Halk İçin Psikanaliz

Psikanaliz denince akla genellikle pahalı seanslar, koltuğa uzanmış zengin danışanlar ve entelektüel sohbetler gelir. Birçok kişi için psikanaliz, toplumun sadece üst kesimine hitap eden, “lüks” bir terapi gibidir. Peki bu her zaman böyle miydi? Aslında, psikanalizin kurucuları onu en başta herkes için ulaşılabilir bir halk terapisi olarak tasavvur etmişlerdi. Günümüzde tekrar “halk için psikanaliz” fikri önem kazanıyor. Bu yazıda psikanalizin ne olduğu ve nasıl başladığı, zamanla nasıl elit bir terapi haline geldiği, neden geniş halk kitlelerine ulaşması gerektiği ve bunu sağlamak için neler yapılabileceği ele alınacak.

1. Psikanaliz Nedir ve Nasıl Başladı?

https://www.pexels.com/search/counseling/Bir terapist ve danışan, bir terapi seansında karşılıklı konuşuyor. Psikanaliz, insanların ruhsal sorunlarını konuşarak çözmeyi amaçlayan bir psikoterapi yöntemidir. Başka bir deyişle, bir terapist ile danışanın düzenli olarak bir araya gelip serbestçe konuşması üzerine kuruludur. Bu yöntemi 19. yüzyılın sonlarında Sigmund Freud geliştirdi. Freud zihnimizi bir buzdağına benzetiyordu: bilincimiz, yani farkında olduğumuz düşünceler, buzdağının su üstündeki küçük kısmıdır; asıl büyük kütle ise su altında kalan bilinçdışı düşünce ve duygulardır. Günlük hayatta farkında olmadığımız bu bilinçdışı içerikler (örn. bastırılmış anılar, çocukluk deneyimleri, gizli korkular) davranışlarımızı ve ruh halimizi etkileyebilir. Psikanaliz, konuşma yoluyla buzdağının su altındaki kısmını keşfetmemizi, yani bilinçdışımızdaki çatışmaları fark edip çözmemizi sağlar. Örneğin, terapist bazen danışanın rüyalarını, dil sürçmelerini veya tekrar eden davranışlarını inceleyerek bilinçdışındaki gizli anlamları ortaya çıkarmasına yardım eder.

Freud ve meslektaşı Sándor Ferenczi, psikanalizin ilk geliştirildiği yıllarda bu yeni terapi yönteminin sadece belli bir zümreye değil, toplumun geniş kesimlerine faydalı olmasını hayal ediyorlardı. Freud, 1918 yılında Budapeşte’deki 5. Psikanaliz Kongresi’nde yaptığı konuşmada “toplum vicdanının uyanıp, en yoksul insanın bile zihni için yardıma, tıpkı cerrahinin hayat kurtaran yardımı gibi, hakkı olduğunu hatırlaması” gerektiğini vurgulamıştıfreepsychotherapynetwork.com. Yani Freud’a göre psikolojik rahatsızlıklarda tedavi olmak, zengin fakir ayrımı olmaksızın herkesin hakkıydı. Bu fikirle harekete geçen Freud ve öğrencileri, I. Dünya Savaşı sonrasında imkânı olmayanlar için ücretsiz psikanaliz klinikleri kurmaya başladılar. Nitekim 1920’de Berlin’de, 1922’de Viyana’da halka açık psikanaliz merkezleri açıldıfreepsychotherapynetwork.com. Buralarda insanlar terapi ücreti olarak güçleri neye yetiyorsa onu veriyor, çoğu zaman hiçbir ücret ödemeden tedavi alabiliyordu. Zengin ya da fakir ayrımı yapılmaksızın, herkes aynı uzunlukta seanslar alıyor, benzer tedavi süreçlerinden geçiyordufreepsychotherapynetwork.com. Bu kliniklerin kayıtları, tedaviye başvuranların hizmetçi, esnaf, çiftçi, işçi, işsiz veya akademisyen gibi çok farklı toplumsal kesimlerden geldiğini gösteriyorfreepsychotherapynetwork.com. Yani psikanaliz, ilk döneminde gerçekten de toplumun her tabakasına ulaşmayı başarmıştı.

