Hitit Yemek Dağıtımı ve Modern Gıda Krizlerinin Distopik Yansımaları
Antik Sofraların Hiyerarşisi
Hitit toplumunda yemek dağıtımı, tanrılara sunulan kurbanlardan kölelerin payına düşen artığa kadar katı bir hiyerarşiyle şekillenirdi. Krallar ve rahipler, bereketli Anadolu topraklarının en seçkin ürünlerini tüketirken, alt sınıflar tahıl artıkları ve seyrek proteinle yetinirdi. Bu düzen, toplumsal rollerin ilahi bir yazgı gibi kabul edildiği bir dünyada, eşitsizliği meşrulaştıran bir mitolojiyle desteklenirdi. Tanrıların sofrasına yakınlık, güç ve statüyle eşdeğerdi; uzaklık ise yoksullukla. Modern gıda krizlerinde de benzer bir tablo görüyoruz: küresel elitler organik süper gıdalarla beslenirken, milyarlarca insan işlenmiş karbonhidratlara ve kalori boşluğuna mahkûm. Hititlerin ritüel sofraları, bugünün süpermarket raflarıyla alegorik bir akrabalık taşır; her ikisi de bolluğun değil, adaletsiz paylaşımın sembolüdür.
Teknolojinin Çelişkili Vaadi
Modern dünya, tarım devriminden bu yana gıda üretiminde mucizeler yarattı: genetik mühendislik, endüstriyel tarım, lojistik ağlar. Ancak bu bolluk, Hititlerin hububat ambarlarında olduğu gibi, eşitlik getirmedi. Teknoloji, açlığı bitirme vaadini fısıldarken, aynı anda obezite ve yetersiz beslenme gibi ikiz salgınlar üretti. Hitit krallarının ambarları nasıl rahiplerin kontrolündeyse, bugünün gıda zincirleri de çokuluslu şirketlerin elinde. Bu, ideolojik bir yanılsama yaratır: herkesin sofrası doluymuş gibi görünür, ama gerçekte kalite ve erişim, sınıfsal bir kasta bağlıdır. Distopik olan, teknolojinin özgürleştirici potansiyelinin, insanlığın kendi hırsıyla nasıl bir kafese dönüştüğüdür.
Toplumun Bilinçaltındaki Açlık
Yemek, yalnızca bedeni değil, ruhu da doyurur. Hititlerde kurban ritüelleri, toplumu bir arada tutan manevi bir bağ oluştururdu; ama bu bağ, alt sınıfların açlığını gizleyen bir maskeydi. Günümüzde fast-food zincirleri ve sosyal medya yemek estetiği, benzer bir rol oynuyor: tüketim kültürü, bireyi anlık hazlarla uyuştururken, derin bir tatminsizlik üretiyor. Psikopolitik açıdan, modern insan açlığını bastırmak için değil, bir kimlik inşa etmek için yer. Ancak bu kimlik, kapitalizmin dayattığı bir yanılsama: ne kadar tüketirsen, o kadar varsın. Hitit kölesinin tanrılara sunulan yemeği izlemesiyle, yoksul bir işçinin Instagram’daki gurme tabaklara bakması arasında trajik bir süreklilik var.
Ahlaki Çöldeki Sofralar
Eşitsiz yemek dağıtımı, yalnızca maddi bir sorun değil, ahlaki bir sınavdır. Hititlerde, tanrıların lütfu olarak görülen bolluk, yoksulların açlığını ilahi bir ceza gibi gösterirdi. Bugün, neoliberal söylem, gıda krizlerini bireysel başarısızlıkla açıklıyor: “çalışırsan yersin.” Oysa gerçek, sistematik bir adaletsizlik. Zengin ülkeler gıda israfıyla boğulurken, yoksul bölgeler açlıkla sınanıyor. Bu tablo, insanlığın kolektif vicdanını sorgulatıyor: nasıl olur da bir tür, kendi üyelerinin en temel ihtiyacını karşılamakta bu kadar başarısız olur? Distopik olan, bu ahlaki çöküşün normalleşmesi; açlığın, istatistiklere indirgenmesi.
Mitolojinin Yeniden Yazımı
Hitit mitolojisinde bereket tanrıçaları, toprağın cömertliğini temsil ederdi. Ancak bu cömertlik, yalnızca seçkinlere aitti. Modern mitolojide ise gıda markaları, sağlıklı yaşam ve sürdürülebilirlik masallarıyla kitleleri büyülüyor. Organik etiketler, etik tüketim yanılsaması yaratırken, arka planda tarım işçileri kölelik koşullarında çalışıyor. Bu, tarihsel bir döngü: Hitit rahiplerinin duaları nasıl kitleleri sakinleştiriyorsa, bugünün yeşil pazarlama kampanyaları da vicdanları rahatlatıyor. Sanat, bu çelişkileri ifşa edebilir; mesela bir tablo, Hitit ambarlarının yanında modern gıda bankalarını resmederek, insanlığın değişmeyen açgözlülüğünü anlatabilir.
Geleceğin Kırılgan Sofrası
Hititlerin toprakları, bereketliydi ama kırılgandı; kuraklık veya savaş, düzeni altüst edebilirdi. Bugün, iklim değişikliği ve kaynak tükenmesi, küresel gıda sistemini benzer bir uçuruma sürüklüyor. Geleceğin distopyası, Hititlerin çöküşünden daha vahim olabilir: sentetik gıdalar, genetik patentler ve biyoteknolojik kastlar. Zenginler laboratuvar etleriyle ziyafet çekerken, yoksullar yapay kalori haplarına mahkûm olabilir. Bu, yalnızca politik bir mesele değil, varoluşsal bir kriz: insan, kendi yarattığı dünyada nasıl bir yer kaplayacak? Hititlerin taş tabletlerindeki uyarılar, modern ekranlarımızda yankılanıyor: adaletsizlik, her zaman çöküşü çağırır.