Hikmet Temel Akarsu ile Müzikli Öyküler – Hasan Uygun

“Rock ?N? Roll Henüz Çocuklar Kadar Şenken”
?İhtirasın, entrikanın, gücün, meydan okumanın, hilenin, acımasızlığın, ihanetin ve yalanın kadim başkenti? bir umutlar mezbahasıdır bu şehir. Nice haşmetli imparatorluklara mezar olmuş bu kanyon belki de o yüzden dekadansın ta kendisidir.?
Çöküş, gerileyiş, çürüme, ahlaki çöküntü anlamına gelen Fransızca bir kelime Dekadans. Hikmet Temel Akarsu’nun öyküler toplamı kitabına isim olmadan önce de Türkçe literatürün pek yabancısı olmadığı bu kelime, günümüzde giderek daha da anlam kazanmaktadır. Küreselleşme olarak anılan çağımızın erki, başvurduğu tüm illüzyonlara rağmen yok olmanın eşiğindeki dünya gerçeğini örtememektedir mesela. Hem ekolojik, hem biyolojik, hem psikolojik hem de sosyolojik bir çöküş söz konusu. Ancak ?Pompei’nin son günleri? gibi, her çöküş dönemi öncesi kör bir ihtişam yaşanır. Önündeki sınırlı zamanda pimi çekilmiş bombayı veya fitili ateşlenmiş dinamiti etkisiz hale getirmeye çalışma çabası yerine, kalan son saniyelerini önünde yüz yıllar varmışçasına hunharca tüketen bir insanın trajikomik haline benzetilebilir bu durum. İktidarının doruğunda görünen birçok kralın, diktatörün, ya da seçilmiş yöneticinin medeniyetin en gelişkin halini temsil ettiği düşünülen birçok imparatorluğun, devletin gereğinden fazla şişirilmiş bir balonun patlamaya bir nefes kala, hâlâ zorlanması gibi. Dekadans, sondan bir önceki saniye olarak da adlandırılabilir kanımca.
Bir zamanlar hayat daha güzeldi ve daha fazla umut vardı. Sonra ?O güzel insanlar çekildi? Zaten her şey başından belliydi? Hayat bir peri masalı değildi, bir gün bizim de öğreneceğimiz gibi??
?Kral öldü, ? hippiler bitti, insanlık öldü; Mocamp X betonarme bir bina oldu, Kuşadası ise beton yığını bir turistik metropol??
68 rüzgârının son esintilerini yakalamış, ancak ardından gelen sersemletici, yıkıcı neoliberalizm fırtınasına maruz kalarak iki olamamışlık arasında bocalayan, insanın kelimenin gerçek anlamında insanca yaşabileceği, değerlerinin alınıp satılamadığı güzel bir dünya düşleri karabasana döndürülmüş yitik bir kuşak o. Üzerinden silindirle geçilen, namı diğer X Kuşağı.
Gerek bir dörtleme olan Kayıp Kuşak’ta gerekse de yine bir dörtleme olarak yayımlanan İstanbul Dörtlüsü romanlarında ve ardından gelen Babalar ve Kızları ile Dekadans Geceleri öykü kitaplarında sözü Kayıp Kuşak adına devraldığını söyleyebiliriz Hikmet Temel Akarsu’nun. Yaşadığı çağın acılarına tanıklık etmiş, kaygılarını omuzlamış, çağından ayrı düşünülemeyecek bir yazar o.
?Yaşadığı sürece hiçbir iltifata layık görülmeyecek yitik kuşağın temsilcileriyiz.?
İçinde bulunduğu çağa tanıklık etmekse bir yazarın görevi, geleceği de öngörmek bir müneccim gibi değil, ama bir George Orwell, bir Aldous Huxley gibi görevidir öte yandan. Yaygın bir deyim olan ?görünen köy kılavuz istemez?in anlamını hepimiz biliriz aşağı yukarı. Ancak bir durumun, olgunun doğuracağı sonuçlar aşikârken bile çoban yıldızının ışıltısı gözlerimizi alabilir ve bizi istemediğimiz yönlere, maceralara sürükleyebilir. Günümüzün çoban yıldızlarını saymaya bile gerek yok. Ama yine de değinmek gerekirse, televizyonu bunların en tepesine oturtabiliriz. Yanı sıra iletişim teknolojilerinin varmış olduğu boyut? 3G, 5Y, 6D gibi? Her gün bir yenilik, her an bir buluş? Kim insanoğlunun, temsil ettiği medeniyetin geriye doğru gittiğini iddia edebilir ki!..
?Ortalığın kötüye gideceğini ve aşağılık bir hırsın tüm insanların ruhunu tutsak edip birbirlerini boğazlamaya sevk edeceğini o günkü çocuk aklımla hissedebiliyorum.?
Çöküşü bir karanlık gibi hayal ederken, bir ışık seli gibi üzerimize gelmesi? Tam da hiç kimsenin istese de yalnız kalamayacağı bir dünya söz konusuyken, çağımızda bireyin aşırı yalnızlaşması? Günden güne ahlaki değerler erozyona uğrarken; ihtiras, entrika, güç, acımasızlık, ihanet ve yalanın sıradanlaşması… Bireysel büyük başarı hikâyelerinin varyasyonlarına boğulmuşken, bunların gülsuyu şerbeti kıvamında ağzımız sulandırılarak sunulması? Her şey, ama her şey bu ışık selinin ardındaki büyük karanlığa işaret ediyor.
Karanlıktan önceki ihtişamlı ışığın turkuvaz renkleriyle sarhoş olmuş bir kuşağın çağını yaşıyoruz öte yandan da? Önce balyoz darbesiyle sersemletilen sonra da üzerinden silindirle geçilen iki kuşağın ürünü olan, 2000’li yıllar gençliğinin kuşağı. Z(ero) Kuşağı diye tanımlıyor Hikmet Temel Akarsu bu kaşağı. ??Rock’n Coke’ ya da ne bileyim işte ?Kilyos-milyos Rock’ şenliklerinde çadır kuran?, Mocamp X hippilerinin terk ettiği kamp alanlarından asfalt pistlerde çadırlarıyla hippilik icra eden, görünüşüyle de dünya algısıyla da sahte bir kuşak.
?Kral Öldü? isimli öyküsünde ise yazar, geleceği öngören şu acı sözlerle yalvarıyor, Mocamp X’in son müdavimlerine: ?Ne olur bitmeyin be adamlar, yoksa bizi oyacaklar.?
Evet, ?O güzel insanlar çekildi? Zaten her şey başından belliydi? Hayat bir peri masalı değildi, bir gün bizim de öğreneceğimiz gibi??
Ne büyük acılarla öğrendi X kuşağı hayatın bir peri masalı olmadığını, ne büyük savruluşlar yaşadı tutunmaya çalıştığı değerlerden; hayatta kalabilenlerin bir sonraki aşamaya geçebildiği, doğal olmayan, büyük bir seleksiyonun yaşandığı bir evrimin kuşağı onlar. Eleğin üstünde kalabilenler Y ve Z kuşağını ürettiler; düşenler ise zaten isimsizdi. Onlar gökyüzünde kayan bir yıldızın göründüğü an kadar bile görünmediler belki insanoğlunun gözünde; ama vardılar.
Gözümüzü alan ışık selinin ardında onlar da vardı. Onlar ?kanayan yaralarını okşuyorlar? şimdilerde. ?Beyhude geçen hayatlarının tek tesellisi olan sanat?a sığınırken, ?Bir zamanların küçük kadınları?nın (insanlarının), ?bugünün sert film yönetmenleri?ne, ?vokaller?e, ?gitaristler?e, ?çarpıcı Amazonlar?a dönüşmesine kahrediyorlar. Bu yüzden de içkiye sokuyorlar beyinlerini, ?Bir daha çıkarmamak istercesine.?
Dekadans Geceleri isimli öykü kitabında Hikmet Temel Akarsu, çokça yitik kuşak adına devralıyor sözü. Çağa tanıklığın yanı sıra kitabının tüm öykülerine sinmiş derin bir melankoli ve nihilizmin tetiklediği boşunalık satırlarının üzerine yüreğini koyan bir yazara da işaret ediyor. ?Kimin için yazıyorum? sorusu nasıl hiç peşini bırakmıyorsa, ?Yaşamı boyunca yazsa da hiçbir kitabı bu toplumun alakasını çekmemiş? bir yazar olacak olmanın kederine bürünüyor sıkça. Çünkü ?Koca bir hayat tükeniş yollarında? Tav tav olmuş, sav sav olmuş. Herkes partiyi satmış. Herkes kendine tutunacak bir dal bulup, uzayıp gitmiş. Herkes trendlerde…?
?Sıradanlaşma tuzaklarına düşmeden, haysiyetten ödün vermeden, hafiflemeden yürünebilecek kaç seremoni sığar bu hayata??
Günümüzde trend olmayan, olamayan ya da olmak istemeyen bir yazarın kaderi de bu olsa gerek: ?Yaşamı boyunca yazsa da hiçbir kitabının toplum tarafından ilgi görmemesi.?
İyi bir eğitim almış, Avrupa’nın önemli kentlerinde bulunmuş, hem edebi/kültürel hem siyasi hem de felsefi açıdan kendini tam bir entelektüel zırhıyla donatmış; birkaç yabancı dil bilen, ama bunun karşılığında yine de para kazanamayan, deyim yerindeyse sürünen bir yazar: Hikmet Temel Akarsu’nun birçok öyküsünde bir karakter olarak karşımıza çıkan Marquis d’Istanbulin böyle biri. Bu yüzden ?boşuna?lık duygusundan kurtulamıyor. Bu yüzden nihilizmi bir sığınak olarak görüyor ve sisteme direniyor d’Istanbulin. Kimileri bunu eski kafalılık olarak nitelendirse de o, umursamıyor. Çünkü, ?görüldüğü yerde hiçe sayılan, yadsınan, dışlanan, iş güç verilmeyen, ilerletilmeme, adam yerine konmama cezasına çarptırılan? biri o.
