9. yüzyılda Asur orduları, Hurri-Mitanni kalıntılarından kalan direnişlerle karşılaşır; Şalmaneser’in seferleri, bu direnişi kırmayı amaçlar. Dikilitaşlardaki sahneler, yerel kralların haraç sunuşunu gösterirken, arkeolojik veriler höyükteki yangın katmanlarını doğrular – muhtemelen bir Asur kuşatmasının izi. Bölgesel dinamikler, Asur’un vergi sistemiyle şekillenir: Haraç, sadece maddi değil, aynı zamanda sembolik bir boyun eğiştir. Karkar Savaşı, bu sistemin test edildiği bir olaydır; 12 kral – Aramiler, Fenikeliler, İsrailliler – birleşerek Asur ilerleyişini yavaşlatır, ancak tam bir yenilgi vermez. Höyükteki saray kalıntıları, Asur mimarisinin standartlarını taşır: Dikdörtgen plan, kalın surlar ve idari odalar. Bu yapı, Mezopotamya’dan Anadolu’ya uzanan bir idari ağın parçasıdır; dikilitaşlar, sarayın propaganda unsurları olarak yerleştirilmiştir. Çevresel faktörler – Dicle Nehri’nin sulama potansiyeli – Asur’un burayı bir garnizon merkezi yapmasını açıklar. Karşılaştırmalı arkeoloji, benzer dikilitaşların Nimrud’da bulunduğunu gösterir; ancak Diyarbakır örnekleri, Anadolu-Asur etkileşiminin yerel varyasyonlarını yansıtır. Bu yansımalar, imparatorluğun kültürel asimilasyon politikalarını aydınlatır: Yerel motifler, Asur simgeleriyle harmanlanır.

Taşınmanın Jeopolitik Boyutu

  1. yüzyılın ortalarında Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflayan idaresi, Avrupa seyyahlarının kazı faaliyetlerini kolaylaştırır. John George Taylor’un 1861 kazısı, İngiliz Doğu Hindistan Şirketi’nin himayesi altındadır; buluntular, British Museum’a “kültürel değişim” kisvesi altında taşınır. Bu süreç, sömürgecilik dönemi arkeolojisinin bir örneğidir: Yerel izinler alınsa da, eserlerin kalıcı olarak İngiltere’ye gitmesi, güç asimetrisini yansıtır. Dikilitaşların 1863’te Londra’ya varışı, British Museum’un Mezopotamya koleksiyonunu zenginleştirir; ancak Osmanlı arşivleri, bu taşınmayı bir “hediye” olarak değil, tartışmalı bir transfer olarak kaydeder. Jeopolitik bağlamda, bu olay Kırım Savaşı sonrası İngiltere-Osmanlı ilişkilerinin bir parçasıdır; arkeolojik kazılar, diplomatik leverage sağlar. Taşınan eserler, transit sırasında hasar görür – örneğin, bir dikilitaşın köşesi kırılır – ve bu, koruma standartlarının yetersizliğini gösterir. Günümüzde, UNESCO’nun 1970 Kültürel Miras Sözleşmesi, benzer transferleri yasaklar; ancak 1860’lar için retroaktif bir etik tartışma devam eder. Bu boyut, eserlerin sadece nesne değil, uluslararası ilişkilerin bir aracı olduğunu vurgular; British Museum’un sergileme politikası, Asur mirasını Batı odaklı bir anlatıya dönüştürür.

Kültürel Mirasın Etik Sorgulaması

Tarihi nesnelerin yerinden sökülmesi, etik bir ikilemi doğurur: Koruma mı, yoksa orijinal bağlamın korunması mı önceliklidir? Dikilitaşların British Museum’da sergilenmesi, milyonlarca ziyaretçiye erişim sağlar; ancak Diyarbakır’daki höyükte kalmaları, yerel toplulukların kimlik inşasına katkı sunardı. Etik tartışmalar, 1970’lerden beri yoğunlaşır: Türkiye’nin iade talepleri, British Museum’un “evrensel müze” argümanıyla karşılanır. Bu sorgulama, sömürgecilik sonrası adalet kavramını içerir; eserler, fethedilen toprakların sembolü olarak görülür. Antropolojik açıdan, dikilitaşlar Asur-Hurri etkileşiminin bir köprüsüdür; taşınmaları, bu etkileşimin fiziksel izlerini koparır. Hukuki çerçevede, 1995 Unidroit Sözleşmesi, kaçak eserlerin iadesini düzenler; ancak 1861 kazısı için zamanaşımı geçerlidir. Etik olarak, dijital replikalar – 3D taramalar – bir çözüm sunar: Orijinaller müzede kalırken, kopyalar höyüğe döndürülebilir. Bu yaklaşım, erişim ve koruma arasında denge kurar. Mirasın etik boyutu, sadece iade değil, küresel işbirliğini gerektirir; örneğin, ortak sergiler veya araştırma projeleri. Dikilitaşların hikayesi, kültürel nesnelerin insan toplulukları için taşıdığı değeri sorgulatır.

