Dünyayı Roman Kurtaracak – Zafer Köse

Üç_İstanbulŞimdi her şey gibi “sanat”ı da inkar ediyordu. “Sanat”, “hayat” dediğimiz yalanı gerçek sanmak için uydurduğumuz ikinci bir “yalan”dı.

Süheyla, “Yanılıyorsun Adnan” dedi. “Hayatımızda tek doğru şey sanattır. Hayattan bile kuvvetli olan sanat! Görüyor musun? Dışarıda ehemmiyet vermeyerek görüp geçtiğimiz şeylere sahnede ağlıyoruz.”

Güzel bir roman okumanın insanda bir coşku yaratması, mutluluğa neden olması, galiba en çok, “anlamak” meselesi ile ilgili bir konu. Hayatı anlamak.

Önceki kuşaklardan kalan yalanları da, bu çağın yüksek hızıyla baş döndürüp saldıran yalanlarını da yendiğinizi hissetmek; köşe yazılarından televizyon sohbetlerine kadar her yeri saran yüzeyselliği aşmak… Anlamak, anlayarak yaşamak, anlamak için yaşamak. Bahtiyarlık! Her güzel romandan sonra Nazım’ın dizelerini mırıldanırsınız:

Annelerin ninnilerinden
spikerin okuduğu habere kadar,
yürekte, kitapta ve sokakta yenebilmek yalanı,
anlamak, sevgilim, o, bir müthiş bahtiyarlık,
anlamak gideni ve gelmekte olanı.

Hayatı değiştirmek ve güzellik yaratmak açısından, “anlamak” kadar önemli bir kavram var mı? Anlamak, belli bir aşamadan sonra, taraf olmayı, mücadele etmeyi, sınırlı bir ömrü sonsuz bir hayatla birleştirmeyi kapsıyor.

Ve edebiyattan, özellikle de romandan daha güzel bir yol var mı; hayatı anlamak için?

Tarih gibi, geçmişte yaşananların bilgisini vermekle ve olayların kaba çizgilerini anlatmakla yetinmez roman. Felsefe gibi, hayatı açıklayan bir metin olmaya da çalışmaz; hayatın bir tezahürü olur. Bir dönemi, o dönemde yaşayan insanları anlayarak tanırsınız.

Örneğin, Osmanlı’nın son dönemini ve Cumhuriyet’e doğru akan yılları anlamak için, başka türdeki hiçbir kitap, film, araştırma, Mithat Cemal Kuntay’ın romanı Üç İstanbul kadar etkili olamaz.

Bir dönemde yaşayan insanları anlamak, her dönemde ve bugünlerde yaşayanları anlamak için büyük olanaklar sağlar. Çünkü aynı hayatın, aynı akışın içindeki hikayelerdir, “insan” dediğiniz.

ÜÇ ADNAN, AYNI ADAM

Tek bir romanla bütün bakış açıları sağlanamaz, bütün gerçeklere değinilemez elbette. Üç İstanbul’da, bir dönemi anlamak için gereken öğelerden birçoğunun eksik olduğunu düşünebilirsiniz. Kırsal kesimde yaşayan insanlar, emekçiler, Anadolu şehirlerindeki hayat yok bu romanda. Yer yer yazarın milliyetçi dünya görüşünün belirginleşmesi de rahatsızlık verebilir.

Ama hikayenin geçtiği mekanlar ve dönemin atmosferi elle tutarcasına somut bir şekilde yaratılıyor.

Geçmişin devamı niteliğindeki bir çağdaşlaşmadan yana ve Batı öykünmeciliğine karşı olan Adnan’la, Batı özenticiliğinin romandaki sembol kişisi Belkıs evlenirler. Ama kültürel uyumsuzluk, diyaloglarının her kelimesinde, katıldıkları davetlerin her birinde, hayatlarının her anında somutlaşır:

Yatakta tek bir insan oldukları, birbirlerinde kayboldukları anda bile, aralarından Boğaziçi haritasının mavi çizgisi geçiyordu: Biri Asya’da biri Avrupa’da iki kıyı idi.

Abdülhamit İstibdadı, Meşrutiyet ve Mütareke dönemlerinde Adnan’ın yaşadıkları anlatılıyor romanda. Bunlar İstanbul’un da üç farklı dönemi. Adnan’ın hayatında peş peşe değişimler meydana geliyor. Ama başka bir açıdan baktığınızda, aslında bunun, Adnan’ın hep eski Adnan kalmasının hikayesi olduğunu görüyorsunuz.

Allah’a inanmadığı halde, gözün seğirmesi ve salı gününün uğursuzluğu gibi batıl inançlarının gelişmesi, Adnan’ın yaşadığı koşulları anlatmayı aşarak, insanın zor koşullardaki haline evrensel bir örnek oluşturuyor.

Adnan’ın Mustafa Kemal’e inancı ve hayranlığı da yaşadığı koşullarla açıklanabilir. İnsan denen canlının kendine umut yaratma, mucizeye inanma, mucize yaratma gücüdür bu: “Şimdi vatan bir insan gibi ölürken, bir insan bir vatan gibi ayaktaydı: Mustafa Kemal! Mustafa Kemal ayağa kalkınca yeryüzüne vuran gölgesine bütün bir memleket sığıyordu. Mustafa Kemal ayağa kalktı demek, on beş milyon muzdaribin altında duracağı bir bayrak vardır demektir.

FARKLI DÖNEMLER, AYNI GERÇEKLİK

yuzyıldır-uc-istanbulİyi romanı iyi olmayanlardan ayıran en önemli özellik, herhalde, tipleme ve karakter yaratma başarısıdır. Hatta bu olanağa en fazla sahip olan tür olması, romanın diğer bütün alanlardaki yapıtlara göre başlıca üstünlüğü kabul edilebilir.

Üç İstanbul’daki birçok kahraman, toplumdaki birer kesimin, belli insan özelliklerinin, bazı eğilimlerin temsilcisi olarak ortaya çıkıyor. Bu tiplemelerden bazıları ise, kendilerine özgü kişilikleri ile yaratılarak ‘karakter’e dönüşüyor. Bu da ancak, onları koşulları içinde anlatmakla mümkün olabiliyor. Kahramanlar, yaşadıkları dönemin ve zamanın içinde varolabiliyorlar.

Yani Kuntay, bir dönemi anlatmak amacıyla olaylar kurgulamıyor; insan hikayelerini somutlaştırmak için dönemin özelliklerini belirgin hale getiriyor. Bu sayede o dönemi anlıyorsunuz. Ve bu nedenle, bir dönemi anlamak, bütün dönemlerdeki ve hatta dünyanın her yerindeki “insan”ı anlamaya dönüşüyor.

Ömrü başarıyı koklamakla geçen, ona uygun pozisyon alan, ilişkilerini, günlük yaşamını ona göre şekillendiren insanlar…

Dostluğu ve düşmanlığı arasında çok ince bir çizgi olan, kısa sürelerde farklı duygularla davranan insanlar…

Karşılaştığı olayları ve durumları çifte standartla değerlendiren, bir kişide eleştirdiği tavrı bir başkasında onaylayan insanlar…

Suçu hep başkasında arayan, daha güzel yaşamak için sürekli çevresinden bir şeyler bekleyen insanlar…

Onuruyla yaşayan, dostluğu hesapsız insanlar… Şair Raifler…

***

Bir romanın, bir yazarın, böyle bir iddiası da amacı da olmayabilir; ama anlamak dünyayı değiştireceğine göre, hayatı anlamanın en önemli yolu da roman olduğuna göre, dünyayı roman kurtaracak.

Zafer Köse

zaferxkose@gmail.com

06/01/2016, Kitapeki

http://kitapeki.com/dunyayi-roman-kurtaracak/


Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay, Oğlak Yayınları (10. baskı, 2010)

 

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir