J.M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken Eserinde İmparatorluk, Öteki ve Ahlaki İkilemler: Said’in Oryantalizm Eleştirisiyle Bir Okuma

İmparatorluk ve Öteki’nin İnşası

J.M. Coetzee’nin Barbarları Beklerken adlı eseri, imparatorluk söyleminin ötekileştirme mekanizmalarını sorgulayan bir anlatı sunar. Eser, imparatorluğun sınırlarında yaşayan “barbarlar”ı, medeni-vahşi ikiliği üzerinden bir tehdit olarak kurgular. Bu kurgu, Edward Said’in Oryantalizm eleştirisindeki temel argümanlarla örtüşür: Batı, doğuyu anlamak yerine, onu kendi hegemonyasını meşrulaştıran bir ayna olarak yeniden üretir. Coetzee, bu süreci, imparatorluğun barbarları hem fiziksel hem de söylemsel olarak nasıl var ettiğini göstererek inceler. Barbarlar, eserde somut bir varlık olmaktan çok, imparatorluğun kendi korkularını ve meşruiyet krizini yansıtan bir imgedir. Said’in belirttiği gibi, öteki, egemen kültürün kendini tanımlamak için ihtiyaç duyduğu bir karşıtlık üretir. Coetzee, bu karşıtlığın, imparatorluğun ahlaki ve epistemolojik çöküşünü nasıl hızlandırdığını, anlatının belirsiz ve tekinsiz atmosferiyle ortaya koyar. Bu bağlamda, eser, ötekileştirmenin yalnızca sömürgeci bir strateji değil, aynı zamanda kendi içinde çelişkili bir öz-yıkım süreci olduğunu gösterir.

Yargıç’ın Ahlaki İkilemi ve Sömürgecilik Sonrası Etik

Yargıç karakteri, eserin ahlaki sorgulamalarının merkezinde yer alır. İmparatorluğun bir temsilcisi olarak, hem otoritenin bir parçası hem de onun işleyişini sorgulayan bir bireydir. Bu ikilem, sömürgecilik sonrası etik tartışmalara derin bir perspektif sunar. Yargıç, barbarlara yönelik muamele karşısında vicdani bir rahatsızlık duyar; ancak bu rahatsızlık, sistemin bir parçası olmaktan kaynaklanan suç ortaklığını ortadan kaldırmaz. Said’in Oryantalizm’inde vurgulanan bilgi-iktidar ilişkisi, Yargıç’ın bilme ve yargılama pratiklerinde de görünür: Barbarlar hakkında bilgi üretirken, aynı zamanda onların ötekileştirilmesine katkıda bulunur. Yargıç’ın iç çatışması, sömürgecilik sonrası bireyin, geçmişin suçlarıyla yüzleşme ve sorumluluk alma çabalarını yansıtır. Bu, yalnızca kişisel bir ahlaki mücadele değil, aynı zamanda kolonyal sistemin birey üzerindeki dönüştürücü etkilerinin bir yansımasıdır. Yargıç, imparatorluğun çöküşüne tanık olurken, kendi ahlaki sınırlarını da sorgular; bu, sömürgecilik sonrası etik tartışmalarında bireysel sorumluluğun karmaşık doğasını aydınlatır.

Söylem ve Güç Dinamikleri

Coetzee’nin eseri, imparatorluğun söylemsel pratiklerinin ötekileştirme ve kontrol mekanizmalarını nasıl şekillendirdiğini inceler. Said’in Oryantalizm’inde, doğunun bilgisi, Batı’nın hegemonik söylemi aracılığıyla üretilir ve bu bilgi, güç ilişkilerini pekiştirir. Barbarları Beklerken’de, barbarlara dair anlatılar, imparatorluğun kendi kimliğini sağlamlaştırmak için kullandığı bir araçtır. Ancak bu anlatılar, aynı zamanda imparatorluğun kendi kırılganlığını ortaya koyar. Barbarların varlığı, imparatorluğun sınırlarını hem fiziksel hem de ideolojik olarak tehdit eder. Coetzee, bu söylemsel inşanın, imparatorluğun kendi ahlaki ve epistemolojik meşruiyetini sorgulamasına yol açtığını gösterir. Yargıç’ın barbar bir kadınla ilişkisi, bu söylemin ötesine geçmeye çalıştığı bir çabadır; ancak bu çaba, dil ve anlamın sınırları içinde sıkışıp kalır. Eser, böylece, sömürgeci söylemin yalnızca ötekini değil, aynı zamanda söylemi üreten özneyi de nasıl şekillendirdiğini ortaya koyar. Bu, Said’in bilgi ve iktidar arasındaki ilişkiyi analiz eden yaklaşımını destekler.

Sömürgecilik Sonrası Anlatının Estetiği

Coetzee’nin anlatı yapısı, sömürgecilik sonrası edebiyatın estetik ve etik meselelerini ele alış biçimiyle dikkat çeker. Eser, belirsizlik ve sessizlik üzerine kurulu bir anlatıyla, okuyucuyu imparatorluğun ahlaki ve ideolojik çelişkileriyle yüzleşmeye zorlar. Said’in Oryantalizm’inde, Batı’nın doğuyu temsil etme biçimi, onun karmaşıklığını ve öznelliğini yok sayar. Coetzee, bu temsil krizini, barbarların anlatıda neredeyse görünmez oluşuyla vurgular. Barbarlar, eserde birer gölge figür olarak kalır; bu, onların ötekileştirilmesinin hem bir sonucu hem de imparatorluğun kendi anlatısal sınırlarının bir göstergesidir. Yargıç’ın anlatısı, kendi öznelliğini ve imparatorluğun anlatısını sorgularken, aynı zamanda bu sorgulamanın sınırlarını da açığa vurur. Bu estetik yaklaşım, sömürgecilik sonrası edebiyatın, geçmişin travmalarını temsil etme ve yeniden yazma çabasını yansıtır. Coetzee, böylece, anlatının hem bir özgürleşme aracı hem de bir tuzak olabileceğini gösterir.

Gelecek İçin Bir Ayna

Barbarları Beklerken, imparatorluk ve öteki temalarını işlerken, yalnızca geçmişin sömürgeci pratiklerini değil, aynı zamanda çağdaş güç dinamiklerini de sorgular. Said’in Oryantalizm eleştirisi, modern dünyada ötekileştirme mekanizmalarının devam ettiğini gösterir; Coetzee’nin eseri de bu sürekliliği, imparatorluğun çöküşü ve yeniden inşa süreçleriyle ilişkilendirir. Yargıç’ın ahlaki ikilemi, bireyin sistem içindeki yerini ve sorumluluğunu sorgulaması açısından evrensel bir meseledir. Eser, okuyucuya, ötekileştirme ve iktidar pratiklerinin yalnızca tarihsel değil, aynı zamanda çağdaş toplumsal yapılar içinde de var olduğunu hatırlatır. Bu bağlamda, Coetzee’nin anlatısı, gelecekteki etik ve toplumsal düzenler için bir uyarı niteliği taşır. İmparatorluğun çöküşü, yeni bir başlangıç olasılığı sunsa da, bu başlangıcın ötekileştirme döngüsünü kırıp kıramayacağı belirsizdir. Eser, böylece, insanlığın ötekiyle karşılaşma biçimlerini yeniden düşünmeye davet eder.