Toplumsal Belleğin Bölgesel Etkisi

Diyarbakır’ın toplumsal yapısı, Asur mirasıyla iç içedir; dikilitaşların kaybı, yerel belleği etkiler. Höyük, Kürt ve Türk topluluklarının ortak tarihini simgeler; taşınma, bu ortaklığın bir parçası olan nesnelerin uzaklaşmasına yol açar. Sosyolojik olarak, bu olay kültürel yabancılaşmayı tetikler: Yerel halk, mirasını “uzak bir müzede” görür. Eğitim programları, höyüğü bir turizm merkezi yapar; 1989 kazıları, bu çabayı güçlendirir. Belleğin etkisi, sözlü geleneklerde görülür: Yerel hikayeler, Asur seferlerini “dış istilalar” olarak anar. Bu, toplumsal kimliğin katmanlarını açığa çıkarır; Asur dönemi, modern çatışmaların metaforu olur. Bölgesel kalkınma açısından, iade talepleri turizmi canlandırır; benzer şekilde, Zeugma mozaiklerinin iadesi Gaziantep’i dönüştürmüştür. Toplumsal bellek, arkeolojik siteleri koruma mekanizmalarını güçlendirir; höyükteki kazılar, yerel istihdam yaratır. Bu etki, mirasın sadece geçmiş değil, güncel bir kaynak olduğunu gösterir; dikilitaşların yokluğu, bellek boşlukları yaratırken, dijital erişim bu boşlukları doldurur.

Gelecekteki İade Senaryoları

Dijital teknolojiler, iade tartışmalarını dönüştürür; 3D modelleme, dikilitaşların sanal rekonstrüksiyonunu sağlar. Bu, fiziksel taşınma olmadan erişimi mümkün kılar; örneğin, British Museum’un online veritabanı, yazıtları interaktif hale getirir. Gelecek senaryoları, ikili anlaşmaları içerir: Türkiye-İngiltere kültürel değişim protokolleri, geçici sergiler düzenler. İade, kısmi olabilir – bir dikilitaşın kopyası höyüğe yerleştirilir. Bu yaklaşımlar, etik gerilimleri azaltır; UNESCO’nun rolü, arabuluculuk sağlar. Senaryolarda, iklim değişikliği höyüğü tehdit eder; Dicle Nehri’nin kuruması, sitin korunmasını acil kılar. Gelecekte, yapay zeka tabanlı analizler, yazıtları daha derin çözer; bu, yeni keşifler getirir. İade hareketleri, küresel bir trenddir; Peru’nun Machu Picchu eserlerini geri alması gibi. Diyarbakır için, iade bir sembolik zafer olur; höyük, Asur mirasının canlanan bir merkezi haline gelir. Bu senaryolar, mirasın statik değil, dinamik bir süreç olduğunu vurgular.

Sanatın Kalıcı İzleri

Asur kabartma sanatı, dikilitaşlarda zirveye ulaşır; iki boyutlu figürler, derinlik illüzyonu yaratır. Bu izler, Pers ve Helenistik sanatı etkiler; örneğin, Persepolis kabartmalarında benzer hiyerarşiler görülür. Dikilitaşların taşınması, bu izlerin küresel yayılımını sağlar; Londra’daki sergi, sanat tarihçilerini çeker. Kalıcı izler, restorasyon çalışmalarında belirgindir: Taşlardaki aşınmalar, konservasyon teknikleriyle onarılır. Sanatın bu izi, eğitimde kullanılır; üniversitelerde replikalar, ders aracı olur. Gelecekte, artırılmış gerçeklik, kabartmaları canlandırır; ziyaretçiler, sahneleri interaktif izler. Bu izler, Asur estetiğinin evrenselliğini kanıtlar; figürlerin soyutluğu, modern soyut sanata ilham verir.

Dilin Taşlardaki Yankısı

Asurca çivi yazısı, dikilitaşlarda fonetik ve ideografik unsurları birleştirir; bu yankı, dilbilimcileri büyüler. Metinler, Akadca kökenli olup, Aramice etkiler taşır; Karkar Savaşı’nın betimlemesi, kelime köklerini açığa çıkarır. Yankı, çeviri zorluklarında görülür: “Haraç” terimi, ekonomik bağlamı yansıtır. Dilin bu yankısı, karşılaştırmalı çalışmalarda kullanılır; Sümerce ile paralellikler, evrimini gösterir. Taşlardaki yazılar, fonolojiyi korur; sesli harfler, kil tabletlerden farklı olarak ima edilir. Gelecekte, optik tanıma, metinleri dijitalleştirir; bu, erişimi genişletir.

Antropolojinin Derin Katmanları

Asur toplumu, dikilitaşlarda hiyerarşik katmanlarını sergiler; kral, soylular ve vassallar. Bu katmanlar, antropolojik olarak cinsiyet rollerini aydınlatır: Haraç sunan figürlerde erkek egemenliği baskındır. Derin katmanlar, beslenme alışkanlıklarını gösterir; ganimet listelerinde tahıl ve hayvanlar. Antropoloji, höyükteki mezarları inceler; sandık mezarlar, sosyal statüyü yansıtır. Katmanlar, göç hareketlerini ortaya koyar; Asur yerleşimleri, yerel Hurri nüfusuyla karışır. Bu analiz, kimlik oluşumunu açıklar; dikilitaşlar, kültürel melezliğin bir örneğidir.