İnandığı Zaman İnanmadığına İnanmak: Cioran’ın Şüphe Diyalektiği – Rüya Topçu
“İnandığı zaman inandığına inanmıyor, inanmadığı zaman da inanmadığına inanmıyor.”
Emil Cioran, modern insanın zihinsel ve duygusal çıkmazlarını ele alırken, bizi yalnızca bir düşünce zincirine değil, aynı zamanda bir içsel karmaşaya sürükler. “İnandığı zaman inandığına inanmıyor, inanmadığı zaman da inanmadığına inanmıyor” ifadesi, yalnızca bireyin inanç ve şüphe arasındaki çelişkisini değil, insan zihninin huzursuz doğasını ortaya koyar. Bu söz, yüzeyde basit bir paradoks gibi görünse de, insan varoluşunun derin uçurumlarına doğru bir yolculuk sunar.
İnanç, insanın yaşamındaki belki de en temel dayanaklardan biridir. Doğumdan itibaren insanlar, bir anlam arayışıyla dünyayı yorumlamaya çalışır. Bu anlam arayışı, dini inançlar, ahlaki ilkeler, ideolojiler ve hatta bilim gibi farklı formlarda karşımıza çıkar. Ancak Cioran, bu dayanağın bile tamamen güvenilir olmadığını söyler. İnsan zihni, doğası gereği inandığı şeyi mutlak bir kesinlik olarak kabul edemez. İnanç, bireyin kendine verdiği bir cevap gibi görünse de, bu cevabın altında daima bir sorunun yankısı duyulur. Bu yankı, inancın sabit bir gerçeklik olmadığını, aksine insan zihninin kendi huzursuzluğundan doğan geçici bir yapı olduğunu gösterir.
Burada şunu sormalıyız: İnsan neden inandığı şeye dahi şüpheyle yaklaşır? Bu, yalnızca bireysel bir içsel çatışma mı, yoksa insan olmanın evrensel bir özelliği mi? Cioran’a göre, şüphe insanın kaçamayacağı bir lanettir. İnanç, güven ve huzur arayışından doğar; ama insan, bir kere şüphe etmeye başladığında, bu huzuru bir daha tam anlamıyla geri getiremez. Bir Tanrı’ya inanmak, insanı anlamsızlık korkusundan koruyabilir; ama aynı zamanda bu Tanrı’nın varlığı ya da adaleti sorgulanmaya başladığında, inanç bireyin zihninde birer çatlak oluşturur. Şüphe, yalnızca bir düşünce biçimi değil, bir varoluş biçimidir.
İnançsızlık da bu bağlamda bir kesinlik sunmaz. Ateist bir birey, bir Tanrı’nın yokluğuna inanabilir; ancak bu inanç bile bir kesinlik değil, bir sorgulama biçimidir. Cioran’ın ifadesi burada çok daha derin bir anlam kazanır: İnsan, inançsızlığa bile tam anlamıyla inanamaz. Çünkü inançsızlık, inanç gibi sabit bir zemin sunmaz; aksine sürekli bir boşluğa bakmayı gerektirir. İnançsızlık, bir özgürlük gibi görünse de, bu özgürlüğün altında da bir tür tutsaklık gizlidir: Tutsaklık, mutlak anlamdan yoksun olmanın getirdiği bir huzursuzluktur.
Bu noktada, insanın doğasında yer alan varoluşsal paradoks kendini gösterir. Cioran, bu paradoksu yalnızca bir düşünce deneyimi olarak değil, bir yaşam pratiği olarak ele alır. İnsan, anlam arayışıyla lanetlenmiş bir varlıktır. Yaşamı anlamlı kılmak için sürekli bir hikâye yaratır; fakat bu hikâyenin gerçekliğinden hiçbir zaman tam anlamıyla emin olamaz. Anlam, insan zihni için bir tür zindandır; çünkü anlamın varlığı, aynı zamanda anlamsızlığın mümkün olduğunu hatırlatır. Bu da insanın huzursuzluğunu artırır.
Yorumun sonundaki “akıl sağlığı yerinde olan hiçbir insan anlayamayacaktır” ifadesi, bu paradoksu ironik bir şekilde tamamlar. Çünkü bu çelişkiyi anlamak ve hissetmek, aklın sınırlarını zorlamak anlamına gelir. Belki de Cioran burada, “akıl sağlığı” kavramını sorgular. Akıl sağlığı, genellikle uyumlu düşünceyi ve huzurlu bir zihin durumunu ifade eder. Ancak Cioran’a göre gerçek bilinç, tam da bu huzursuzluktan doğar. İnsan, inanç ve şüphe arasında gidip gelen bir varoluş sürecine mahkûmdur. Bu süreç, aklın huzurdan çok çatışma içinde olduğu bir alandır.
Cioran’ın bu ifadesi, yalnızca bireysel bir düşünce değil, aynı zamanda insanlığın kolektif bir gerçeğini yansıtır. İnanç ve şüphe arasında sıkışıp kalmış bir zihin, deliliğin kıyısında dans eder. Ancak bu dans, insan olmanın özü olabilir. Çünkü bu çelişki, bizi yalnızca bir huzursuzluk içinde bırakmaz; aynı zamanda dünyayı ve kendimizi daha derinlemesine sorgulama gücü verir. Belki de insan olmanın anlamı, kesin bir cevabı olmadan yaşamaya cesaret etmektir.
Bu ifade, insanın kendi varoluşsal yolculuğunu ve içsel huzursuzluğunu derinleştiren bir çağrıdır. İnanç ve inançsızlık, anlam ve anlamsızlık arasında gidip gelen bir varoluş, insana hem ağırlık hem de özgürlük getirir. Belki de insanın en büyük trajedisi, aynı zamanda onun en büyük gücüdür: Her şeyi sorgulamak ve hiçbir şeyi tam anlamıyla kabul etmemek.
Kaynakça:
Cioran, Emil. Yalnızca Bir Çığlık (Fransızca: Un Complot Contre L’Humanité). Çev. Ayhan Erdemir, Yapı Kredi Yayınları, 2006.
Cioran, Emil. Sürekli Çürüyüş (Fransızca: La Chute dans le Temps). Çev. Ahmet Demirtaş, İletişim Yayınları, 2004.
Nagel, Thomas. Varoluşçuluk ve Nihilizm (Fransızca: Existentialism and Nihilism). Çev. Esra Güler, Phoenix Yayınları, 2015.