Freud’un yakın çalışma arkadaşlarından Ferenczi, psikanalizin toplumsal boyutuna özellikle önem veren öncülerden biriydi. 1920’lerin sonunda Budapeşte’de kurduğu ücretsiz klinikte, hastaların kişisel sorunlarını içinde bulundukları toplumdaki baskılar ve kolektif travmalar bağlamında ele aldıwila.org. Örneğin, savaş sonrası dönemde yaygın olan yoksulluk, baskı ve toplumsal çalkantıların insanların ruh sağlığını nasıl etkilediğini inceleyerek, bu faktörleri tedavi sürecine dahil etmeye çalıştı. Kısacası, psikanalizin ilk yıllarında Freud, Ferenczi ve diğerleri, bu yöntemi zengin-fakir demeden herkesin erişebileceği bir sosyal şifa aracı haline getirme idealiyle hareket ediyorlardı.

2. Nasıl Elit Bir Terapiye Dönüştü?

İlk dönemlerdeki bu halkçı girişimlere rağmen, zaman içinde psikanaliz adım adım elit bir terapi haline geldi. 1930’lar ve 1940’larda savaşlar ve ekonomik krizler nedeniyle Avrupa’daki ücretsiz kliniklerin birçoğu kapandı; psikanalizin kitleselleşme rüyası kesintiye uğradı. II. Dünya Savaşı sonrasında psikanalitik uygulama özellikle ABD gibi ülkelerde gelişmeye devam etti, ancak ağırlıklı olarak özel muayenehanelerde ve ücreti karşılığında sunulan bir hizmet haline geldi. Psikanalizin mesleki eğitim süreçleri de giderek akademik ve seçkinci bir yapı kazandı. Örneğin, uzun yıllar boyunca psikanalist olmak için tıp doktoru olma şartı arandı; bu da terapist sayısını ve çeşitliliğini sınırladı. Psikanaliz seansları genellikle haftada birkaç kez yapılıyor ve tedavi yıllarca sürebiliyordu. Bu zaman ve seans yoğunluğu, terapiyi doğal olarak çok pahalı bir hale getirdi. Orta ve alt gelirli bir kişinin yıllarca, haftada üç-dört kez terapiste gidebilmesi neredeyse imkânsız hale geldi. Sonuçta psikanaliz, yavaş yavaş sadece parası ve bol zamanı olanların faydalanabildiği bir lüks terapisine dönüşmeye başladı.

Bu gelişmeler psikanalizin imajını da değiştirdi. Artık psikanaliz denince, sıradan insanların değil ekonomik elitlerin terapi yöntemi akla gelir olduwila.org. Uzun süreli ve maliyetli oluşu nedeniyle “entelektüel kesime hitap eden” bir uğraş olarak görüldü. Bir yandan da daha kısa ve pratik teknikler geliştikçe, psikanaliz bunlardan ayrı, daha “derin ama dar” bir alan olarak konumlandı. Örneğin İngiltere’de psikanalitik psikoterapi 20. yüzyıl ortalarından itibaren bir süre Ulusal Sağlık Hizmeti (NHS) kapsamında ücretsiz sunulduysa da, günümüzde büyük ölçüde özel seanslar şeklinde ücretli hale geldifreepsychotherapynetwork.com. Bir başka deyişle, kamusal destek çekilince psikanaliz yeniden sadece parası ödeyebilenlere kalan bir terapi oldu. Bu durum, halkın geniş kesimlerinde “psikanaliz bize göre değil” algısını pekiştirdi. Çoğu insan için psikiyatri hizmeti ilaç yazan devlet hastanesi doktorundan ibaret kalırken, uzun süre konuşmaya dayalı terapiler üst sınıfların ayrıcalığı haline geldi.

3. Halk İçin Psikanaliz Neden Gerekli?

Peki psikanalizin yeniden halkın geneli için erişilebilir olması neden önemli? Çünkü ruh sağlığı sorunları, gelir düzeyine veya sosyal statüye bakmıyor. Hatta yoksulluk, baskı, şiddet gibi zorlu yaşam koşulları, ruhsal sorunları tetikleyebiliyor veya ağırlaştırabiliyor. Ekonomik sıkıntı içindeki bir işçi, savaştan kaçmış bir mülteci, ayrımcılığa uğrayan bir kadın ya da LGBTİ+ birey, varlıklı birine kıyasla belki çok daha ağır psikolojik travmalaryaşıyor. Ancak bu dezavantajlı grupların terapiye erişimi en kısıtlı olanlar olduğunu görüyoruz. Psikanaliz gibi derinlemesine bir terapi, aslında herkesin iç dünyasını anlamasına yardımcı olabilecek bir yöntem. Sadece zenginlerin değil, travma yaşamış bir göçmenin de, şiddet görmüş bir kadının da, büyük kaygılar içindeki işsiz bir gencin de kendiyle yüzleşmeye ve iyileşmeye ihtiyacı var. Eğer terapi hizmetleri sadece paralı olanlara sunulursa, toplumdaki mevcut eşitsizlikler daha da artar; çünkü maddi gücü olanlar psikolojik destek alıp ilerlerken, diğerleri sorunlarıyla baş başa kalır.

Freud’un 100 yıl önce dile getirdiği “en yoksulun da zihinsel yardım alma hakkı” prensibi bugün hâlâ geçerli bir ideal. Ne var ki günümüzde pek çok ülkede ruh sağlığı hizmetleri yeterince kamulaşmış değil. Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre dünya genelinde sağlık bütçelerinin ortalama yalnızca %0,5’i ruh sağlığına ayrılıyorncbi.nlm.nih.gov. Bu son derece düşük bir oran ve psikolojik destek hizmetlerinin ne kadar az kaynakla bırakıldığını gösteriyor. Sonuç olarak, ekonomik durumu iyi olmayan kesimler için ücretsiz veya ucuz terapi imkanları çok sınırlı kalıyor. Ücretli özel terapiler ise çoğu kişinin bütçesini aşıyor. Bir tarafta antidepresan ilaçlara erişim nispeten kolayken (“yoksullara ilaç”), konuşma terapilerine erişim (“varsıllara terapi”) ayrıcalıklı bir hizmet gibi görülüyor. Oysa depresyon, anksiyete, travma sonrası stres gibi rahatsızlıklar gelir düzeyi düşük kişilerde de yaygın ve ciddi biçimde yaşanıyor. Örneğin, göçmenler yeni bir ülkeye uyum sağlarken yaşadıkları kültürel şok ve dışlanma duygusu nedeniyle yoğun strese maruz kalıyor; fabrikada uzun saatler çalışan bir işçi geçim derdi ve iş baskısı yüzünden tükenmişlik yaşayabiliyor; yoksul semtlerde büyüyen çocuklar daha fazla şiddet ve travmaya tanık olabiliyor. Toplumsal travmalar en çok alt kesimleri vuruyor, fakat ruhsal destek en çok onlara uzak. Bu çelişkinin giderilmesi, yani ruh sağlığı hizmetlerinin toplumun alt tabakalarına yaygınlaştırılması hem insani hem de toplumsal açıdan gerekli.

Psikanaliz, insanın derinlerde yatan acılarını ve çatışmalarını çözme potansiyeli taşıyan bir yaklaşım. Eğer bu yaklaşım halkın geniş kesimlerine ulaştırılabilirse, yalnız bireylerin değil belki toplumun genelinin iyileşmesinekatkı sağlayabilir. Örneğin, kuşaklar boyu yoksulluk travması yaşamış bir topluluk, uygun terapötik destekle bu travmanın getirdiği özgüven eksikliği veya öfke döngüsünü kırabilir. Ya da ayrımcılığa uğrayan bir azınlık grup, kendi yaşantılarını anlayan terapistler sayesinde hem bireysel güçlenme yaşar hem de kolektif olarak sesini duyuracak özgüveni kazanır. Kısacası sosyal adalet perspektifinden bakıldığında, psikanalizin sadece zenginlere değil halkın tamamına hizmet etmesi, daha sağlıklı ve bütüncül bir toplum için gereklidir.

4. Psikoterapi ve Psikanaliz Arasındaki Yapay Ayrım

Psikolojik yardım alanında “psikoterapi” ve “psikanaliz” terimleri sık sık ayrı şeylermiş gibi kullanılır. Aslında psikanaliz de bir psikoterapi türüdür – yani konuşmaya dayalı bir tedavi şeklidir. Ancak tarihsel olarak psikanaliz uzmanları kendilerini diğer terapistlerden ayrı tutmuş, psikanalizi en derin ve kapsamlı yöntem olarak görme eğiliminde olmuşlardır. Bu da psikoterapi ve psikanaliz arasında adeta yapay bir hiyerarşi oluşmasına yol açmıştır. Örneğin, kısa süreli bilişsel terapi veya destekleyici terapi gibi yöntemler daha “yüzeysel” veya “gündelik sorunlar için” görülebilirken, psikanaliz “entelektüel bir kesime hitap eden, üst düzey bir içgörü terapisi” olarak etiketlenmiştir. Hatta bazen “analiz” ve “terapi” kelimeleri ayrıştırılarak, uzun süreli derinlemesine çalışma yapmayan uygulamalara küçümsemeyle bakılmıştır. Bu bakış açısı sadece terapistler arasında değil, danışanlar arasında da bir algı yaratmıştır: Psikanalize gitmek, sanki bir statü veya entelektüel merak işi; psikoterapiye gitmek ise daha basit bir ihtiyaç gibi görülebiliyor.

Çağdaş psikanalistler Lewis Aron ve Karen Starr, bu ayrımı eleştirenlerin başında gelir. 2013 yılında yazdıkları A Psychotherapy for the People (Halk İçin Bir Psikoterapi) adlı eserlerinde, Freud’un başta hedeflediği gibi psikanalizin geniş kitlelere ulaşan bir psikoterapi olması gerektiğini savundular. Aron ve Starr’a göre psikanalizi psikoterapiden ayrı ve üstün gören anlayış hem bilimsel açıdan yanlış, hem de terapinin yaygınlaşması önünde bir engelcontextualscience.org. Sonuçta tüm psikoterapilerin ortak amacı insanlara yardım etmektir ve farklı yöntemler özünde benzer insani deneyimleri ele alır. Onlar, psikanalitik bir perspektif ile diğer terapi tekniklerinin bütünleşebileceğini vurgulayarak, “yüksek kültür psikanalizi” ile “popüler psikoterapi” arasındaki duvarları yıkmayı öneriyorlar. Aslında sahada da bu ayrım giderek bulanıklaşmıştır. Birçok psikanalist, danışanlarının ihtiyacına göre klasik serbest çağrışım yönteminin yanına bilişsel davranışçı teknikler veya destekleyici sohbetler ekliyor; yani katı bir analiz çerçevesinden ziyade esnek bir terapi uyguluyor. Öte yandan, psikoterapiyle uğraşan birçok uzman da Freud’un bilinçdışı, çocukluk deneyimleri, aktarım gibi kavramlarını kendi yaklaşımına entegre ediyor. Bu karşılıklı etkileşim, Aron ve Starr’ın dediği gibi, aslında psikanaliz ile diğer psikoterapiler arasındaki uçurumu kapatıyor. Öyleyse bunları keskin bir şekilde ayrıştırmak yerine, tüm terapi yaklaşımlarını işbirliği içinde düşünmek gerek. Sonuç olarak psikanaliz, “yüksek tabakanın entelektüel uğraşı” imajından sıyrılıp, psikoterapinin geniş dünyasıyla birleştiğinde, çok daha fazla insana ulaşma şansına sahip olacaktır.

5. Psikodiyalektik Yaklaşım

Psikanalizin halk için olabilmesi, onu içinde gerçekleştiği toplumsal bağlamla ilişkilendirmeyi gerektirir. İşte “psikodiyalektik yaklaşım” tam da bunu yapmaya çalışan bir düşünce biçimidir. “Diyalektik” kelimesi, karşıt unsurların etkileşimiyle ilerleyen süreci ifade eder. Psikodiyalektik yaklaşım da bireyin iç dünyası (psişe) ile dış dünyası (toplum) arasındaki etkileşimi merkeze alır. Yani bir kişinin ruhsal sorunlarını incelerken, onun yaşadığı ekonomik koşulları, kültürel çevreyi, ailesini, iş yaşamını, kısacası toplumsal gerçekliğini göz ardı etmemek gerektiğini söyler. Örneğin klasik psikanalizde bir danışanın depresyonu ele alınırken daha çok çocukluk ilişkilerine veya bastırdığı duygulara odaklanılır. Psikodiyalektik bir bakış ise bu kişinin depresyonunda işsizlik, yoksulluk, toplumsal dışlanma gibi etkenlerin payını da araştırır. Belki danışanın yıllardır iş bulamaması, kendini değersiz hissetmesine yol açmıştır; belki maruz kaldığı ayrımcılık onda derin bir öfke biriktirmiştir. Bu yaklaşım, danışanın ruh halini iç ve dış dünyanın bir bileşkesi olarak görür.

Psikodiyalektik terapi anlayışında terapistin rolü de klasik psikanalize kıyasla daha eşitlikçi bir şekilde tanımlanır. Geleneksel psikanalizde terapist genellikle nötr duran, çok fazla kendini açmayan, bir otorite figürü gibidir. Oysa halk için psikanalizde terapist ile danışan arasında daha dengeli bir ilişki kurulması hedeflenir. Terapist, danışanın hayat deneyimlerini anlamak için samimi bir çaba gösterir ve kendi toplumsal konumunun getirdiği ayrıcalıkların farkında olarak mütevazı davranır. Bir anlamda, terapi odası içindeki ilişki, toplumdaki güç dinamiklerinin tersine çevrildiği bir güvenli alan olmalıdır. Örneğin, çok fakir bir aileden gelen bir danışan ile orta sınıf bir terapist çalışırken, terapist ekonomik olarak daha imtiyazlı olduğunu bilir ve bunun iletişime yansımaması için ekstra özen gösterir. Danışanın yaşam mücadelesine empatiyle yaklaşır, onu yargılamadan dinler. Psikodiyalektik yaklaşım, terapistin sadece bireysel bilinçdışıyla değil, danışanın içselleştirdiği toplumsal değerler ve eşitsizliklerle de ilgilenmesini önerir. Böylece terapi, bir yandan kişinin çocukluğuna inerken bir yandan da bugünkü gerçek dünyasına ayna tutar. Bu yaklaşımın özünde, ruhsal iyileşme ile toplumsal farkındalığın el ele ilerlemesi fikri yatar. Psikanalist Cemal Dindar’ın öncülük ettiği Türkiye’deki “Halk İçin Psikoterapi” girişimi de psikodiyalektik düşünceyi vurgulayarak, terapinin bilgi ve pratiğinin demokratikleşmesini savunmaktadır. Yani ruh sağlığı alanındaki bilgi tekeline karşı, bu bilginin halka mal olmasını, sadece diplomalı uzmanların değil halkın da ruhsallık üzerine söz ve bilinç sahibi olmasını hedeflemektedir. Sonuç olarak psikodiyalektik yaklaşım, psikanalizi toplumcu bir bakış açısıyla yeniden yorumlayarak, terapötik süreci insanların gerçek yaşam koşullarıyla bağlamayı amaçlar.

6. Nasıl Bir “Halk İçin Psikanaliz”?

https://www.pexels.com/search/group%20therapy/Bir grup insan, daire şeklinde oturmuş bir terapi seansında birbirini dinliyor.Psikanalizi halk için erişilebilir kılmak, yöntem ve organizasyon açısından çeşitli yenilikler gerektiriyor. Örneğin, bire bir terapinin yanı sıra grup terapileridüzenlemek, hem daha fazla insanın aynı anda destek almasını sağlar hem de insanların birbirinden öğrenerek dayanışma hissetmesine imkan tanır. Teknolojinin gelişmesiyle, internet üzerinden terapi ve destek grupları kurmak da artık mümkün. Özetle, psikanalizin yeniden topluma mal olabilmesi için yaratıcı ve kapsayıcı adımlar atmak gerekiyor. Bu amaçla düşünülebilecek bazı çözüm yolları şunlardır:

  • Düşük maliyetli veya ücretsiz psikanaliz hizmetleri: Psikanalizi halk için mümkün kılmanın ilk şartı, ücret bariyerini ortadan kaldırmaktır. Bu, devlet destekli ruh sağlığı merkezlerinin yaygınlaştırılması, sigorta sisteminin terapi ücretlerini karşılaması veya gönüllü/bağış esaslı klinikler açılmasıyla sağlanabilir. Örneğin, geçmişte New York’ta Lafargue Kliniği adlı bir merkez, mahalle halkına 25 cent gibi sembolik bir ücretle psikanalitik terapi sağlıyor ve parası olmayan hiç kimseyi geri çevirmiyorduwila.org. Benzer şekilde, günümüzde de üniversitelerin psikoloji bölümleri bünyesinde ücretsiz danışmanlık merkezleri veya derneklerin yürüttüğü gönüllü terapi ağları kurulabilir. Amaç, “kimse terapiye parasızlık yüzünden erişemesin” olmalıdır.
  • Grup terapileri ve topluluk atölyeleri: Bireysel terapi tek bir kişiye yoğunlaştığı için hem pahalı hem de sınırlı sayıda insana ulaşabilir. Oysa grup terapisi modelinde bir terapist aynı anda birden fazla kişiye yardımcı olabilir. Özellikle benzer sorunlar yaşayan insanların (örneğin travma yaşamış kadınlar, madde bağımlılığından kurtulmaya çalışanlar, göçmen uyum sorunları yaşayanlar vb.) grup halinde terapi alması, hem maliyeti düşürür hem de üyelerin birbirine destek olmasını sağlar. Grup ortamında insanlar yalnız olmadıklarını görerek güçlenirler. Psikanalistler ayrıca halka açık psikoeğitim atölyeleri, seminerler düzenleyerek daha geniş kitlelere temel ruh sağlığı bilgileri aktarabilir. Örneğin bir mahalledeki kültür merkezinde haftalık buluşmalar yapılıp Freud’un temel fikirleri halka anlaşılır dille anlatılabilir, insanların soruları cevaplanabilir. Bu tür topluluk temelli çalışmalar, terapinin toplum yaşamına entegre olmasına yardımcı olur.
  • Çevrimiçi destek sistemleri: İnternet, psikolojik desteği yaygınlaştırmak için büyük bir fırsat sunuyor. Online terapiler, telefonda veya görüntülü görüşme ile yapılan seanslar, özellikle uzak bölgelerde yaşayan veya merkeze gelemeyen kişiler için hayat kurtarıcı olabilir. Ayrıca psikolojik destek grupları sosyal medya veya forumlar aracılığıyla örgütlenebilir. Örneğin, depresyonla mücadele eden kişilerin bulunduğu çevrimiçi bir grup, üyelerin duygu ve deneyimlerini paylaşıp birbirine öneriler verdiği bir dayanışma alanı yaratabilir. Profesyonel psikanalistler de çevrimiçi platformlarda gönüllü olarak belirli saatlerde danışan kabul edebilir ya da genel soruları cevaplayabilir. Dijital çözümler sayesinde, coğrafi engeller aşılır ve psikanalitik fikirler geniş kitlelere ulaştırılabilir. Tabii burada gizlilik ve etik konularına dikkat etmek önemlidir, ancak doğru yöntemlerle internet, “her eve bir parça terapi” götürebilir.
  • Psikanalistlerin toplumsal sorumluluk alması: Psikanalizin halk için olabilmesi, sadece sistem veya model değişiklikleriyle değil, terapistlerin bakış açısı değişimiyle de ilgilidir. Psikanalistler ve diğer terapistler, topluma karşı bir sorumluluk taşıdıklarını benimsemelidir. Bu, her terapistin imkanı nispetinde maddi durumu kötü en az bir-iki danışanı ücretsiz veya düşük ücretle kabul etmesi şeklinde olabilir. Ayrıca psikanalistler çeşitli sivil toplum projelerine, okullara, bakım evlerine gönüllü destek verebilir; travma yaşamış topluluklara (örneğin doğal afet mağdurları, mülteci kampları) gidip grup terapileri düzenleyebilir. Bir diğer sorumluluk alanı da politik savunudur: Ruh sağlığı profesyonelleri, hükümetleri ve kamuoyunu ruh sağlığı hizmetlerini iyileştirmeye çağırmalıdır. Örneğin terapi hizmetlerinin sigorta kapsamına alınması için kampanyalar desteklenebilir, “ruh sağlığı temel bir sağlık hizmetidir” mesajı yayılabilir. Sonuçta psikanalistler yalnız muayenehanelerinde oturup bekleyen kişiler değil, toplum içinde aktif rol alan, ruh sağlığını koruyucu çalışmalara katkı sunan vatandaşlar olmalıdır.

Tüm bu adımlar atıldığında, psikanaliz yeniden kuruluş ideallerine uygun biçimde toplumun her kesimine dokunabilir. Elbette bu dönüşüm bir günde gerçekleşmeyecek; ancak geçmişte örneklerini gördüğümüz (ücretsiz klinikler, gönüllü terapiler vb.) uygulamalar bize yol gösteriyor. Önemli olan, insan zihnini anlamaya dair bu kıymetli birikimi, sadece az sayıdaki ayrıcalıklı kişinin değil, mümkün olan en fazla insanın yararlanabileceği şekilde sunmaktır. Psikanalizin “lüks” imajından sıyrılıp, sıradan insanların hayatına temas eden bir hale gelmesi, hem bireylerin yaşam kalitesini yükseltecek hem de toplumsal dayanışmayı güçlendirecektir. Freud’un deyimiyle, zihin sağlığı yardımı bir ayrıcalık değil her insanın hakkı haline geldiğinde, psikanaliz gerçek potansiyelini bulmuş olacaktır.

Alıntılar

Favicon

Hidden History: Free Clinics – the free psychotherapy network

https://freepsychotherapynetwork.com/2014/02/20/hidden-history-free-clinics/Hidden History: Free Clinics – the free psychotherapy networkhttps://freepsychotherapynetwork.com/2014/02/20/hidden-history-free-clinics/Hidden History: Free Clinics – the free psychotherapy networkhttps://freepsychotherapynetwork.com/2014/02/20/hidden-history-free-clinics/Hidden History: Free Clinics – the free psychotherapy networkhttps://freepsychotherapynetwork.com/2014/02/20/hidden-history-free-clinics/Psychoanalysis for the People – WILAhttps://wila.org/psychoanalysis-for-the-people/Psychoanalysis for the People – WILAhttps://wila.org/psychoanalysis-for-the-people/Hidden History: Free Clinics – the free psychotherapy networkhttps://freepsychotherapynetwork.com/2014/02/20/hidden-history-free-clinics/Addressing the Problem of Severe Underinvestment in Mental Health and Well-Being from a Human Rights Perspective – PMChttps://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC7348439/https://contextualscience.org/files/INTRO%20-%20Bresler%20and%20Starr.pdfPsychoanalysis for the People – WILAhttps://wila.org/psychoanalysis-for-the-people/