Hint Mitolojisindeki Kast Sisteminin İdeolojik Savunusu ve Günümüz Sosyal Adalet Tartışmaları

Kozmik Düzenin Temeli

Hint mitolojisinde kast sistemi, evrenin hiyerarşik düzenini yansıtan bir yapı olarak savunulmuştur. Vedik metinlerde, özellikle Rigveda’nın Purusha Sukta’sında, insanlığın kozmik bir varlık olan Purusha’nın bedeninden doğduğu anlatılır: Brahmanlar ağzından, Kşatriyalar kollarından, Vaişyalar kalçalarından, Şudralar ise ayaklarından türemiştir. Bu anlatı, kastların doğuştan gelen bir ilahi düzenin parçası olduğunu öne sürer. Her kastın belirli bir rolü, evrenin işleyişine katkı sağlayan bir görev olarak görülür; bu, toplumsal yapının kaostan uzak, harmonik bir bütünlük içinde işlediği iddiasını güçlendirir. Ancak bu savunma, bireysel özerkliği göz ardı ederek, doğuştan belirlenmiş bir hiyerarşiyi meşrulaştırır ve eleştirel bir gözle bakıldığında, eşitsizliğin ilahi bir yazgı olarak sunulduğu bir ideolojiyi açığa çıkarır.

Toplumsal Harmoni Miti

Kast sisteminin ideolojik savunusu, toplumsal uyumun yalnızca hiyerarşik bir düzenle sağlanabileceği fikrine dayanır. Dharma kavramı, her bireyin kastına özgü görevlerini yerine getirmesiyle evrensel düzenin korunacağını öğretir. Bu, bireylerin kendi rollerini sorgulamadan kabul etmeleri gerektiği anlamına gelir; Brahmanların bilgiyi, Kşatriyaların korumayı, Vaişyaların ticareti, Şudraların ise hizmeti üstlenmesi beklenir. Bu sistem, çatışmayı önlemek ve toplumu bir makine gibi işler kılmak için bir tür iş bölümü olarak sunulur. Ancak bu düzen, alt kastların maruz kaldığı sistematik dışlanmayı ve sömürüyü görünmez kılar. Günümüzde bu, sosyal adalet tartışmalarında bireylerin eşit haklara sahip olması gerektiği fikriyle çelişir; zira kast sistemi, bireysel yetkinlikten ziyade doğuştan gelen statüye dayalı bir düzen önerir.

İlahi Meşruiyetin Gölgesinde

Kast sisteminin ideolojik savunusu, ilahi otoriteye dayandırılmasıyla güç kazanır. Bhagavad Gita gibi metinlerde, Krişna’nın Arjuna’ya kast görevlerini yerine getirmesini öğütlemesi, bireyin kendi dharma’sına bağlı kalmasının ahlaki bir zorunluluk olduğunu vurgular. Bu, sistemin eleştirisini neredeyse bir kutsala saygısızlık olarak konumlandırır. Ancak bu ilahi meşruiyet, günümüz sosyal adalet perspektifinden bakıldığında, güç yapılarının eleştirilemezliğini pekiştiren bir araç olarak görülebilir. Modern eşitlik anlayışları, hiçbir bireyin doğuştan diğerinden üstün veya aşağı olmadığını savunurken, kast sisteminin bu ilahi temelli hiyerarşisi, bireylerin özgür iradesini ve eşitlik arayışını bastıran bir ideoloji olarak eleştirilir.

Günümüz Eşitlik Arayışıyla Çatışma

Kast sisteminin ideolojik savunusu, günümüz sosyal adalet tartışmalarına doğrudan meydan okur. Modern insan hakları söylemi, her bireyin eşit doğduğunu ve eşit fırsatlara sahip olması gerektiğini savunurken, kast sistemi bu eşitlik ilkesini kökten reddeder. Sistem, bireylerin toplumsal rollerini doğuştan belirlenmiş bir yazgı olarak sunarak, meritokrasiyi ve sosyal mobiliteyi engeller. Günümüz Hindistan’ında, kast temelli ayrımcılığın yasaklanmasına rağmen, sistemin kalıntıları kırsal alanlarda ve toplumsal normlarda varlığını sürdürür. Bu, sosyal adalet hareketlerinin karşılaştığı temel bir ikilemi ortaya çıkarır: Geleneksel bir düzenin tarihsel ve kültürel ağırlığı, nasıl olur da evrensel eşitlik idealiyle uzlaşabilir? Bu soru, yalnızca Hindistan’la sınırlı kalmaz; küresel çapta hiyerarşik yapıların meşrulaştırılmasına dair evrensel bir tartışmayı ateşler.

Tarihsel Süreklilik ve Direniş

Kast sistemine yönelik eleştiriler, tarih boyunca çeşitli biçimlerde ortaya çıkmıştır. Budizm ve Jainizm gibi hareketler, kast hiyerarşisini reddederek bireysel ahlaki gelişime odaklanmıştır. Modern çağda ise Ambedkar gibi düşünürler, kast sistemini sistematik bir eşitsizlik aracı olarak eleştirmiş ve alt kastların hak mücadelesini örgütlemiştir. Bu direniş, kast sisteminin ideolojik savunusunun mutlak olmadığını gösterir; aksine, her dönemde sorgulanabilir ve dönüştürülebilir bir yapı olduğunu ortaya koyar. Günümüz sosyal adalet tartışmaları, bu tarihsel direnişten güç alarak, kast gibi hiyerarşik sistemlerin yalnızca geleneksel değil, aynı zamanda ekonomik ve politik güç dinamikleriyle de beslendiğini vurgular. Bu, eşitlik mücadelesinin yalnızca ideolojik değil, aynı zamanda yapısal bir dönüşüm gerektirdiğini gösterir.