Elvis’in son dönemlerine yetişmiş; Pet Shop Boys, Opus, Modern Talking, Falco, Alphaville, Elton John da dinlemiş; Dire Straits, Estatic Fear, Anathema, Nightwish, Therion da? Köklü müzikal birikiminin her satırında hissedildiği ve dönemlerine damgasını vurmuş birçok şarkının dile geldiği öyküler bütünü olarak da okuyabiliriz Hikmet Temel Akarsu’nun Dekadans Geceleri’ni. Bir kısmı daha önce Yüxexes dergisinde de yayımlanmış olmasına rağmen, konu bütünlüğü olarak birbirini tamamlayan, kitap için özel olarak tasarlanan öyküler bunlar. Tıpkı bir önceki öykü kitabı olan Babalar ve Kızları’nda, bir dönemin nabzını tuttuğu gibi, bu öyküler de çeşitli dönemlerin nabız atışları. 70’li yıllardan itibaren dünyanın ve özel olarak da Türkiye’nin girmiş olduğu neoliberalizm batağının iğrenç kokularını sakınmasızca ortaya süren yazar, çağının yalancı peygamberi olmaktansa reddedilenlerin Mesih’i olmayı yeğliyor. Çünkü diyor d’Istanbulin, bir türlü anlaşılamamış olmanın kırgınlığıyla, ?? kimseyi bu ticarette bir yerimiz olmadığına inandıramadık. Talip olmadığımızı, olmayacağımızı, olamayacağımızı, hatta tüm bunlardan tiksindiğimizi kimseye kanıtlayamadık.?
?Baba parası yiyen playboylar?ın, ?cosmo motorlar?ın, ?bohem burjuva bobolar?ın, ?pahalı okulların dolarize taksit ödeyen zengin çocuğu talebeleri?nin, ?tikiler?in ve ?yuppiler?in cirit attığı bir ortamda ağlamaklı olmamak, isyan etmemek ne mümkün!
Ancak ?Bir zamanlar, dünya henüz bu kadar zor bir yer değilken, kesif kötülük her yanımızı kaplamamışken, henüz rock ?n’ roll çocuklar kadar şenken, yakın sayfiye kasabalarımızdan kırık kalplerimizden parçalar bırakarak (da) dönerdik eve sonyazda??
Procol Harum’un ?Whiter Shade of Pale? şarkısı eşliğinde dans edilen, ?gençlerin öyle durduk yerde yakınlaşması pek o kadar olanaklı? olmayan, ?krapon kâğıt ve balonlarla desteklenmiş parti? ortamlarında hissedilen hüzün ve derinlere işleyen rocker pesimizminin yaşandığı o melankolik yıllardan, bir gecelik ilişkilerin kanıksandığı, Britney Spears’in ?Born to Make You Happy? parçası eşliğinde coşulan, ?salya sümük lükse bulanmış?, ?Sonradan görmelik, bayağılık ve köylü toplumlarına mahsus taşkınlıklar?ın yaşandığı yalan yıllara?
Ve bütün bunları kendisine dert edinen, akıp giden zamana teğet geçemeyen bir yazar.
Gerek Hikmet Temel Akarsu’nun ve gerekse de öykülerinde bir karakter olarak kullanılan Marquis d’Istanbulin kişiliğinde yankısını bulan, ?Tamamı yalanlardan oluşmuş bir toplumsal dizaynın tekdüze ve kişiliksiz bir dişlisi olmaktansa, yadsınmak, kovulmak daha iyidir. Biz kovulduk bu medeniyetten? söylemi, bizi edebiyatın, soylu değerlerle kuşanmış beyinlerin üretimi olduğu duygusuna sevk ediyor ister istemez. Her ne kadar edebiyat, süslü ve güzel söz söyleme sanatı olarak da tasarlanabileceği gibi, bu süs ve güzellik salt hisleri kaşıyan, ruhu coşturan ya da sakinleştiren belki de hezeyanlara gark eden, ama sonuç olarak tepkisiz bırakmayan, etkileyen, saran sarmalayan ancak daha da önemlisi, geçmiş ile gelecek arasındaki o dar köprüde bizi bir seçim yapmaya zorlayan bir sanat dalıdır aynı zamanda. Tarihe kayıt tutanların işidir bir yanda da edebiyat: Tıpkı Hikmet Temel Akarsu’nun yaptığı gibi.
Sonuç paragrafımız da Dekadans Geceleri’ndeki, ?Kara Gonca? isimli öyküsünün son cümleleri olsun o halde; ?Hiç değişmemişsiniz Marquis d’Istanbulin! Her zamanki gibi inanılmazsınız!? ve hâlâ ?Museum of Iscariot?u dinliyorsunuz.
~~~
Yazan: Hasan Uygun
hasan@mavimelek.com

Alıntının yapıldığı kaynak:
http://mavimelek.com/hta.htm
Sayı: 40, Yayın tarihi: 10/09/2009

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir